Nabi Yağcı : Melez güzeldir

Nabi Yağcı : Melez güzeldir..."Hacıbektaş'ta dinlediğim bir öyküden söz etmeden geçemeyeceğim. Hacıbektaş Alevi Türklerin...

Nabi Yağcı : Melez güzeldir

..."Hacıbektaş'ta dinlediğim bir öyküden söz etmeden geçemeyeceğim. Hacıbektaş Alevi Türklerin yaşadığı bir yöre. Camide ibadet etmenin Sünni Müslümanlara ait bir uygulama olduğunu bildiğim için Hacıbektaş'ın Alevi köylerinde gördüğüm camiler ilgimi çekti. Merakımı yenemeyip sadece Alevilerin yaşadığı köylerde neden cami olduğunu sordum. Gülümseyerek ‘Devletin bu bölgeye yaptığı yardımdır' dediler. ‘Nasıl yani?' diye üsteledim. Devlet, bir dönem planlı, programlı bir şekilde bölgedeki bütün Alevi köylere cami inşa etmiş. Bir kısım köylerin halkı da ‘çoğunluğa uymak' için kendi camilerini kendileri yapmış. Öykünün traji-komikliği burada da bitmiyor. Bu camilerin ne imamı var ne de cemaati. Bir gün resmi üniformalı bir albay köye gelerek cuma namazı kılmak istediğini söylemiş. ‘Buyur albayım' demiş köylüler. Caminin kilitli kapısını açmak için verilen uğraş, olmayan imamı arama gayreti ve albayın tepkileri bu öyküye neredeyse komik bir fıkra özelliği kazandıran öyle ince bir mizahla aktarıldı ki bugün bile hatırladığımda gülümsetiyor beni."...

Nabi Yağcı : Melez güzeldir

Geçen haftaki konuma bıraktığım yerden devam ediyorum. Fotoğraf sanatçısı Attila Durak, Anadolu insanının görüntülerinde gündelik yaşamın içine sinmiş tarihin etnik ve kültürel izlerini sürüyor. Ortaya çıkan yapıta "Ebru" adını vermiş.(*) Mozaik değil de ebru. Çünkü mozaikte parçalar arasında bir geçişkenlik, devinim yoktur, oysa ebruda renkler hem karışır hem ayrı durur veya bir ergime potasında olduğu gibi bir hâkim renk içinde yok olup gitmezler.

Diğer yandan günümüzde etno-kültürel farklılıkları asimile ederek tektipleştirici hegemonyacı ırkçı, milliyetçi yaklaşımlara karşı bir tepki olarak ortaya çıkan çokkültürlükçülük de yetersiz görülüp eleştirilmekte. Farklı olma hakkını tanımaksızın farklılıkları folklorik bir öğe gibi gören biçimsel çokkültürlülük eleştirildiği gibi demokratik ortak yaşamı öngörmeyen, farklılıkları dondurarak karşılıklı etkileşimleri yoksayan ve böylece mikro-milliyetçiliklere kapı açan mozaikçi çokkültürcülük anlayışları da eleştirilmekte. Ebru metaforu simgesel de olsa, kanımca bu arayışa bir yanıt getirmekte.
 
Renkler cümbüşü

Attila Durak'ın fotoğrafladığı insanları görüp, kimliklerini okuduğumuzda muhteşem çeşitliliğe hayran kalmamak olanaksız. Anadolu'da, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Arap, Azeri, Arnavut, Gürcü, Boşnak, Pomak, Tatar, Kazak, Çerkez, Laz, Uygur, Roman gibi hâkim etnik renklerin yanı sıra Bulgaristan muhaciri, Yunanistan muhaciri, Afgan göçmeni gibi daha farklı etno-kültürel öğeler de yer alıyor. Üç büyük dinin ve onlara ait mezheplerin varlığı bilinmekte fakat asıl ilginç olanı farklı din ve inançların, etnik ve kültürel öğelerin karışımını görmek: Fotoğrafların altında örneğin şu kimlik tanımlamalarını okuyoruz: Sünni Kürt, Sünni Türk, Sünni Arap; Alevi Türk, Alevi Kürt, Alevi Arap; Müslüman Arap, Hıristiyan Arap; Çepni (Sünni Türkmen), Alevi Zaza, Sünni Zaza, Sünni Yörük, Tahtacı (Alevi Türkmen), Süryani vs. Bu renk cümbüşüne dil çeşitliliğini de ekleyin. Rumca konuşan Müslümanlar da var örneğin. Dilin yanına müziği, tınılardaki senfoniyi; mutfaklarımızdaki damak tadı zenginliğini de koyun. Muhteşem. Bir de onlarca yıldır bu zenginliği "Anadolu'yu Türkleştirme" politikası ile tektipleştirip yok etmeye çalışan ve halen sürmekte olan resmi devlet politikalarını düşünün. Çok yazık.

