Biz
– On beş kasap çengelinde sallanan
On beş kesik baş
– On beş arkadaş
– Yoldaş
Bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 kanunusaniyi* unutma!
Nazım Hikmet Ran
Mustafa Suphi, 1883’de Mustafa Kemal’in doğumundan iki yıl sonra Giresun’da doğdu. Babasının görevi nedeniyle Kudüs ve Şam’da, ortaöğrenimini Erzurum’da gördü. İstanbul’da Hukuk Mektebi’ni bitirdikten sonra Fransa’ya gitti. Paris’te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu’nda öğrenim gördü (1910). Ahmed Ferit (Tek) tarafından çıkarılan ve Milli Meşrutiyet Fırkası’nın sözcülüğünü yapan İfham gazetesinde, yazı işleri müdürü olarak çalıştı. İstanbul’daki ilk yıllarında İttihat ve Terakki yanlısıyken, baskıcı uygulamaları nedeniyle, sonradan bu örgüte muhalif bir çizgi izlemeye başladı.
Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra Sinop’a sürüldü. 1914’te birkaç arkadaşıyla birlikte Rusya’ya kaçtı. Ekim 1917’deki Sovyet Devrimi’nden sonra Moskova’ya gitti. Tatar-Başkırt devrimcileriyle birlikte Yeni Dünya gazetesini çıkardı. Moskova’da I. Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’nin ( 25 Temmuz 1918) ve I. Müslüman Komünistler Kongresi’nin (Kasım 1918) toplanmasına ön ayak oldu. 10 Eylül 1920’de yine Bakü’de toplanan, TKP I. Kongresi’nde, sosyalistlerin birliğini sağlamaya yönelik etkin girişimlerde bulundu.
10 Eylül 1920'de Bakü'de kurulan TKP'nin kurucu kadrosu partinin yasal çalışmaları için zemin yaratmak için Anadolu'ya geçerler. 28 Aralık 1920'de yanlarında yeni Sovyet Elçisi Budu Mdivani ile birlikte Kars'a gelen TKP heyeti resmi törenle karşılanır. Tarihçilerin Mustafa Suphiler için değil Sovyet elçisi için yapıldığı görüşünde birleştikleri resmi törenin ardından heyet üç hafta boyunca Kars'ta kalarak çeşitli görüşmeler yapar. 18 Ocak'ta Ankara'ya geçmek için Erzurum'a doğru hareket eden heyet, dört gün süren tren yolculuğundan sonra 22 Ocak'ta Erzurum'a vardı.
Buradan sonrası için Birgün gazetesinden okuyalım:
'Onbeş Kesik Baş, Onbeş Arkadaş, Yoldaş…'
Erzurum'da Mustafa Suphi ve yoldaşlarını karşılayanlar gericilerdir. Şehre gelmelerinden önce örgütlenen karakalabıklar nedeniyle Erzurum'a girmelerine izin verilmeyen heyet Bayburt'a gönderilir. TKP heyetine önce Trabzon'a oradan İnebolu'ya oradan da Ankara'ya gidebilecekleri söylenir. Bayburt'tan önce Maçka'ya geçen heyet, 28 Ocak'ta Trabzon'a ulaşır…
Başından sonuna kadar Kazım Karabekir tarafından yönetilen olaylar sonucunda yol boyunca kışkırtmalar sonucu türlü hareketlere ve saldırılara maruz kalan Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Trabzon'da Kâhya Yahya ve çetesi beklemektedir. TKP'li heyetin yolunu kesen Kâhya Yahya ve çetesi, heyeti limana doğru yönlendirir.
Mustafa Suphiler Trabzon'da
Burada yine kışkırtmalar sonucu saldırganlaşan Trabzonlu gericilerin gösterileriyle karşılaşan Mustafa Suphi ve yoldaşları uzun yolculuğa elverişli olmayan bir tekneye bindirilirler.
'Türkiye Komünist Gençler Birliği Azalarından Abdülkadir'in, Komüntern Arşivi'nde bulunan ve TÜSTAV Yayınları'nın 'TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri-2' kitabında yer alan 1 Ekim 1921 tarihli yazısında Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ölüme nasıl gittiklerini anlattığı satırlar:
'Mustafa Suphi Müdafaa-i Milliye reisine ve valiye hitaben söylediği ki: Biz Ankara'ya gideceğiz, Mustafa Kemal Paşa'ya arz-ı ubudiyet için geldik. Lütfen müsaade ediniz. Muhabere edelim. Ondan sonra, diyorken arkadan birisi tekme vurdu. Suphi yoldaş çamurlar içine yuvarlandı. Hamallar derhal taarruz ederek yüzüne tükürmek, çamur atmak ve döğerek motora sevk ettiler, artık arabadan indirilmiş arkadaşları birer birer döğerek tükürerek motora bindirdiler.' [1]
On beş komünist, Topal Osman'ın adamlarından Trabzon İskelesi kayıkçılar kâhyası olan Kâhya Yahya'nın çetesi tarafından Karadeniz açıklarında öldürülür. Cinayetin işlendiği o geceyi Nâzım Hikmet'in 'Kan Konuşmaz' isimli romanında şöyle anlatır: 'Karadeniz sağa, sola, ileriye bomboş uzanıp gidiyor alabildiğine. Ne bir vapur dumanı, ne bir yelken.
