AKP Hükümeti tarafından ilki 3 Haziran'da gerçekleştirilen Alevi Çalıştayı'nın moderatörü Necdet Subaşı, Madımak Katliamını ve Madımak Oteli'nin müze olması talebini yorumladı.
Madımak: Unutmak mı? Hatırlamak mı? / Necdet Subaşı
2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında meydana gelen olaylarda Madımak Oteli, kimliği belirsiz kişilerce ateşe verilmiş, ortaya çıkan arbedede aralarında çoğunluğu Alevi 35 vatandaşımız yanarak hayatını kaybetmiştir. Olay, Alevi kamuoyu tarafından tartışmasız bir şekilde katliam olarak görülmüştür.
Bu değerlendirmeye göre olay "radikal dinci" unsurların Alevilere karşı taşıya geldikleri iflah olmaz kin ve nefretin, devletin ihmalini de arkasına alarak doruk noktasına ulaşmışlığını göstermektedir. Olayın provokatif öğeler taşıdığı o dönemde gerçekleştirilmiş TBMM raporuna da yansımış olmakla beraber, Aleviler Madımak olayının gerçekte kendilerine karşı sistematik olarak sürdürülen bir dışlama ve asimilasyon sürecinin esaslı bir parçası olduğu hususunda neredeyse hemfikirdirler. Olayın kriminal boyutları çok boyutlu ve çok katmanlıdır. Aslında bugün 16. yılında Madımak olayı bir trajedi olmasının ötesinde, hem Alevi hem de Sünni vatandaşların bu konudaki belli başlı ezberlerinden vazgeçmelerini zorunlu kılabilecek pek çok sırlı boyuta sahiptir.
Olay her ne şekil ve niyetle olursa olsun, çok vahimdir ve hangi şekil ve şartta olursa olsun asla kabul edilemezdir. Madımak olayının hemen arkasından bir misilleme havası yaratılarak gerçekleştirilen Başbağlar katliamının da ülke içindeki birlik, dirlik ve bütünlüğü doğrudan bozmaya yönelik bir hesabın ürünü olduğu daha gerçekleştirildiği günden fark edilmiş bir olaydır. Her iki olay da esef vericidir ve nefretle kınanması gerekir. Madımak Oteli, acı hatırasıyla bu bağlamda sembolik bir ağırlık kazanmış ve tabiri caizse sürekli güncellenen bir yas merkezine dönüş(türül)müştür. Aleviler, acılarını bu otelin bıraktığı miras üzerinden yaşatmakta ve orada gerçekleşen olayları lanetleyip kınamaktadırlar.
Geçtiğimiz yıl da bir vesileyle vurguladığım gibi, Sivas'ta meydana gelen olayı herhangi bir gerekçeye tabi tutmaksızın ürettiği bütün sonuçlarıyla birlikte reddetmek gerekir. Bununla birlikte öne sürülen gerekçeler, olayın vahametini daha da artırmaktadır. Maalesef bu olay ve bu olayın tekrarıyla oluşan siyasal dil, yangının ömrünü uzatmaktadır. Sonuçları itibarıyla bir trajediye yol açan olayda hem Sünni hem de Alevi vatandaşlarımız kusurludurlar. Yananı önce kurtarmak gerekir ancak soğukkanlı bir şekilde hayatımızı altüst eden konuları konuşmamanın faturası oldukça ağıra patlamaktadır. Madımak olayıyla ilgili olarak incelediğim belgelerin tümü sonuçta başta dönemin hükümeti olmak üzere her düzeydeki sorumlunun ağır ihmallerine vurgu yapıyordu. Doğrusu bu tür bilgilerde de belgelerden çok halk arasında dolaşan söylentiler etkili olmaktadır. Bugün bir Alevi yurttaşımızın zihninde bu olaylar çerçevesinde oluşan hissiyat nasıl onarılabilir? Nitekim kimi Aleviler "bizi Sünniler yaktı" derken hiçbir somut veriye dayanmıyorlar. Tehlikeli olan, mevcut pozisyonumuzu haklılaştıracak açıklamalara bel bağlamaktır. Ben olayın bir provokasyon olduğundan şüphe duymuyorum. Ancak kabullenmediğim husus, Alevi ve Sünnilerin