İsmail Kaplan - Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Eğitim Sorumlusu
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) Alman Anayasası'nın 7.3. maddesinde belirlenen din derslerinin yapısına uygun olarak, Almanya'da değişik eyaletlerde Alevilik dersleri için başvurmuş ve uzun bir inceleme ve bilirkişi raporları hazırlandıktan sonra Aralık 2004'te NRW, Bayern, Hessen ve Baden Württemberg gibi eyaletlerin eğitim bakanlıkları Alevilik derslerine gereksinimi kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Almanya'da din dersleri genel eğitimin içine entregre edilmiş olup, devlet genel eğitim amaçlarını bu ders için de geçerli kılmıştır. Anayasa'ya bağlılık, insanların eşitliğini temel alan, insan haklarına dayalı, kaba kuvveti ve ırkçılığı reddeden bireylerin yetişmesi bu dersin de amaçlarındandır. Almanya'da, hem öğrenciler için din derslerine katılım ve hem de öğretmen için din derslerini verme görevi isteğe bağlıdır. Zorunlu bir din dersi, hem inanç özgürlüğüne hem de laik devlet ilkesine taban tabana zıttır.
İnançları ve inanç özgürlüğünü korumayı kabullenmiş Alman Anayasası, genel eğitim ilkelerine ters düşmemek koşulu ile, bu dersin içeriğini belirleme hakkını ve öğretmen seçimi hakkını, inanç kurumlarına vermiştir. Bu hak, seküler sistemin bir gereği olarak inanç özgürlüğünün -olmazsa olmaz-ıdır.
Türkiye'de din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri
Türkiye'de Alevi çocukları, 4. sınıftan 8. sınıfa kadar 1982'de askerî darbe sonucu oluşturulmuş anayasa gereği zorunlu olarak "din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri (DKAB)"ne katılmaktadırlar.
Bu dersin içeriği incelendiğinde, gerek tarihte gerekse şu anda geçerli olan Alevi inancının ve ibadetinin temel ilke ve bilgilerinin bu derste yer almadığı görülür. Örneğin; cem ibadeti ve on iki hizmet, Allah Muhammed Ali Birlemesi, Dört Kapı Kırk Makam, insan-ı kamil olma inancı, rızalık alma, muharrem orucu gibi Aleviliğin -olmazsa olmaz-ları bu derslerde yer almamaktadır.
Bu derslerin ders programı gereğince, İslam'ın Sünni Hanefi mezhebi temel alınarak konular işlenmekte ve her sınıfta en az beş dua ezberletilmektedir. Cami ve namaz uzun uzadıya anlatılmakta ve çocuklara doğrudan nasıl ve hangi koşullarda namaz kılacakları öğretilmekte ve gösterilmektedir. Kader inancı, oruç, cennet ve cehennem ve hac ibadeti derslerde geniş olarak yer almaktadır. Sünni Hanefi mezhebinin gerekleri dikkate alınırsa bundan doğal bir şey olamaz. Ancak; bu derse katılmaya mecbur tutulmuş Alevi öğrencilerin cephesinden bakılınca, bu ders hem öğrencilerin hem de Alevi velilerin her gün vicdanlarını sızlatan bir ders olmaya devam etmektedir. Katılmakla yükümlü olan Alevi öğrencilerin kendilerini bu derste bulmaları gerekirken, tam tersine bu ders onlar için her gün bir işkence oluşturmaktadır.
Her şeyden önce zorunlu olması nedeniyle seçme olanağı olmayan Alevi öğrenciler, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde ailelerinde alışkın olmadıkları tarzda, bir din profili öğrenmek zorunda kaldıkları için zorlanmaktadırlar. Ayrıca bu yepyeni konuları öğrenmek ve sınıf geçmek zorundadırlar. Ailede öğrenmedikleri için diğer Sünni arkadaşlarına oranla bu derste daha çok zorlanmakta ve mağdur olmaktadırlar. Bu yepyeni profil onların; aileden öğrendikleri inanç profili ile çakışmaktadır. Batıni anlam ve yorumların yerine, bu derslerde amaçlanan ve anlamdan çok şekle değer veren inanç profili Alevi çocuklarında kişisel çelişkiler doğurmaktadır. Sünni Hanefi geleneğinde yer alan ve başta kız öğrencilere yönelik konulmuş; örneğin tesettür (kapanmak) ve hayız (aybaşı) hallerindeki yasaklar, Alevilerin değer verdikleri ilkeler ile çelişmektedir. Çoğu Alevi öğrenci DKAB derslerindeki Alevilik dışı içerik sonucu, kendi ailelerinde öğrendikleri inanç ve din bilgilerini sorgulamaya başlamakta ve kendi anne-babaları ile çelişkiye düşmektedirler. Bu nedenle, Alevi öğrencilerin durumu dikkate alındığında bu dersler, aile–okul arasında olması gereken ortak çalışmayı ve uyumu engelleyici bir rol oynamaktadır. Bu, Türkiye'de geçerli olan eğitim ilkelerine ters bir sonuçtur. Aileye rağmen dayatılan bir din ve ahlak dersi ne devlete ne de yurttaşa faydalı olabilir.