- Burada hepsini, Değirmendere'de, geceleyin bir motora bindirmişler. Ocak ayının 28'inde oluyor bu iş. Burada bir Yahya Kâhya var, kayıkçılar kâhyası, it mi, it. Topal Osman'ın adamı. Suphi'lerin motoru az açıldıktan sonra, Yahya Kâhya adamlarını başka bir motora yüklüyor. Bunlar Sürmene açıklarında rampa ediyor öteki motora. Suphi'ler 15 kişiydi diyorlar.' [2]
Trabzon'da işlenen cinayetin ardından Sovyetler, Mustafa Suphilerin akıbetini resmen sorar. Türkiye'den verilen resim cevap şöyledir: 'bir deniz kazasında öldüler'… Olay kapanır! Mustafa Suphi ve yoldaşlarının cinayeti, sorumluların ortaya çıkarılması iki ülkenin 'yüksek çıkarları'nın arasına sıkışıp kalır…
Cinayet zinciri
Cinayetin ardından tıpkı diğer 'faili meçhul' cinayetlerde olduğu gibi garip tesadüfler peş peşe gelir!.. 3 Temmuz 1922'de bu kez Kâhya Yahya 'faili meçhul' bir cinayete kurban gider. Olayı araştıran Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, cinayetin Atatürk'e yakınlığı ile bilinen Topal Osman Ağa'nın (Muhafız Birliği Komutanı) adamları tarafından işlendiğini ileri sürer. Katiller öldürülmüş, cinayetin üzerindeki sır perdesi bir daha kalkmamacasına örtülmüştür. Ancak garip tesadüfler devam etmektedir. 27 Mart 1923'te Ali Şükrü Bey, Atatürk' ile ters düştüğü gerekçesiyle Topal Osman tarafından öldürülür. Bu kadar tesadüf de olmaz diyenler varsa henüz 'tesadüflerin' bitmediğini belirterek devam edelim. Baştan beri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlini planlayan Topal Osman da 2 Nisan 1923 tarihinde Topal Osman, kendisini tutuklamaya gelen askerler tarafından çatışmada 'ölü ele geçirilir' ve TBMM'nin kararı ile Ulus Meydanı'nda ayağından darağacına asılır. Böylece Mustafa Suphilerden, Ali Şükrü Bey'den ve onların ölümünden sorumlu olan Kâhya Yahya ve Topal Osman'dan kurtulunmuştur!
Mustafa Suphi ve yoldaşlarını acımasızca katleden çetelerin cinayetleri, Cumhuriyet tarihi boyunca sürmeye devam eder. Kâhya Yahya, Trabzon'u haraca kesen, Topal Osman'a bağlı çetenin reisidir. Topal Osman'a gelince; kendisi Ermeni Tehciri sırasında birçok Ermeni'yi katleden, soyan çetenin reisi olarak, Trabzon'da Rum çetelerine karşı dövüşüyorum diyerek, şehirdeki bütün azınlıklara hayatı zindan eden, onları öldüren, mallarına el koyan biri olarak bilinmekte.Topal Osman'ı kimileri 'kahraman' olarak ilan ederek geçtiğimiz yıl Giresun'a heykeli diktiler. Heykeli yaptıran kişi ise tanıdık, Ergenekon Davası sanıklarından emekli General Veli Küçük… Çetelerin, çetecilerin 'kahraman' sayıldığı ülkemiz daha ne kadar 'kahraman' yaratacak bilinmez ama bilinen tek gerçek cinayetlerin 'faili meçhul' olmadığıdır. Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor!..