bu provokasyona alet olmalarını sağlayan potansiyellerinin varlığı ve açığa çıkmasıdır. Nasıl oldu da, ne oldu da hem Aleviler hem de Sünniler tamiri bir hayli zaman alacak bu kumpasın kullanışlı birer parçası oldular? Ateşe su taşımak yerine onu harlayanlar hangi referans dünyasında geziniyorlar? Olayları tırmandıran gelişmeler söz konusu olduğunda sadece Sünnileri değil Alevileri de anlamak bir hayli zor. Dramatik sonuç konunun ele alınmasını güçleştirse de Alevi ve Sünni duyarlılıklarının kesiştiği bir mıntıkada her iki tarafın aymazlığını belgeleyen bu eylemler asla kabul edilemez. Birlikte yaşamanın uygun formüllerinin değişik mahfillerde tartışıldığı bir süreçte gerek Madımak gerekse Başbağlar olayı, usta işi bir kışkırtma olarak toplumsal farklılıkların birbirine cesaretle ulaşma zeminlerimizi yok etmiş, karşılıklı konuşma ve dil bulma arayışlarını imha etmiştir. Ne Aleviler ne de Sünniler bu olayın aktif birer parçası değiller. Ancak şu ya da bu şekilde alet oldukları kışkırtma, tek tek her birinin sahip olduğu potansiyel dikkate alındığında eldeki resmi bir hayli ürkütücü kılmaktadır.
Son yıllarda Alevi kamuoyunda bu otelin yeniden düzenlenmesi konusunda bir hayli girişken sayılabilecek ataklarda bulunulmaktadır. Otelin bir lokanta olarak işletilen zemin katı geçtiğimiz yıl ancak tahliye edilebilmiştir. Esasen bu incitici ve yaralayıcı durum hiçbir şekilde kabul edilebilir değildi. Özellikle Avrupa Alevileri arasında otelin satın alınmasına yönelik girişimler hız kazanmış, düzenlenen kampanyalarla bu mekân bir "utanç müzesi" olarak yeniden tasarımlanmak istenmiştir. Genel Alevi kamuoyu Madımak Oteli'ne önemli düzeyde sembolik bir değer atfetmekte ve kurulacak müzeden de gelecekteki kuşaklara güçlü bir ibret fırsatı yaratması beklenmektedir.
Hükümet ise daha başından beri otelin zemin katındaki lokantanın derhal tasfiye edilmesi olmak üzere topyekûn otelin satın alınarak kamulaştırılması ve bu mekânda nezih bir şekilde acıları dindirecek, kan davasını durduracak bir düzenlemenin yapılması yönündeki niyetini ifade etmiştir. Ne var ki hükümetin bu yöndeki yönelim ve direktifleri kimi Alevi grupları tarafından ciddiyetten uzak bir girişim olarak değerlendirilmiştir. Nitekim geçtiğimiz yıl (2008) Ankara'da düzenlenen kitlesel bir gösteride Aleviler, Madımak Oteli'ne ilişkin taleplerini kendi beklentilerinin en ön sırasına yerleştirmiş ve yayınladıkları bildirilerinde şu mesaja yer vermişlerdir: "Madımak Oteli, utanç müzesi olmalıdır. Hükümet yetkilileri son günlerde yaptıkları açıklamalarda; 'Madımak Oteli'ni kamulaştırıp herkesin faydalanacağı bir kültür merkezine dönüştüreceğiz. Böylece bir istismar konusunu da ortadan kaldırmış olacağız.' söylemektedirler. Madımak Oteli bir daha böylesine utanç verici bir vahşetin yaşanmaması için, orada yakılan canlarımızın anısının yaşatılacağı bir müze olmalıdır. Bu talep vicdani bir meseledir ve hiç kimsenin sulandırmasına ve saptırmasına izin vermeyiz." Otele ilişkin olarak ileri sürülen görüşler şunlardır:
* Otel Aleviler tarafından satın alınıp bir müze haline dönüştürülmelidir. Otelin bir utanç müzesi olarak tasarlanırken öncelikle, "35 cana kıyan fanatiklerin ve onları besleyen zihniyet yapılarının deşifre edilmesine" özen gösterilmelidir.
