(...) Öyle ki, AKP'nin kadrolaşması ve devleti ele geçirme operasyonu artık çok inceltilmiş bir şekilde ve çok özel alanlara doğru yayılmaktadır. Örneğin son dönemde dikkatlerden kaçan çok önemli bir gelişme yaşanmaktadır; Ergenekon soruşturması kapsamında yürütüldüğü izlenimi yaratılan bir dizi yan operasyonla TSK ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nda (MİT) görevli Alevi kökenli personel adeta şiddet kullanılarak tasfiye edilmektedir. AKP hükümeti, kimi danışmanların görüşleri ve Fethullahçı Polis İstihbaratı'nın hazırladığı anlaşılan "kişiye özel" bazı raporlardan haraketle, rejimin dönüştürülmesinin önündeki engellerden birinin TSK ve MİT'deki Aleviler olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle bir yandan "Alevi Açılımı" projesiyle siyasal islam karşısındaki en büyük muhalefet potansiyellerinden birini oluşturan Alevileri yedeklemeye çalışırken, diğer yandan da silahlı bürokrasi içindeki (zaten çok az olan) Alevi kökenli personeli ayıklamaya yönelmektedir.
'Askeri Bürokratik Elit' Söylemi, Muhalefet Sahtekarlığı ve Alevi Tasfiyesi
Merdan Yanardağ / soL
Türkiye'yi islamo-faşist bir rejim doğrultusunda dönüştürmeye çalışan AKP iktidarına güç ve nüfuslarıyla ters orantılı şekilde büyük bir destek veren liberaller, hükümetin kimi politika ve uygulamaları karşısında zor günler yaşıyor. Başta Hasan Cemal gibi isimler olmak üzere çok sayıda liberal yazıcı, "Elbette AKP hükümetinin de hataları var, onları biz de eleştiriyoruz, ama iktidarın ana yönelimi doğrudur ve desteklenmelidir, çünkü askeri vesayet rejimine karşı demokrasiyi yerleştirmeye çalışıyorlar" diye kalem oynatmaya başladılar. Bu liberal ve islamcı yazarlar hemen ardından ekliyorlar; "Asıl mücadele edilmesi gereken sistemdir/rejimdir, onun özünü de askeri bürokratik elit oluşturmaktadır."
Hasan Cemal şöyle yazıyor:
"Nasıl ki yakın geçmişte gizli gündem, irtica iddialarına katılmadıysam, bugün de Türkiye'nin 'sivil faşizm'e doğru yol aldığını düşünmüyorum. Ama nasıl ki geçmişte, laiklikle ilgili hassasiyet ve kaygılara gereken önemin verilmesini savunduysam, bu bakımdan Tayyip Erdoğan'ı bazı konularda eleştirdiysem, bugün de demokratik hak ve özgürlükler alanında hükümetin yanlışlarını, eksiklerini eleştiriyorum."
Hasan Cemal'in AKP iktidarını ne zaman eleştirdiğini kimse pek hatırlamıyor ama, kendisi hemen asıl söylemek istediği konuya geliyor ve ekliyor:
"Demokrasi notu öyle tek pencereden bakarak verilemez. Artılar eksiler ya da kırıklar zamana yayılarak karneye yazılır. (...) Çünkü bugün yaşanmakta olan, özünde, bir demokrasi ve hukuk mücadelesidir; devleti hangi güç yönetir sorsuyla ilgili mücadeledir; seçim sandığından çıkan mı son sözü söyleyecektir sorusunda düğümlenen bir mücadeledir." (Milliyet, 7 Ocak 2010)
İşte böyle...
Bu teze göre AKP -dünyada görülmemiş bir değerlendirmeyle- iktidardaki muhalefet partisi olarak görülmekte, hükümete karşı mücadele edenler de "statükocu" dolayısıyla "gerçek iktidar" sahipleri ya da yandaşları diye ilan edilmektedir.
Bu "entellektüel" soytarılığı en saf şekilde ifade eden kişi ise (kendisini solcu zanneden saf bir liberal olduğu için sanırım) Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan oldu. Daha önce de dikkat çektiğim bir başyazısında Ahmet Altan şunları söylüyor:
"Türkiye'de yapılan en büyük siyasi sahtekârlık nedir biliyor musunuz? İktidardaki partiyi eleştirmeyi 'gerçek muhalefet' olarak sunmak... Bu, iktidardaki partiyi de 'gerçek iktidar' olarak kabul etmeyi getiriyor çünkü. İkisi de yalandır. Doğu dürüst muhalefet yapmaya yüreği yetmeyenler, iktidardaki partiyi eleştirerek kendilerini 'muhalif' hissetmekten hoşlanırlar." (Taraf, 4.4.2009)
Yukarıdaki satırlar AKP iktidarına destek veren, bu partiyi eleştirmeyi neredeyse "demokrasi düşmanlığı" ile özdeşleştiren her soydan liberalin temel tezidir. Yani AKP hatalar yapabilir, örneğin hukuku bile çiğneybilir, insanları sorgusuz sualsiz tutuklatabilir, herkesi dinleyip fişleyebilir, basını baskı altına alabilir ama özünde doğru yoldadır. Çünkü "askeri vesayet" rejimine karşı demokrasi mücadelesi vermektedir.