Alevi öğrencilerin kendilerini bulacakları bir DKAB dersi nasıl oluşturulabilir?
Alevi öğrencileri ve velilerini, Alevi ibadeti ve gelenekleri ile çelişen DKAB derslerinden kurtarmak ve din kültürü derslerinde "kendilerini bulmalarını" sağlayacak çözümler mümkündür. Bu çözümler ancak ve ancak, Alevi kurum ve kuruluşlarla yetkili politikacı ve eğitimcilerin birlikte çalışması ile mümkündür. Bu çözümler; örneğin Alevi cem ibadetini, Kırklar Cemini, On İki İmamları ve Hacı Bektaş Veli'nin Dört Kapı Kırk Makam öğretisini ve daha birçok Alevi inanç yapısını ve geleneğini yok sayarak mümkün değildir. Prof. Dr. Cemal Tosun bir yazısında Aleviliği inkâr eden Türkiye Diyanet politikasını çok açık ve net olarak ifade etmiştir. Cemal Tosun, Türk Yurdu, Şubat 2005 sayısında çıkan "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerinde Alevilik" başlıklı yazısında "Aleviliğin, Alevilik adı altında ve Alevilere öğretmek üzere DKAB Programına konulması uygun ve mümkün gözükmemektedir." demektedir. Bu ifade, "Alevi" adını ve Aleviliği inkâr eden bir anlayıştan hareket ederek şu andaki dayatmacı çözümü savunmaktadır. Bu da Alevi insanına işkence yapmaya devam etmek demektir.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde din dersleri öğretmen yetiştirme bölümü başkanı olan Cemal Tosun; "Anayasa değişikliği yapılarak mezheplere bağlı din dersleri yapılsa bile, bu çerçevede -kendi ifadesi ile- mezhep olmadığı için Alevilik yine de ders olarak okutulamaz." demektedir. Alevilik Tosun'a göre olsa olsa tarikat olabilir ve dünya üzerinde tarikatların öğrenildiği hiçbir model yoktur. Halbuki; Cemal Tosun ve Aleviliği onun gibi inkâr eden (yok sayan) kişiler; Almanya'daki din eğitimini Türkiye'deki Alevilerin de vergilerinden harcanan bütçeden aldıkları ödeneklerle uzun uzadıya incelemiş kişilerdir. Onlar; inanç özgürlüğünü dikkate alan Alevi öğrenciler için uygun çözümleri bilmektedirler. Tosun'un iddia ettiği DKAB derslerinde öğretilen "temel ibadetler, temel inanç esasları" Türkiye'de yaşayan Hanefi, Şafii, Nakşi ve Kadiri inançlarından olanların ortak konuları olabilir. Ama bunlar Alevi Bektaşilerin ortak konuları değildir. Alevilerin dışından iyi niyetle bakıldığında belki bunu böyle tahmin etmek mümkün olabilir. Her konuda bilimsel araştırmaların olduğu bir ortamda; Aleviler arasında yapılmış hangi alan araştırmasına dayanarak böylesi gerçek dışı bir iddiada bulunulabiliyor?
İnanç ve ibadet konusunda birlik mevcuttur
Aleviliğin inançla ilgili bir farklılaşmadan çok, politik bir farklılaşma (Prof. Dr. Hasan Onat) olduğunu iddia ederek, Alevi inanç ve ibadeti inkâr edilmektedir. Daha da vahimi; Alevi insanının inancına hakaret edilmektedir. Diyanet ve ilahiyat fakülteleri tarafından, "Türkiye'deki Alevilik-Bektaşiliğin, henüz mezhep mi, tarikat mı olduğu konusunda Alevi-Bektaşiler arasında bir görüş birliği yoktur." (Prof. Dr. Hasan Onat) iddiasından hareketle 'Bölgeden bölgeye farklılık arz eden Alevilik-Bektaşilikten hangisi dersler için esas alınacak?' diye sorulmaktadır. Bu iddia ve inkârların tersine Aleviler arasında tam bir inanç ve ibadet birliği vardır. Ve bu yapının "mezhep mi, tarikat mi, yol mu, sürek mi ya da ayrı bin din mi olduğu" soruları ve cevaplarının bu yapının öğrencilere ders öğretilmesinde hiçbir değeri yoktur. Bu soruların cevapları; o kişilerin bu belirlemelerde kullandıkları ölçülere göre sürekli değişebilmektedir. Bunu bu "bilim adamlarımız" bal gibi bilmektedirler ama Alevilik konusunda spekülasyonları körüklemek için bu metoda başvurmaktadırlar.
