Başbakan’ın istemi üzerine, Prof. Ergun Özbudun'un başkanlığında hazırlanan anayasa taslağında, laik devlet, “farklı dini inançlara eşit uzakta duran, dinler arasında ayrım yapmayan devlet” olarak tanımlanmaktadır.
Her şeyden önce bu tanımın yeni olmadığını, üç yılı aşkın bir süre önce “84. Milli Egemenlik Haftası” dolayısıyla TBMM’de düzenlenen bir sempozyumda, Başbakan tarafından savunulan bir tanım olduğunu belirtmeliyim.
Başbakan’ın laik devlet anlayışı ile sipariş üzerine kapalı kapılar ardında hazırlandığı söylenen anayasa taslağındaki anlayış birebir örtüşmektedir.
Taslak bazı çevrelerce savlandığı gibi sipariş ürünü olabilir de olmayabilir de. Önemli olan taslağın sipariş ürünü olup olmaması değil savunduğu laiklik anlayışının ülkemizin içinde bulunduğu koşullarda yaşama geçirilip geçirilemeyeceğidir.
Her ne kadar “değiştim” diyorsa da söz, tutum ve davranışlarıyla değişmediğini sık sık açığa vuran Başbakan’ın dinler arasında ayrım yapmayan bir devlet anlayışına ulaşması, kanımca, kesinlikle olanaksızdır.
Bu noktada akla, laikliğe yeni tanım getirme girişiminin arkasında yatanın ne olduğu sorusu takılmaktadır.
İçtenli kanım odur ki bu girişim, AB’ne ve ülkemiz demokrat kamuoyuna demokratikleşiyoruz mesajı vermeyi amaçlayan içtenlikten tümüyle yoksun, göz boyamacı bir girişimdir.
Başbakan bir yandan şeriat devleti ile demokrasinin bağdaşmayacağını bile bile devleti dinselleştirme doğrultusunda kararlı adımlarla yürürken öte yandan da toplumu “demokrasi masalları” ile uyutmaya çalışmaktadır.
Başbakanın “dinlere eşit uzaklıkta olan devlet” önerisi, acıdan kıvranma vakti yaklaşan sünnet çocuğunun eline çekici bir oyuncak ya da çikolata tutuşturma davranışını çağrıştırmaktadır.
Devlet mekanizmasının kilit noktalarına kendi dinsel inanç çizgisindeki kişileri yasaları teğet geçerek yerleştirmesi, eğitimi elinden geldiğince dinselleştirmesi, kendine yakın sermaye grupları oluşturması, devletin ve yandaş belediyelerin tüm maddi olanaklarını oy için seferber etmesi, tüm bunlardan daha üzücü ve daha ürkütücü olmak üzere “yargıyı siyasal iktidarın etki alanı içine çekmeye çalışması” ve benzeri davranışları Başbakan’ın “dikta heveslisi” olduğunun açık göstergeleridir.
“Başbakan’ın dinler arasında ayrım yapmayan bir devlet yapılanmasından yana olduğunu söylemesi, inandırıcı olmaktan çok uzaktır.”
Başbakan bu konuda kendisine haksızlık edildiğini düşünüyor “gerçekten samimiyim” diyorsa Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması ve devlet okullarında din dersi okutulmasına son verilmesi için gerekli anayasa ve yasa değişikliklerinin ivedilikle yapılması doğrultusunda ağırlığını koymalıdır.
Üyesi olmak için sözde can attığımız AB ülkelerinin hiçbirinde, bizim Diyanet İşleri Başkanlığı’na benzeyen,yalnızca belli bir dine de değil, belli bir dinin belli bir koluna, sünni islama, her türden hizmet sunarken tüm öteki dini inançları yok sayan resmi bir din kurumu yoktur. Bu ülkelerde din işleri resmi bir kurum aracılığıyla devletçe değil ilgili inanç topluluklarınca yürütülür.
Bu noktada ilgililere AB eski Türkiye görevlilerinden Krechmer’in ülkemize yaptığı bir görev ziyareti sırasında açık ve net bir biçimde “laik devlette resmi din kurumu olmaz” sözleriyle yaptığı uyarıyı anımsatmanın yararlı olabileceğini düşünmekteyim.
Krechmer’in bu uyarısına Başbakanın AB’ne girmek gibi bir derdi olmadığını bildiğim halde konuya açıklık getirmek için değindim.
Çağdaş, laik ve demokratik toplumlarda dinin devlet işlerine, devletinde din işlerine karışmadığı, din adamı yetiştirme, dini öğretme, ibadet yerlerinin yapım bakım ve onarımını sağlama, din görevlilerinin aylık ya da ücretlerini ödeme gibi din hizmetlerinin devletin gözetim ve denetiminde ilgili dini topluluklarca yürütüldüğü herkesçe bilinen bir gerçektir.
Böylesi toplumlarda, belli bir dini inanç topluluğuna sunulan hizmetler için yapılan tüm harcamalar, o inanç grubunca karşılanır. Hiç kimse bir başkasının dını iınanca ilişkin harcamaları için tek kuruş ödemez.
Laik devlet belli bir inanç topluluğunu “çoğunluktalar diye baştacı edip ötekileri yok saymaz”. Bizde olduğu gibi yok saymanında ötesinde ötekileştirdiklerini iteleyip kakalamaz, aşağılamaz, karalamaz.
Başbakan alevi dedelerine devletten aylık ödeyerek sorunu çözebileceğini sanıyorsa büyük bir yanılgıya düşmüş demektir. Bu yaklaşım ,soruna çözüm getirmez, onu daha da ağırlaştırır.
Bu karmaşık sorunun tek sağlıklı çözüm yolu, uygar batılı toplumlarda olduğu gibi “devletin dinden elini eteğini ve de desteğini çekmesi, din işlerinin yürütülmesini dini inanç topluluklarına bırakmasıdır.”
Necati Cebe
15 ve 16.Dönem Balıkesir Milletvekili
Alevi Haber - 16 Aralık 2007
www.alevihaber.com