'Askeri bürokratik elit' ezberi
Söylenmek isteneni tercüme edersek; AKP hükümet olmuş ama iktidar olamamıştır. Gerçek iktidar "derin devleti" de kapsayacak şekilde asker-sivil bürokratik elittir. Mücadele esas olarak devletle sivil toplum ve merkezle çevre arasındadır. Bu analizde "sivil toplum", bir sınıf olarak burjuvaziyi de içine alacak genişlikte tarif edilmektedir. Onlara göre gerçek demokratikleşme de bu çatışmanın içinden gelişecektir. AKP hükümeti, asker-sivil bürokratik elitin iktidar alanını (en azından) sınırlandırmaya, sivil toplumun, dolayısıyla demokrasinin alanını genişletmeye çalışmaktadır.
Bu analize göre, emek-sermaye çelişkisi söz konusu bile değildir. Çünkü bu moda analiz sınıf mücadelesini yok sayar, tarihselciliği ve toplumsal ilerleme yasasını reddeder, dolayısıyla hiçbir şekilde sermaye egemenliğini sorgulamaz. Kapitalizme, serbest piyasa ekonomisine, neo-liberal politikalara esastan bir itirazı yoktur. Emperyalizm ya yok sayılır ya da kimi aklıevvellerin yaptığı gibi bir önceki çağa özgü bir olgu olarak kabul edilir. Küreselleşme ise karşı konulamaz ve pozitif bir dinamik olarak sunulur.
Bilimsel bir temele sahip olmayan, dahası basit bir tarih, sosyoloji ve iktisat bilgisinden bile uzak bu görüşler medyada durmaksızın tekrar edilerek genel bir kabule dönüştürülmek istenir. Böylece genel olarak toplum, özel olarak da aydınlar, emekçiler ve elbette solun kimi kesimleri Türkiye tarihinin bu en katı ve sınıf karakteri en açık Amerikancı sermaye iktidarının arkasına takılmak istenir. Böylece AKP iktidarı için toplumsal bir rıza ve meşruiyet üretilmeye çalışılır.
Bütün iktidar AKP'ye!
Bir kez daha belirtmeye gerek var mı bilemiyorum; AKP'nin arkasında genel olarak işbirlikçi sermaye ve ulusötesi tekeller bulunmaktadır. Dolayısıyla AKP, emperyalizmle işbirliği yapan, sermaye yanlısı ve bu karakteri nedeniyle işçi sınıfına, emekçilere düşman bir partidir.
AKP çoktan hükümet olmaktan iktidar olmaya yükselmiştir. Bugün bütün kamu gücünü kontrol etmektedir. Yoğun olarak kadrolaşmış, bürokrasiyi tam olarak denetim altına almıştır. Artık hükümet karşısında özerk konuma sahip bir bürokrasi yoktur. Totaliter bir yapı inşa edilmektedir. Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar üst ve orta kademe bürokrasi partizan/islamcı bir karakter kazanmıştır. AKP hükümeti kamu kaynaklarını ve bu kaynaklardan üretilen mali gücü elinde tutmakta, rant ve servet dağıtımını düzenlemektedir. Sermayenin ideolojik dokusunda hızlı bir dönüşümü gerçekleştirmektedir.
AKP sanılanın aksine Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) üst komuta kademesi ile de uzlaşmış, sadece kurumun tamamını denetim altına almak için çalışmaktadır. Genelkurmay ile hükümet arasındaki itişme ise bazı "doz aşımı" durumlarından kaynaklanmaktadır. Ergenekon operasyonu hem bu uzlaşma üzerinden yürütülmekte hem de bir kontrol ve biat aracı olarak kullanılmaktadır.
Silahlı bir politik partiye dönüştürülen polisin sistem içindeki gücü yakın tarihte hiç olmadığı kadar büyümüştür. Derin devlet ve silahlı bürokrasi yeniden yapılandırılmaktadır. Giderek bir karşı devrim niteliği kazanan bu kapsamlı opersyonda emperyalistlerin talepleri ile AKP iktidarının programı ve stratejisi arasında tam bir uyum vardır. Dolayısıyla AKP değil iktidar, devlet olmaya doğru ilerlemektedir.