Üç cami fotoğrafı ilgimi çekti: Biri Gürcü/Maçaheli; öbürü Özbek/Ovakent; diğeri Sünni Arap/Midyat'tan. Müslümanların ortak ibadet mekânı cami ama bu üç cami de mimarisi, renkleri, insanların kıyafetleriyle birbirinden çok farklı, her biri kendi etnik ve kültürel farklılıklarını çok açık biçimde yansıtmakta.

Attila Durak'ın anlatımına dönelim yeniden: "Doğu ve Güneydoğu Anadolu ebruli renklerin kentlerde bile en belirgin ve en parlak biçimlerde görülebildiği bölgeler. Bu yörelerde kültürel farklılıkların, kültürel çeşitliliğin sürmekte olduğu, fazla derinliklere bakmak zorunda kalmadan kolayca fark ediliyor. Öte yanda Türkçe, Kürtçe, Ermenice söylenen ortak türküler; Kürtler, Süryaniler, Ermeniler ve Araplar tarafından paylaşılan deq (dövme) gibi süsler; çeşitli gruplar tarafından kullanılan poşiler ve bunlara benzer birçok unsur, bu renklerin birbirinin içine geçmiş ve birbirine karışmış olduğu alanlara da dikkati çekiyor ve insanı yöredeki kültürel geçişlikleri görmeye itiyor."
 
Hoşgörüsüzlük de yaygın

"Mardin çok sayıda Süryaninin yaşadığı, halkın Türkçeden çok Arapça, Kürtçe ve Süryanice konuştuğu, taş konut mimarisinin özgünlüğüyle ün kazanmış bir kent. Burada değişik dönemlerde yapılmış İslam anıtlarıyla Hıristiyan yapılarını yan yana görmek mümkün. Külliye, cami ve medreselerin yanı sıra Katolik ve Ortodoks Süryanilere, Katolik ve Gregoryen Ermenilere ve Keldanilere ait kiliseler başka şehirlerde de yaşanmış ve kaybolmuş birliktelikleri hayal edebilmemize yardımcı oluyorlar." (…)

"Ancak Mardin'de sadece birlikte yaşama örnekleri değil, en yakınımızdakilere duyulan uzaklığın da örneklerini gördüm. Müslümanların, Hıristiyanların ve Yezidilerin birlikte yaşadığı Midyat'ta Yezidilerle ilgili çalışma yaparken birisini gösterdiler. Anlatılanlara göre bu genç adam sık sık Midyat'ın Müslüman halkının şakalarına konu edilirmiş. Ben insanların ‘şaka kurbanı' olarak seçtikleri bir kişinin gülünç maceralarını dinlemeye hazırlanırken anlatılan öykü kanımı dondurdu. Yezidilerin, etraflarına kendilerini çevreleyen bir halka çizildiğinde bu halka bir başkası tarafından silinmedikçe içinden çıkamamalarını gerektiren bir inançları var. Bu gencin kızgın güneş altında saatlerce halkanın silinmesi için yakarmasının eğlence konusu edilmesi epeyce düşündürdü beni. Bu uygulamanın, dünyanın çeşitli bölgelerinde Yezidilerle birlikte yaşayan Hıristiyan ve Müslüman grupların yaygın eğlence konusu olduğunu sonradan öğrendim. Kendi inançlarımızı kutsal ve dokunulmaz olarak kabul ederken kendimizinkinden farklı olan inançlara saldırabilmek, o inançları aşağılayabilmek veya eğlence konusu yapabilmek bütün yolculuğum boyunca sık karşılaştığım yaygın bir eğilimin tezahürüydü. Farklı olana yöneltilen hoşgörüsüz, saygısız, aşağılayıcı ve saldırgan tutumlara Türkiye'nin her yöresinde rastladığımı söyleyebilirim." (…)
 