Komüntern Arşivi'ndeki belgeler arasında yer alan 'Türkiye Komünist Gençler Birliği azalarından Abdülkadir Yoldaş’ın 1921 yılında Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Trabzon'da katledilmelerini anlatan 'Abdülkadir Yoldaş’ın Layihası Kopyası' isimli yazısından bir bölümü, TÜSTAV Yayınları'nca yayınlanan Yücel Demirel'in çevirdiği 'TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri-2' kitabından 28 Kanunisani [Ocak] 1921 günü Trabzon'dayız, Abdülkadir Yoldaş anlatıyor…
'Suphi yoldaş çamurlar içine yuvarlandı'
Saat 9'da gelecek olan heyet saat yarımda geldi. Halkın kısm-ı azamı gitmişti. Yağmur yavaş yavaş yağıyordu. Hava dahi soğuk idi halkın dağılmaları üzerine derhal inzibat ve polis memurları yolları keserek halkın gitmelerine mani oluyorlardı. Fakat halk mahalle aralarından savuşuyordu. Saat yarımda kafile göründü. Değirmendere'de vali Müdafaa-i Milliye reisi ve azaları, polis müdürü bulunuyordu. Kafilenin takarrübünde ilk evvel bir zabit elindeki evrak ile Müdafaa-i Milliye reisi ile görüştü. Derhal zabıt tevkif edilerek sevk olundu. Esbabı sonradan anlaşıldı. O sırada Kâhya Yahya dahi rüsûmat dairesinden on tane hammal ve beş altı tane rençber on onbeş tane sepetli hammal çocukları dizerek geldi. Kafilenin takarrübünden beş dakika evvel tellal bağırdı. Gelen kafileye hakaret, tükürmek, çamura batırmak gibi birşeylerin yapılması hususunu teşvik etti.
Kafileden ilk evvel Mustafa Suphi çıktı. Derhal bir zabit karşı durarak şu suretle hitap etti. Mustafa Suphi, Mustafa Suphi bak 16 arkadaştan yalnız ben kurtuldum. Bakü'de Türkistan'da binlerce üsera kardeşlerimizi sen mahvettin, bunun üzerine teşvik edilen halk, hamal, rençberler, istemeyiz diye haykırdılar. Mustafa Suphi Müdafaa-i Milliye reisine ve valiye hitaben söylediği ki: Biz Ankara'ya gideceğiz, Mustafa Kemal Paşa'ya arz-ı ubudiyet için geldik. Lütfen müsaade ediniz. Muhabere edelim. Ondan sonra, diyorken arkadan birisi tekme vurdu. Suphi yoldaş çamurlar içine yuvarlandı. Hamallar derhal taarruz ederek yüzüne tükürmek, çamur atmak ve döğerek motora sevk ettiler, artık arabadan indirilmiş arkadaşları birer birer döğerek tükürerek motora bindirdiler. Bu suretle cereyanı arasında Kâhya adamlarından birisi Mustafa Suphi'ye fena bir lisanda bulundu. Nihayet halk birer birer dağıldı. Motor henüz iskelede duruyordu. Motorcunun bunları yalnız götüremeyecek, üzerine motora müsellehan on beşe karib asker bindirildi. Halk dağıldıktan sonra saat bir buçuk raddelerinde motor hareket etti. Bende oradan çekilerek aynı vakayı mümessil Ali Oruç yoldaşa şifahen anlatıyordum. Saat 4-5 raddelerinde motorun geriye döndüğünü haber aldık. İskeleye gittim, fakat hiçbir kimse ile temas ettirmiyorlardı. Geri dönmeye mecbur oldum. Artık sabah olduktan sonra görmek mümkün olur diye zannediyordum. Sabahleyin erken iskeleye gittiğimde motorun orada olduğunu (olmadığını) gördüm. Oradaki kayıkçılardan sordum. Motorun hareket ettiğini söylediler. Gündüz saat 8 raddelerinde motor boş olarak avdet ettim (etti). Tekrar motora avdet ettim. Fakat hiç bir tayfa ile temas ettirilmiyordu. Birkaç gün sonra tayfaların birisinden aldığımız malumata nazaran Sürmene açıklarında ayakları ve elleri bağlı olarak denize attıklarını söylediler. Yalnız Suphi yoldaşın ailesini geri döndüğü zaman Kahya tarafından çıkarıldığını haber aldık.[3]
O günden beri Mustafa Kemal’in olaydaki rolü aydınlanmadı. Yıllar sonra Mustafa Kemal ile yolları ayrılacak olan Kâzım Karabekir uzun bir süre yasaklı kalan anılarında, bu olayla ilgili olarak, “hayatımla ve namusumla oynadılar” diyecekti.
Yine yıllar sonra Mustafa Kemal’in Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) Bey, Yahya Kâhya’yı, 27 Mart 1923’te Mustafa Kemal’in yeminli muhalifi Ali Şükrü Bey’i öldürecek olan Giresunlu Topal Osman’ın iki adamıyla birlikte kendisinin öldürdüğünü açıkladı. Bu konuda bir makale yazan Yalçın Yusufoğlu’na göre, Yahya Kâhya’nın oğlu, Mete Tunçay’a gönderdiği mektupta, babasının “o zamanki koşullara göre vatani vazifesini yaptığını ve asıl katilin bugün tapınılan bir kişi olduğunun bir gün mutlaka anlaşılacağına” inandığını yazmıştı. Halil Berktay’ın dedesi Halil N. Berktay da olayın Ankara’dan gelen şifreli bir telgrafla emredildiğini ve şifreyi çözmüş subayla sonraları tesadüfen tanıştığını söylemişti.