Alevilik konusunda tarafsız ve bilimsel ölçülere dayanan alan araştırmaları yoktur. Türkiye üniversitelerinde, geçmiş dönemlerde ne yazık ki; bu toplumsal ve inançsal olgu tabu olarak kalmış ve kişisel çıkışlar dışında kapsamlı çalışmalar ortaya konulmamıştır. Bu eksikliği, Alevilere ve Aleviliğe yüklemek, hele de bu konuda devletin tüm olanaklarını elinde bulunduran kurumların başında olanlarca, "Aleviler bilgisiz ve kendi aralarında anlaşamıyorlar" şeklinde Alevileri suçlamak, bilime ve topluma hakaret oluşturmaktadır. Bu büyük eksikliğe ve ihmale rağmen, Prof. Dr. Hasan Onat'ın alıntı yaptığı Prof. Dr. Orhan Türkdoğan'ın araştırması dolaylı olarak Alevilerin inanç birliği konusunda bize bazı ipuçları vermektedir.
Aslında İslam-Türk sentezine taban oluşturmak için Prof. Dr. Orhan Türkdoğan tarafından 1993-1995 yıllarında yapılmış olan ve "Alevi Bektaşi Kimliği" adı ile yayınlanmış olan kapsamlı bir araştırmada Alevilerin inanç ve ibadet alanlarında tam bir görüş birliği içinde oldukları görülmüştür.
Türkdoğan, yaşayan Aleviliği belirlemek için 45 kasaba ve köyde ve 5 üniversitede, Alevi dedeleri, yaşlıları, gençleri ve öğrencileri ile görüşmeler yapmıştır. Araştırmacı, Türkiye'de ezilen ve horlanan bir inanç üzerine, hakim kültürün bir bireyi olarak araştırma yaparken ne kadar tarafsız davranırsa davransın, görüşünü aldığı kişilerin rahat ve sansürsüz bilgi veremeyeceklerini bilmektedir. Bu, psiko ve sosyo-antropolojik çalışmalarda en önce düşünülmesi gereken bir faktördür.
Buna rağmen böylesi bir araştırmada dahi, Aleviler arasında inanç ve ibadet birliğinin varlığı belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:
Doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Aleviler, tarikat makamına sahip çıktıklarını ve şeriata rağbet etmediklerini belirtmişlerdir. Örneğin; Refahiyeli Hüseyin Üçler toprağı, İran Şiasının henüz şeriat makamında olduğunu, Alevilerin ise tasavvuf yani tarikat yolunda olduklarını vurgulamıştır. Tüm görüşüne başvurulanlar, bunun kendilerini Sünni anlayışından ve İran Şiilerinden ayıran en bariz ibadet farkı olduğunu vurgulamışlardır. Araştırmacı, kitabında, ister kentlerde olsun ister köylerde olsun, tüm Aleviler birbiri ile uyum sağlayan benzer kültür hususiyetlerine (traits) sahiptirler, demekle Alevilerin kültür birliğini kabul etmiş bulunuyor.
Araştırmacı ocak farklılaşmalarının etnik farklılaşmaya götürdüğünü iddia etmektedir. Öte yandan araştırma boyunca "kültür atolleri" diye adlandırılan örnek olaylarda inanç bazında önemli ortaklıklar görülmüştür ve örnek olaylar birbirlerinin farklarını belirtmiş ama birbirlerinin gidişatını eleştirmemiş hele hiçbir husumet veya düşmanlık belirtileri görülmemiştir. Sünni kesimlerdeki birbirine zıt gruplar dikkate alınırsa, Alevilerin olağanüstü koşullarda olmalarına karşın, inanç birliklerini korudukları görülmektedir.
Narlıdere'de düşkünlüğün devam ettiği ve bu nedenle polis ve mahkeme kayıtlarında Alevilerin dosyalarının azlığı vurgulanmaktadır. Aynı şekilde Çorlu Reşadiye Mahallesi Babai Alevileri de her cuma akşamı haftalık sulh mahkemesi gibi sorunlarını hallettiklerini söylemişler. Sadece bu gerçekler, yaşayan Aleviliğin ne kadar güçlü ve insanlara huzur verdiğinin delilidir.
Örnek olaylarda Alevi insanlar teolojiyi bildiklerini ama uygulamada eksikliklerinin olduğunu; bunun da yaşlı dedelerin Hakk'a yürümesinden sonra öndersiz kalmalarından ve göçler nedeniyle ocakların dağılmasından kaynaklandığını, böylece birçok âdet ve ibadetin yerine getirilemeyişini dile getirmişlerdir.
Teolojik Alevi kodları ile, yaşayan Alevilik arasında -hiçbir okul, öğretim olmamasına ve baskılar altında birbirlerinden kopuk yaşamalarına rağmen- fark sayılabilecek sapmalar tespit edilememiştir.
Zaman - 04.12.2010