Ebrumuzu tanıyalım

"Karadeniz Bölgesi'nde kendilerini Laz, Gürcü, Hemşinli ve Çepni olarak tanımlayan pek çok kişiyi fotoğrafladım. Kendilerini herhangi bir tanımlama içine sokmayan (veya sokamayan) ilginç bir grup bu bölgedeki Rumca konuşan Müslümanlardı. (…) Karadeniz Bölgesi'nde halkın yaygın şikâyet konularından birisi köy isimlerinin değiştirilmesi, Türkçeleştirilmiş olmasaydı. (…) Çerkezlerde evlerin duvarlarına aile büyüklerinin fotoğraflarını asmak çok yaygın bir âdet. Uzunyayla'da beni misafir eden Çerkezlere bu fotoğraflarda gördüğüm Çerkez kamalarını, göz kamaştıran güzellikteki giysileri ve gümüş kemerleri saklayıp saklamadıklarını sordum. '1980 darbesinden sonraki silah toplama operasyonlarında Rusya'dan gelmişliğimizden midir nedir erkeklerin geleneksel giysilerini süsleyen bütün kamaların, fişekliklerin toplandığını söylediler. Bu ata yadigârlarını toprağa gömerek kurtarmak isteyenler olmuşsa da çoğu kaybolmuş, çürümüş' dediler." (…)

"Hacıbektaş'ta dinlediğim bir öyküden söz etmeden geçemeyeceğim. Hacıbektaş Alevi Türklerin yaşadığı bir yöre. Camide ibadet etmenin Sünni Müslümanlara ait bir uygulama olduğunu bildiğim için Hacıbektaş'ın Alevi köylerinde gördüğüm camiler ilgimi çekti. Merakımı yenemeyip sadece Alevilerin yaşadığı köylerde neden cami olduğunu sordum. Gülümseyerek ‘Devletin bu bölgeye yaptığı yardımdır' dediler. ‘Nasıl yani?' diye üsteledim. Devlet, bir dönem planlı, programlı bir şekilde bölgedeki bütün Alevi köylere cami inşa etmiş. Bir kısım köylerin halkı da ‘çoğunluğa uymak' için kendi camilerini kendileri yapmış. Öykünün traji-komikliği burada da bitmiyor. Bu camilerin ne imamı var ne de cemaati. Bir gün resmi üniformalı bir albay köye gelerek cuma namazı kılmak istediğini söylemiş. ‘Buyur albayım' demiş köylüler. Caminin kilitli kapısını açmak için verilen uğraş, olmayan imamı arama gayreti ve albayın tepkileri bu öyküye neredeyse komik bir fıkra özelliği kazandıran öyle ince bir mizahla aktarıldı ki bugün bile hatırladığımda gülümsetiyor beni."

Yazımızı sanatçımızın şu sözleriyle noktalayalım: "Fotoğraflarım, ülkemin insanlarına duyduğum derin sevgi ve saygıyı yansıtabiliyorsa bütün hırpalanmışlığı, hüznü ve ızdırabı içinde farklılıktan ve çeşitlilikten doğan güzelliği aktarabiliyorsa, insanların günlük yaşamları içinde görmüş olduğum, renkleriyle ışıltısı hiç de sıradan olmayan bir ‘ebru'yu fotoğraflayabildiğimi düşünüp kendimi ‘başarılı' addedeceğim."
 
(*) Attila Durak. Ebru/ Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar / Metis.

Nabi Yağcı
REFERANS - 30.08.2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku