Efkan Şeşen'in devrimci ve hümanist yaklaşımına paralel tuttuğu toplumsal muhalefete destek çıkan müziği kendisini ilk yıllardan bu yana protest müziğin başucu isimlerden biri yapmaya yetiyor. 70 li yılların sonunda dönemin gençlik hareketlerinde yer alan, 1980-1987 yıllarını hapishanede geçiren ve bu süre zarfında müzikal yetkinliğini fark eden şarkıcı dışarı çıkmasıyla beraber dönemin en üretken gruplarından Yorum'la müzikal kariyerine başlıyor. 91' yılında gruptan ayrılan ve “Dokuz Altı Yollarında” adlı albümüyle solo müzik kariyerine başlayan Şeşen her seferinde müziğinde yeni arayışlara yelken açmaya devam ediyor ki bu sefer beklenmedik bir sürprizle dinleyiciyi kucaklıyor: “Renkler ve Islıklar” adlı yeni albümünde farklı ülkelere ait halk melodilerine ıslığı ile hayat veren şarkıcı, ıslığını halkların kardeşliği için çaldığını vurgulayarak 'birarada yaşayabiliriz' mesajı veriyor.
» Politik kimliği olan bir müzisyen olarak “Renkler ve Islıklar”da farklı dil ve kültürlerden ezgileri ıslıkla seslendirip söze gerek duymamanız “sözün bittiği yer” anlamına mı işaret?
Yıllarca söz ve müziği kendisine ait besteleri yorumlamış bir müzisyen olarak, albümlerimde toplumsal hayatın dinamiklerini ve yaşamı yeterince sorguladığımı düşünüyorum. “Renkler ve Islıklar”da sözün bazen yetersiz kaldığının altı çizilerek, ıslığın bu ezgilere çok yakışacağını düşündüm. Beste sürecinde ıslığı ilk enstrüman olarak kullanmam, çok iyi ıslık çalmam ve vefa borcumu ödemek adına bu albümü kurguladım. Ses tellerini kullanmadan diyafram gücüyle çıkardığınız ıslık insanoğlunun kullandığı ilk enstrümanlardan. Bu kararımın ne kadar yerinde bir iş olduğunu Amerika'dan, Hollanda'dan, Singapur'dan mail'ler alıp, konserlere davet edilmemle daha iyi anlamış oldum. Tamamı ıslıktan oluşan, bilinen ilk ve tek albüm olduğu düşünülürse cesur bir girişim olarak da değerlendirilebilir.
» Albümdeki barış argümanlı şarkılara başka bir perspektiften bakınca ırkçı, şoven tavra karşı atılan bir adım olarak ele alabilir miyiz?
Etnik ve bölgesel insan ayrımcılığın gün be gün şiddete kucak açtığı bu dönemde dünya renklerini, halkın melodilerini ıslıkla çalmak dünya halklarının kardeşliği için çalmak anlamı taşıyor. Çünkü bu ezgilerin çıkış kaynakları aynı toplumsal ilişkiler, aynı duygulardır. Bir türkü gerekirse 10 ayrı dilde okunsun, kime ait olduğu önemli değildir, bizimdir; bunu hatırlatma çalıştım. Ayrımcılık keskin hatlarıyla hayata sinmiş durumda. İnsanların Kürt, Ermeni, Laz veya herhangi bir ırka sahip olduğunu için dışlanması sadece Kürtlerin, sadece Lazların ya da sadece Ermenilerin problemi değil, hepimizin problemidir.
» Ötekileştirme politikası dahilinde, herkesin bir diğeri için yabancı olmasının çokkültürlülükle ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
İnsan olmak, insanca yaşamak hepimize ait değerler. Ayrı ayrı farklılıklarımız olmasaydı koca bir biz nasıl olurduk? Biz aslında tüm milletlerden çok daha renkli bir kültüre sahibiz. Müziğimizle, mutfağımızla, ezgilerimizle. Buna rağmen büyük tahammülsüzlüklerin ve ayrımcılığın tohumlandığı bir ülke olmamız huzursuzluk veriyor. Bu bağlamda ıslık albümünün kurgusunda da bir bilinç söz konusu. 'Birarada yaşayabiliriz' mesajı var.
» Albümde bestesi size ait olan “Dünyanın Gözyaşları”nda dünyaya ait hangi kaygılarınız yer alıyor?
Yüreğimden kopan bir beste olarak acımı dile getirdim. Dünyada 10 yıl sonra buz kalmıyor, 100 yıl sonra sular 1.5 metre yükseğe çıkacak, zaten iklimler değişiyor. İnsanoğlu kendi elleriyle kıyamet yaratıyor. Karbondioksiti dünyaya salan emperyalizmin ülkeleri, Türkiye'yi çöplük gibi görmeye devam ediyor. Bizim Fındıklı'nın derelerine şimdi santral kuruyorlar. Bizim ülkemiz de 'gel buyur' diyor. Bizim gibi mücadele geleneğini edinememiş toplumlarda, insanlar yollarını, havalarını, yitirmeye başlarlarsa bilinçlerini de kaybederler. Mücadele geleneğimiz az olduğu için bunu katmerli yaşıyoruz. Dolayısıyla bilinçli yaşayan insanlar için bu ülke dayanılmaz bir hale geldi. Birileri, “Ben burada zordayım, ben burada tehlikedeyim, ben burada kendimi ifade edemiyorum” diyorsa ve bu sesler her geçen gün artıyorsa iş çığırından çıkmış demektir.
» 80-87 arasını hapishanede geçirmiş, toplumsal muhalefetin şarkıcılarından biri olarak şu an politikayla aranızda nasıl bir ilişki var? Türkiye halkı politikaya ne kadar dahil?
