Melih PEKDEMİR : Aslında kimin forsunu bozmak istiyorlar?

Melih PEKDEMİR : Aslında kimin forsunu bozmak istiyorlar?  Bakın işte buraya yazıyorum: AKP'yi kapatma davası, belli ki hedef şaşırtma gayretidir....

Melih PEKDEMİR : Aslında kimin forsunu bozmak istiyorlar? 

Bakın işte buraya yazıyorum: AKP'yi kapatma davası, belli ki hedef şaşırtma gayretidir. İşin içinde bir başka iş var! Burada asıl önemli olan AKP'nin kapatılmasından ziyade bu davada Gül'ün adının geçirilmiş olması. Çünkü taktik hedef AKP, stratejik hedef Çankaya'dır!

Halkımız cin fikirlidir. Hani cinlerden filan söz ederken, cinler kendilerinden söz edildiğini anlamasın diye "cin" yerine "İyi saatte olsunlar" derler ya... Biz de öyle diyelim: "İyi saatte olsunlar" aslında mevzunun AKP'yi kapatmakla çözülmeyeceğini pekâlâ ve başından beri biliyorlardır. Akepeyi kapatsalar Hakepe kurulur ve bu kısır döngü sürer. Ama Çankaya orada hep durur. Çünkü Çankaya kapatılamaz. Cumhurbaşkanı'nın görevden alınması ise sadece vatana ihanet filan gibi gerekçelerle olabilir... Oysa AKP hükümetinin ilk döneminde, Sezer'in yüklendiği misyonla, Köşk'ün nasıl kilit bir işlev taşıdığı görülmüştür. Yani artık önemli olan burasının forslu bir yer olması, cumhurbaşkanı forsunun sembolik değeri ve hatta başkomutanlık rütbesi filan değil... Sistemin işleyişinde başka hükümetler bakımından pek bir ağırlığı olmayan bu sembolik makam mevcut durumda stratejik bir önem kazanmıştır. Neden? Çünkü Anayasa Mahkemesi üyeleri buradan tayin ediliyor! Yani hükümet karşısında (silahlı güç dışında) tek meşru mevzi yargı gücü ve bu da ancak Köşk sayesinde el değiştirebiliyor.

Eldeki verileri bir başka gözle okursak, olup biteni belki daha iyi anlarız: 12 Nisan 2007 tarihinde Büyükanıt ünlü basın toplantısını yaptı ve "Cumhuriyetin temel değerlerine 'sözde' değil, 'özde' bağlı bir cumhurbaşkanı seçileceğini umut ediyorum" dedi. Ardından Abdullah Gül aday oldu. Sonra 27 Nisan e-muhtırasında TSK'nın yasalar ile kendine düşen görev ve yetkileri kullanmaktan çekinmeyeceği dile getirildi ve "'Ne mutlu Türküm diyene!' anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" denildi. Herkes bu sözün muhatabının DTP olduğunu sanırken birileri de arşivleri karıştırdı ve Abdullah Gül'ün 19 Aralık 1992 tarihinde Dışişleri Bakanıyken "Ne Mutlu Türk'üm, diyene lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür" demiş olduğunu bulup çıkarıverdi. Sonra 4 Mayıs 2007 tarihinde Büyükanıt ve Erdoğan'ın Dolmabahçe buluşması gerçekleşti; görüşmenin muhtevası gizliydi, dolayısıyla bu görüşmeye basında "omerta" adı verildi. 22 Temmuz seçimleri ardından Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül konusunda artık pek ısrarlı değildi, "takdir Abdullah bey kardeşimizindir" deyip duruyordu. Bu ısrarsızlığını "omerta"ya bağlayanlar vardı. Başbakan, "Abdullah Gül olmasın" diyemiyordu, ama sanki onun kendiliğinden vazgeçmesini de bekliyordu. Ama Gül tekrar adaylığını koydu. Şayet bir "omerta" varsa bu da kesinlikle Gül tarafından bozulmuş oldu. En son 25 Mart 2008 tarihinde Büyükanıt, bir gazetecinin, "12 Nisan'da açıklama yaptınız. 27 Nisan Bildirisi'ni açıkladınız. Onun arkasında mısınız?" sorusuna şöyle cevap verdi: "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşleri günlük olarak değişmez. 12 Nisan'da söylediğimiz şeylerin aynen şu anda da arkasındayız."

Şimdi biz sanıyoruz ki bütün vaveyla Erdoğan'ın "velev ki" diye başlattığı türban sorunundan kopuyor. Ama bakın işte türban konusunu unuttuk bile... Oysa türban Anayasa Mahkemesine gitmişti ve buradan çıkacak sonucu hemen herkes tahmin edebiliyordu. Çünkü mahkemenin üye bileşimi belliydi ve bir de elinde içtihadı vardı. