Turan Eser
O gün 2 Temmuz’u gösteren yapraklar bile düşmedi takvimlerden. Kültür ve insan katliamını hatırlatmanın utancından kıvranırken. O gün duygular çözüldü. Diller kilitlendi acı vahşet karşısında.
Sadece onların dilleri düğümlenmedi gırtlağında.
Rahattılar. Seyrettiler, Bol bol demeç verdiler, histen ve haktan yoksun kelimelerle.
‘Yurttaşının güvenliğini ve canını korumakla’ sorumlu olanların gözlerine gizlenmiş ihaneti ve suç ortaklığını gördük, hissettik o gün.
Hükümet ve devlet sözcüleri failleri korumak için mağdurları “soğuk kanlı” ve “sağ duyulu” olmaya davet ediyordu, ölümün ve korku tufanın kol gezdiği kentte.
Devlet Baba, her zamanki bildik tarzıyla, fail olan öz evladını, mağdur üvey evladına karşı, "çok şükür, dışarıdakilere zarar gelmemiştir" diye savunarak, ‘öz babalığını’ yaptı. ‘Laik baba’ korurken, ‘şeriatçı evlat’ yakıyordu Madımak otelindeki savunmasız kültürü ve insanı, Anayürekleri ağlarken..
Bir istatistik verisine dönüştürdüler ölenlerin hayatlarını yok sayarak.
“Ölü sayısı 33’e çıktı” derken cam ekranlarından.
“Bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilir” diye, kutsadılar katliamı.
Sadece sayılarla andılar Koray ve Asuman’ı..
TARİHSEL MİRASI İNKAR VE ŞİDDET OLUNCA DEVLETİN
Asırlara yayılmış gerici gelenek değişmedi bu topraklarda.
Şiddet ve inkar tarihsel bir miras olarak kutsandı ve taşındı günümüze.
16. yüzyılda Pir Sultan Abdal’ı, yani Koca Haydar’ı asan zihniyet, sazı, sözü, değişleri, inancı, direnci, kültürü, sanatı astı ‘ozanlar kentinde.’
Kültürel zenginliğin beşiği yapılamayan bu topraklar, kültürel katliamların toplu mezarlıklarına dönüşürken, yüzleşemedik yüzsüz halimizle.
İnsana düşman, ozana düşman, kültüre düşman zihniyet...
Sadece Pir Sultan’ı değil, daha nice ozanını yuttu bu kentin kara toprakları.
Daha dün Aşıkların babası Veysel’e tahammül edemedi, doğduğu kara toprak.
Türküden korkan ürkek zihniyet, kentin ve ülkenin onuru Aşık Veysel’e bile tahammül edemedi.
1973 yılında Vali’nin sözleri dondurdu kanımızı, “Halk bir Alevinin ozanı olan Aşk Veysel’in heykelini Cıbırlar Parkı’nda görmek istemiyor” derken.
“Dava insanlık davasıdır” diyen, koca Veysel Baba’nın heykeline izin vermediler, Sivas topraklarında. ‘Ozanlar kenti’ Sivas’tan sürgün ettiler Aşık Veysel’in heykelini İstanbul Gülhane parkına. “Anıt sürgün edilir mi?” diye sormayın bana, cevabım hazır; ‘Burası Türkiye.’
Maraş’ta dölümüzden korktular. Şimdi heykellerimizden korkuyorlar.
2 Temmuz 1993’de önce Ozanlar Heykeli parçalandı, sürüklendi Sivas sokaklarında.
Sonra ateşe verdiler Madımak Oteli’ni.
Korku tufanı sarmıştı Sivas’ı.
Canların sevgisine, Türkülerine, değişlerine, inancına, kültürüne, sanatına ve kardeşliğine tahammül edemiyordu, ruhunun çocuklarını öldürmüş zihniyet.
İşte bu nedenle tahammül gösteremiyordu, ozanların heykeline, sanatın anıtına ve canlarımızın müze talebine.
Mesajları netti; “Sivas ellerlinde sazınız çalınmaz!” diye.
Biz sevgisiz aklın nefretine, çocuksuz ruhların inadına seslendik, Sivas’ın karanlık sokaklarında yankılanan, sesimizle; “Sivas ellerinde sazım çalınacak !” diye.
Bugün mağdurlar hesap soruyor, fail hesap versin diye. Mağdurlar bugün vicdanlara sesleniyor, şimdi ADALET zamanı diye.
Madımak önüne karanfil bırakırken her bir yürek; “Adalet isteriz adalet , tahrip eden, acıtan, sızlatan değil, onaran adalet” diye...
Neden mi?
Cumhuriyetin eşit haklarından mahrum bırakılmış vatandaşları olarak Aleviler, cumhuriyetin kimsesizleri değil, kimseai olmak için.
Ötelenmiş , ötekileştirilmiş, dışlanmış, yoksayılmış halleriyle, şiddete ve katliamlara inat “hak” sahibi olmak için.
Sivas, Maraş, Çorum, Dersim, Malyatya ve nice adreslerde yaşanmış “acı hikayelerin susan sahipleri olmamak” için, Aleviler ADALET İSTİYOR, inciten değil, onaran cinsinden olsun diye..
KAYNAK : Alevihaber.com - 20 Haziran 2010