Geçen hafta, Türkiye'den uzak kaldığım zaman içinde Alevi iftarı verilmiş ve belli ki gündemi kaplamış. Reha Çamuroğlu, daha önce, bana iftardan ilk söz ettiği zaman ona da, bu girişimin 'Sünnileştirme' çabası olarak algılanacağını ve eleştirileceğini söylemiştim. Geçen haftanın gazetelerine hızlı bir göz gezdirme ile gördüm ki, bunun ötesinde de, konu enine boyuna gündem oluşturmuş.
Açıkca söylemek gerekirse, AKP'nin 'Memlekette ne kadar mesele varsa, kısa yoldan çözeriz' yaklaşımı veya böyle algılanabilecek girişimlerine ben de mesafeli durmak gerektiğine inanıyorum. Bunca karmaşık meseleyi sembolik bir-iki girişimle tatlıya bağlamak ne yazık ki mümkün değil. Diğer taraftan, tüm sembolik barışma, anlaşma, uzlaşma girişimlerini baştan ve toptan, 'kandırmaca' diye reddetme tavrını da anlamakta zorlanıyorum. AKP gibi muhafazakâr bir parti, iyi kötü bir açılım yapma gereği duymuş, eleştirilecek, kurcalanacak yanlarını sonuna kadar tartışalım, ama bunları hemen hile ve desise diye bir tarafa atmayalım diyorum. Dahası, 'Madımak unutturulmak isteniyor, bunca yılın zulmü bir kalemde örtbas edilmeye çalışılıyor' gibi kindar bir yaklaşımının eleştirellikle alakasını kurmakta zorlanıyorum.
Sadece Alevilik konusunda değil, buna benzer her konuda, Kürt meselesinde, Ermeni meselesinde, geçmişten hiç bahsetmemek, kısa yoldan sünger çekmeye çalışmak iş değil. Böylesi bir unutkanlık, geçmişin hoyratlıklarının hesaplaşmasını yapmadan geçmek, genelde hoyratlıkla hesaplaşmamızı engeller, istediğimiz bu olmamalı. Zira, geçmişindeki hoyratlıkla yüzleşip, hesaplaşmadan gerçekten uzlaşmaya, barışmaya imkân yoktur. İmkân olduğu iddiası, onursuz bir kimliğinden kişiliğinden vazgeçme/vazgeçirme tavrından başka bir şey değildir. Ben insanların kimliği, kişiliğinden vazgeçerek barışmasını, mümkün olduğu durumda onursuz bulan, barışmaları onursuzluk üzerine kurmaktan son derece rahatsız olan biriyim.
Ancak, bu türden bir unutkanlığa/unutturmaya karşı çıkmak, geçmişi sürekli canlı tutmaya, devreye sokmaya çalışan 'kindar bir hafıza'ya dönüşmemeli. Böylesi de, toplumsal barış ve uzlaşmaya engel olur. Böylesi kindar bir hafızanın vaat edeceği tek şey, kan davası gütmek veya ilelebet diş bilemeye devam etmekten başka bir şey değil.
Hem Alevi iftarı, hem de bu esnada cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi talebinin Ankara 6. İdare Mahkemesi tarafından reddedilmesi vesilesi ile gündeme gelen diğer bir konu da, bu ülkede Sünni-Alevi eşitliği meselesi. Malum, hukuki zeminde ilk bakışta bir eşitisizlik söz konusu değil. Her şeyden önce, mezhep, meşrep nüfus kimliklerimizde yer almıyor, bu önemli bir husus. Ama, bunun ötesinde, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı gibi temel kurumlardan birini Sünni anlayışının belirlediği bir gerçek. Bunun ötesinde hâkim Müslüman kimliğinin Sünnilik üzerinden tanımlandığı da bir gerçek.
Ancak, bu mesele de, bazı Alevi çevrelerinin iddia ettiği gibi, kısa yoldan halledilebilecek bir konu değil. Yani, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Alevilere bütçe ayırması, cemevlerinin ibadethane sayılması üzerinden bir çözüm kolaylıkla formüle edilemez. Bu türden bir çözüm önünde, üstelik de laiklik açısından hukuki engeller ve sorunlar var. Bunlar hiç de yabana atılacak sorunlar değil. Evet, Türkiye'de laiklik hâkim unsurun Sünni olduğu varsayımı üzerinden kurumsallaşmış vaziyette. Ancak bu, yine bazılarının iddia ettiği gibi, aslında laiklikle çeliştiği için, bir kalemde hallolabilecek bir mesele değil. Zira, laiklik, din ve devlet işlerinin, yani din ile toplumsal hayatın düzenlenmesinin ayrışması ilkesi üzerinden kurulup, kurumsallaşıyor, ancak laiklik, hiçbir durumda, uzayda zaman ve mekânın olmadığı bir alanda tanımlanıp kurulmuyor. Her ülkede, ister istemez tarihsel, kültürel, toplumsal gerçekler üzerinde kurumsallaşıyor. Tam da bu nedenle (yine her zaman verdiğim örneği vereyim) Fransa ve Türkiye, katı laik sistemi benimsemiş ülkeler ama birinde Kurban Bayramı resmi tatilken, diğerinde Noel resmi tatil. Sadece resmi tatil konusu bile, laiklik dediğimiz şeyin kaçınılmaz sınırlarını dikkate almak açısından çok önemli bir kalkış noktası. Ders kitabı tanımları ile bu konuları tartışmaya kalkanlar, inanç grupları konusunda, mutlak eşitlik iddiası hayata geçirilebilse, birçok ülkede yılın yarısının inanç gruplarına göre tatil ilan edilmesi gerektiğini bir an olsun düşünmek zorundalar.
Alevilik konusunda mesele tatil olmayabilir, ancak Alevi talepleri konusunda da benzer akıl yürütmeleri yapmak zorundayız. Bunları, Alevilerin veya başka toplumsal grupların demokratik taleplerine kulak tıkayalım, konuşmayıp, dikkate almayalım diye demiyorum. Ne türden bir talep ve siyasi tartışma söz konusu olsa, hemen sahne alıp, 'Burası ne biçim ülke, bu kadar doğal bir talep nasıl karşılanmaz, vay faşistler, vay, statükocular' diye ortalığı kasıp kavurma iddiasında bir Üçüncü Dünya demokratlığı ile bu derece çetrefil meseleleri halletme konusunda hiç yol alamayacağımızı hatırlatmak için söylüyorum
Nuray Mert
RADİKAL - 15 Ocak 2008