* Otel devlet tarafından kamulaştırılmalı ve orada Alevilerin hissiyatını ifade eden bir müze kurulmalıdır. Bu müze, Alevilerin yaşadığı zulümleri bir daha yaşanmamak üzere karakterize eden yeni bir duyarlılıkla inşa edilmelidir. Böylece devlet, Alevilere karşı ihmalini bir jestle gidermelidir.
* Otel kamulaştırılmalı, Sünni ve Alevi kamuoyunun duyarlılıklarına saygı göstermek ön koşuluyla burada bir kültür merkezi inşa edilmelidir. Kültür merkezi, ölenlerin anısına olmakla birlikte tüm vatandaşlarımıza birlik ve beraberlik ruhu içinde hizmet vermelidir. Bu bağlamda merkez içinde kitabevi, kafeterya, sinema gibi seksiyonlardan oluşan bir düzenleme gerçekleştirilmelidir.
* Otel kamulaştırılmalı ve bu mekân, Anadolu'nun barışçı ve birlikte yaşama tecrübesini canlı kılan bir müze olmalıdır. Anadolu medeniyetleri müzesi olarak da düzenlenebilecek bu yapının acıları hafifletebileceği düşünülebilir.
* Otel satın alınıp yıkılmalı, yerine etraflı bir çevre düzenlemesi eşliğinde nitelikli ve anlamlı bir anıt dikilmelidir. Böylece acıları sürekli tazeleyen bir mekânın yaratacağı kin ve nefret yerine daha derin ve duygusal anlamları olan bir açılım gerçekleştirilmiş olacaktır.
Öte yandan Aleviler arasındaki kurumsal rekabet ağ ve alanlarının, ilgili düzenlemenin işleyişi konusunda ortak bir fikir etrafında bir araya gelebileceğini düşünmek de güçtür. Bu bağlamda müzenin hangi grup ya da temsillerle hangi prosedür ya da kontratlar eşliğinde yönetileceği konusunda daha şimdiden açığa çıkan ciddi sorunlar söz konusudur. Müzenin oluşturulmasında ısrarlı olan Alevi kitle örgütleri kadar müze yerine binanın yıkılmasını isteyen Alevi örgütleri de mevcuttur. Hatta niteliği ne olursa olsun müze fikriyle asla tatmin olmayan ve bu yönde atılan adımları profesyonel bir uyanıklık ve işgüzarlık, hatta Alevileri pasifize etme çabası olarak gören entelektüel tartışmalar da azımsanmayacak bir ilgi görmektedir. Bütün bu yaklaşımların da sonuçta ilgili tarafların birbirlerine karşı kışkırtılmasına ve istismarına yol açacağını kestirmek zor değildir.
Sivas'ta hayatını kaybeden Alevilerin hatırasını canlı tutmak adına bugün yaygın bir talepkârlıkla ülke gündeminde yer alan ve Madımak'ın müze yapılması arzusuyla somutlaşan girişimler giderek daha derin bir çözümlemeyi gerekli kılmaktadır. Olayın duygusal ya da kriminal boyutlarını aşarak sosyolojik, antropolojik ve hukuksal yanlarını da dikkate alan yeni bir perspektife ihtiyaç had safhadadır. Böylece ortaya çıkan fikriyat Madımak'ta kaybedilen vatandaşlarımızın acı hatıralarını unutmak yerine onları derin bir saygıyla ve vakarla hatırlamamıza fırsat verecektir.
NECDET SUBAŞI / Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi
ZAMAN - 05 Temmuz 2009, Pazar