Oral ÇALIŞLAR / Radikal
Zorunlu din dersinde müfredatın tarafsız olmasına özen gösterilse de öğretmenlerin öznel yaklaşım sorunu tam olarak çözülemiyor.
Bembeyaz karlı bir Ankara sabahı. Devlet Bakanı Faruk Çelik, “Kerbela’nın manevi ağırlığı altında toplanıyoruz” diyerek sözlerine başladı. Hz. Hüseyin’in 71 yakınıyla birlikte Kerbela’da öldürüldüğü Muharrem ayındayız.
‘Tek din’/’tek mezhep’ mantığıyla örgütlenmiş devlet geleneğinde, ‘Alevi Çalıştayları’ elbette ki değişik ve önemli bir aşamaya işaret ediyor. Bu çalıştaylarla devletin yok saydığı, yıllarca baskı altında tuttuğu Alevilerin ‘tanınması’ konusunda olumlu sayılabilecek adımlar atıldığı bir gerçek. “Alevi kitlesinin temel taleplerini yerine getirebilmek” noktasında ise sıkıntılar başlıyor. ‘Zorunlu din dersleri’, krizin ana temalarından birisini oluşturuyor.
Alevilik resmen tanınıyor
Bilkent Otel’de çoğunluğunu Alevi cemaatinin inanç önderlerinin oluşturduğu bir buluşmadayız. Devlet Bakanı Çelik’in, Alevi Çalıştaylarının önemli sonuçlarından birisini paylaşmak amacıyla yaptığı çağrıya uyarak bir araya geldik.
Alevilerin bir kesimi din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını yani seçmeli hale getirilmesini istediler. Hükümet ise bu fikre pek sıcak bakmadı. Sonuç olarak, ‘seçmeli ders’ uygulamasına geçilmesi yerine, dersin içeriğinin düzeltilmesi fikri öne çıktı.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ‘Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün, ilköğretimde ve liselerde zorunlu olan din derslerinin yeni müfredatı konusunda hazırladığı taslak, Alevi inancının temel referanslarını da içeren bir yenileştirme çalışması olarak tanımlanabilir.
Taslağı hazırlayan komisyonu dinledik. Elimize yazılı bir metin verilmediği için anlatılanları hızlı hızlı not etmeye çalıştık. Taslağın, Alevilerin temel inanç referanslarını içerdiğini gördük. Toplantıya katılan Alevi inanç temsilcileri, taslağı asıl olarak ‘olumlu’ bulduklarını ifade ettiler.
Değişiklikler iyiydi hoştu da sonuç olarak asıl sakınca ortadan kalkmamıştı. Din dersini bilimsel değil daha çok inançsal anlayış temelinde hazırlayan yaklaşım sürüyordu. Alevilerin inanç referanslarının din dersine entegrasyonu, ‘asıl öz’ü değiştirmemişti. Müslümanlığın temel inançsal değer ve ritüellerini bir bilimsel gerçek gibi sunan öğretim anlayışının devam ettiği görülüyordu.
İnanç ve gerçek
Örneğin ders kapsamında karşımıza çıkan “Kuran son ilahi kitaptır” değerlendirmesini ele alalım. Müslümanlar böyle inanıyorlar, onların inançları bunu temel alıyor. Bu, tabii ki saygı duyulması gereken bir durum. Ancak Müslümanların böyle inandıklarını aktarmakla bu cümleyi objektif ve mutlak bir bilgi gibi sunmak farklıdır. Bunun yanı sıra Sünni ve Alevi bakış açısıyla hazırlanmış ders kitabı, farklı inançtaki öğrencilere de “Böyle inanacaksınız” ya da “Asıl gerçek budur” diye verilirse, inanç özgürlüğüne de insan haklarına da ters düşen bir durumun doğacağını söyleyebiliriz.
Önümüzdeki öğrenim yılında belli ki din dersleri bu yeni müfredatla okutulacak. Geçmişe göre bir ilerlemenin olduğu açık. Ancak, ‘inanç özgürlüğü’, ‘laiklik’, açısından ‘ideal’ bir tabloyla karşı karşıya olmaktan uzağız.
Din eğitiminin tarafsızlığı konusunda ütopik beklentilere girmekten de kaçınmakta yarar var. Dinlerin tarihini, sosyal köklerini, peygamberin tarihsel rolünü vb. konuları tamamen objektif bir gözle ele alabilen bir din eğitimi anlayışı, günümüzün gelişmiş demokrasilerinde bile henüz tam anlamıyla yerine oturmuş sayılamaz. Çünkü müfredatın tarafsız olmasına özen gösterilse bile öğretmenlerin öznel yaklaşım sorunu tam olarak engellenemiyor.
Toplantı aralarında Çelik’e eleştirilerimizi şöyle karşılık verdi: “Zorunlu din dersleri kaldırılsın. Ben de bundan yanayım. Peki dini eğitimi kim versin sorusuna, ‘Cemaatler versin’ cevabı verilince ne olacak?”
Sonuç olarak, devletin bu yeni müfredatla Aleviliği tanımış olması son derece önemli. Ancak, “Laik ve çağdaş bir eğitimin gereği yerine getirildi mi” diye sorarsanız, “Evet” demek mümkün görünmüyor.
Radikal - 15 Aralık 2010