Mustafa Suphi ve arkadaşlarının 88. ölüm yıl dönümünde Agora Kitaplığı’nın yayımladığı “Mustafa Suphi’yle Yoldaşlarını Kim Öldürdü” adlı Emrah Cilasun imzalı kitapta Mustafa Suphi ve Ankara hükümeti arasındaki yakın ilişkinin TKP’nin Ermeni tehcirine yönelik yaklaşımında açıkça görüldüğünü belirten yazar, bu uzlaşmacı tavra rağmen kendilerini Ankara’nın gazabından kurtaramadıklarını söylüyor. Kitap Suphi ve arkadaşlarını ölüme götüren siyasal süreci ve cinayetin işleniş şekline ilişkin bilgiler de veriyor.
Onbeşlerin kanlı öyküsü, sonraki yıllarda türkü ve marşlara dönüşerek dilden dile dolaştı. Öldürme emrinin kim tarafından verildiği hala çeşitli tartışmalara konu olsa da, Nazım Hikmet’in bu katliam için yazdığı satırlar olaydan 88 yıl sonra bugün hala aynı sıcaklığını korumakla beraber olayın kimi karanlık yönlerini açıklığa kavuşturuyor.
Onbeşlerin Kitabesi
Kazıdık onbeşlerin ismini,
Kanlı kızıl bir mermere!
Bir çelik aynadır gözlerimiz,
Onbeşlerin resmini
Görmek isteyenlere,..
Nazım Hikmet / 1925
Kalbim
Göğsümde onbeş yara var!…
Saplandı göğsüme onbeş kara saplı bıçak!..
Kalbim yine çarpıyor,
Kalbim yine çarpacak!…
Göğsümde onbeş yara var
Sarıldı onbeş yarama
Kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!.
Karadeniz boğmak istiyor beni,
Boğmak istiyor beni
Kanlı karanlık sular!!!
Saplandı göğsüme onbeş kara saplı bıçak
Kalbim yine çarpıyor
Kalbim yine çarpacak!
Göğsümde onbeş yara var!
Deldiler göğsümü onbeş yerinden,
Sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden.
Kalbim yine çarpıyor,
Kalbim yine çarpacak!
Yandı onbeş yaramdan on beş alev,
Kırıldı göğsümde onbeş kara saplı bıçak…
Kalbim,
Kanlı kızıl bir bayrak gibi çarpıyor,
Çar-pa-cak!..
Nazım Hikmet / 1925
Kanunu Sani
– Ta ta aa ta ta Ha ta tta ta
Tarih
sınıf-ların
mücadelesidir.
*
– 1921
Kanunusani 28
– Karadeniz
– Burjuvazi
– Biz
– On beş kasap çengelinde sallanan
On beş kesik baş
– On beş arkadaş
– Yoldaş
Bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 kanunusaniyi unutma!
*
– “Siyah gece
“Beyaz kar
“Rüzgar
“Rüzgar
– Trabzon’dan bir motor açılıyor
– Sa-hil-de ka-la-ba-lık!
– Motörü taşlıyorlar
– Son perdeye başlıyorlar!
– Burjuva Kemal’in omuzuna binmiş
Kemal kumandanın kordununa
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamlarının donuna
– Uluyorlar
– hav…hav… hak…tü
– Yoldaş unutma bunu
Burjuvazi
ne zaman aldatsa bizi
böyle haykırır:
– hav…hav…hak…tü
– Gördün mü ikinci motörü?
– İçinde kim var?
– Arkalarından gidiyorlar.
– İkinci motör birinciye yetişti
– Bordoları bitişti
– Motörler sarsılıyor
– Dalgalar sallıyor
Sallıyor dalgalar
– Hayır
iki motörde iki sınıf çarpışıyor.
– Biz
Onlar!
– Biz silahsız
Onlar kamalı
– tırnaklarımız
– Kavga son nefese kadar
– Kavga
– Dişlerimiz ellerini kemiriyor
– Kamanın ucu giriyor
– girdi…
– Yoldaşlar, ey!
artık lüzum yok fazla söze:
Bakın göz göze
– Karadeniz
On beş kere açtı göğsünü,
On beş kere örtüldü.
Onbeşlerin hepsi
Bir komünist gibi öldü.
Nazım Hikmet