Silahlı bürokraside Alevi tasfiyesi
Öyle ki, AKP'nin kadrolaşması ve devleti ele geçirme operasyonu artık çok inceltilmiş bir şekilde ve çok özel alanlara doğru yayılmaktadır. Örneğin son dönemde dikkatlerden kaçan çok önemli bir gelişme yaşanmaktadır; Ergenekon soruşturması kapsamında yürütüldüğü izlenimi yaratılan bir dizi yan operasyonla TSK ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nda (MİT) görevli Alevi kökenli personel adeta şiddet kullanılarak tasfiye edilmektedir. AKP hükümeti, kimi danışmanların görüşleri ve Fethullahçı Polis İstihbaratı'nın hazırladığı anlaşılan "kişiye özel" bazı raporlardan haraketle, rejimin dönüştürülmesinin önündeki engellerden birinin TSK ve MİT'deki Aleviler olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle bir yandan "Alevi Açılımı" projesiyle siyasal islam karşısındaki en büyük muhalefet potansiyellerinden birini oluşturan Alevileri yedeklemeye çalışırken, diğer yandan da silahlı bürokrasi içindeki (zaten çok az olan) Alevi kökenli personeli ayıklamaya yönelmektedir.
Bu süreçte özellikle Deniz Kuvetleri bünyesindeki tasfiye dikkat çekmektedir. Deniz Kuvetleri Komutanı ile Donanma Komutanı'na suikast planlandığı iddiasıyla bir süredir yürütülen soruşturma ve yapılan tutuklamalar bu kapsamda önem taşımaktadır. Tutuklanan subayların neredeyse tamamına yakınının Alevi olması tesadüf değildir. Bilindiği gibi bu subaylardan bazıları intihar etmiş, Deniz Yarbay Ali Tatar'ın cenazesi Cemevi'nden kaldırılmıştı.
İsmail Ağa Cemaati ve Fethullah Gülen Örgütü'ne yönelik sorşturma açan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'e, talebi üzerine adı geçen her iki islamcı grupla ilgili rapor ve bilgi notu hazırlayan Erzincan Jandarma İstihbarat'ından biri binbaşı iki subay ile yine Erzincan MİT Bölge Başkanı'nın da aralarından bulunduğu üç MİT görevlisinin tutuklanması yine bu kapsamda değerlendirilecek bir gelişmedir. Çünkü edinilen bilgilere göre, Erzincan'da tutuklanan asker ve istihbaratçılar da tesadüfe bakın ki yine Alevi'dir.
Bilindiği gibi Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'den sözkonusu soruşturma yetkisi alınarak Erzurum Özel Yetkili Savcısı'na aktarılmış, ardından da 235 kişi hakkında yürütülen soruşturma 16 kişiye dava açılarak bir anlamda kapatılmıştı. Bununla da kalınmamış, Savcı Cihaner önce "teknik takibe" alınarak telefonları dinlenmiş daha sonra da hakkında "görevini kötüye kullanmak", "yetki aşımı" ve "imar yasasına muhalefet" gibi suçlamalarla 26 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı.
Bu konuya ilişkin İslamcı medyanın iddiaları da hayli ilginçti. Buna göre, Kurmay Deniz Albay Dursun Çiçek'in altında "ıslak imza"sının bulunduğu iddia edilen ünlü "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" Erzincan'da uygulamaya konulmuştu.
Polis Teşkilatı'nda ise bir tasfiyeye bile gerek yoktur. Çünkü bu örgütün neredeyse tamamına yakını sünni kökenli ve politik olarak islami eğilimli kadrolardan oluşuyor. NTV televizyonunda Can Dündar'ın yaptığı bir programda tartıştığım Polis Akademisi Dekan Yardımcısı Önder Aytaç'ın da kabul etmek zorunda kaldığı gibi, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Ankara'daki merkezinde çalışan yaklaşık 5 bin personele önceki yıl Ramazan sırasında çıkarılacak yemek sayısını belirlemek için kimlerin oruç tutmayacağı soruluyor ve ancak 17 (on yedi) kişi başvuruyor. Başvuran kişilerin çoğu da hasta olduğunu ve ilaç kullandığını bildiriyor. Sonuçta Genel Müdürlük'te yemek çıkarılmıyor ve bu kişilere bir servis aracı verilerek Polis Evi'ne gönderiliyor. Oysa Türkiye'de yaklaşık olarak 15 ila 20 milyon Alevi olduğu tahmin ediliyor. Hadi bu rakamlara yüksek bir indirim uygulayarak 10 milyon diyelim. Eğer Türkiye'de devlet kurumlarındaki personel bileşiminin toplumu yansıttığı iddia ediliyorsa, bu durumda polis örgütünün (laik kültürü benimseyen milyonlarca sünni yurttaşı bir yana bıraksak bile) en az 1/5'i ya da 1/6'sının Alevi kesiminden oluşması gerekir.
Tablo budur ve "Askeri bürokratik elit" söylemi üzerinden kurulan "hükümetteki muhalefet" ya da "gerçek iktidar" türünden bütün liberal ve islamcı değerlendirmeler büyük bir palavradan ibarettir. Ve artık fena halde bıktırmaktadır.
KAYNAK : soL - sol.org.tr - 08.01.2010