Halk politikanın kör noktasında. Kör olmasıyla beraber sağır ve dilsiz. Rantiyeye doğru giden siyaset anlamını yitirdi ve insanlardan uzaklaştı. Toplumda sorumluluk duyarak geleceği temsil edeceğine inandığım sol siyasette büyük kırılmalar, hacimli bir geriye düşüş var. Sol, topluma güven verme konusunda çok marjinal bir yapı kazandığı için güvenini kaybetmekte. Bir dönem siyasetle ilgilenmiş birisi olarak, benim için en önemli sorun güven ilişkisidir. Benim kapımın önünde sorunla ilgilenecek, bunu değiştirebilecek bir örgüt ararım. İşte o güven veren örgütlülük hiçbir alanda yok. Bugün güven bunalımı var. Bu yüzden belki ben daha çok küçük adımlardaki samimiyet ve ciddiyeti önemserim. Bunu politikaya dönüştürmek isteyenler varsa bu adımları kurgulasınlar lütfen. Küçük yerlerde sağlanacak başarıların büyük yerlere gürül gürül akacağını savunuyorum.
» Grup Yorum için yapılan okul benzetmesi için yorumunuz nedir?
Grup Yorum günleri çok kültürlü müziğin yorumu anlamında iyi bir ifade alanıydı. Yorum, iyi çalışan, müzik üreten ve kendini eğiten bir grup olarak temelini halktan alan bir okuldu. Bu yüzden stüdyo ve aranje deneyimleri Yorum'da yetişen müzisyenlerde sağlamdır. O dönemlerde müziğin anlamı ve hissettirdikleri çok farklıydı.
» Ülkenin dönemleri dahilinde hangi dönemde müziğinizi daha rahat ifade edebiliyordunuz? 12 Eylül'den sonra evrilen hayat sizi müziğinizde yeni yorum arayışlarına sürükledi mi?
12 Eylül sonrası hayat yeniden kurgulanmaya başlandı. Hayat demokrasi yönüyle erozyona uğramıştı; artık kimse eskisi gibi değildi. Uykudan ürpertiyle uyanıp boşlukta hissetmek gibiydi. Özgürlüğün elinizden alınmasının tarifi olamaz. Müzik de yeni bir yöne kaymıştı. 90'lı yılların çok çeşitli ve daha deneysel olması da darbe süreciyle ilgili. Yeni arayışlar müzikte hakimdi.
Bu çabalar kalitenin, gelişmenin, müzikte evrenselleşmenin ölçütüydü. Bölgeselliğin, yerelliğin, etnik durumların üstünde olan bir çabaydı. Albümlerimiz çıktığında eleştirmenler tarafından daha iyi sorgulanırdık, eleştirilirdik. 2000'ler yaratıclığı öldürdü. Ahmet'in, Mehmet'in adamıysan, falanca medya kuruluşunun yakınıysan, hele bir de falan-filan etnik yapıya dahilsen, ne okursan oku “bizim adamımız” oluyorsun.
» Medyanın sadece kendi himayesindeki müzisyenleri desteklemesi müziğin çok kültürlülüğünü ne ölçüde etkiliyor?
Bölgelerdeki farklı etnik yapılar kardeşçe yaşayıp etkileşmelerine rağmen, sanatçıların çıkışlarında bu yerellik, yerel ağızla öne çıkmaya başladı ki, bir anlamda önceleri çok sağlam çakılmış bir basamak çatırdadı. Ruhi Su usta derdi ki; “Biz türküleri daha kentli, daha evrensel ifadeyle söylemeliyiz.” Buralardan bir dönüş yapıldı. O zaman ne oldu, medya da bunun peşine takıldı, barlarda türküler kötü formlarda dillendirildi ve müziğin etrafında kazanç sağlamak adına bir gerileme süreci yaşandı.. Bahsetmiş olduğum arabeskleşmeyi sahnede, danslarda da görmüyor muyuz? Turistleri Marmaris'te eğlendirirken yapılan, karman çorman işlere döndü. 2000 öncesi kitlelerle çok iyi alışveriş içindeydik, sadece müzikal anlamda değil, düşünsel olarak da paylaşım alanlarımız vardı. Biraraya gelir, ülke ve barış hakkında yorumlar yapardık.
***
Dillirga benden izinsiz para karşılığı satılıyor
» Islık melodisi size ait olan “Dillirga” adlı Kıbrıs Halk Türküsü melodisi size hiçbir telif ödenmeden satılmaya devam ediliyor. Davalık olan bu konuda mağduriyetiniz giderilebilecek mi size göre?
Islık albümünü hızlandıran bir faktör olarak uğradığım bu haksızlığı sayabilirim. Dillirga'yı 5. albümde okumuştum. 2000'lerin başında sahnede ıslıkla performansını yaptığım bölüm kim olduğunu bilmediğim birileri tarafından kaydedilip yıllar sonra satışa sunuluyor. İş rayından tamamen çıkmış durumda, gazetelerde, televizyon kanallarında yurtdışına bile satılıyor. Benim adım ise hiçbir şekilde geçmiyor. Mahkeme devam etse de, hukuk işleyişi ülkemizde malum olduğundan davama çok bel bağlamıyorum. Sırf bu yüzden albümde “Dillirga 35 saniye” adı altında, bu konuya ironik yaklaşarak kamuoyunun vicdanına seslendim.
Tüm bu olup biten karşısında medyanın davamla hiçbir şekilde ilgilenmediğini bilin istiyorum. Onlara daha heyeacanlı işler lazım, ortada kan olması lazım. Tüm bunlar sanatın Türkiye'deki yerini bize hatırlatıyor. Sanatçının ne denli yalnız ve çaresiz olduğunu.
Tacım Açık / BİRGÜN - 27 Nisan 2008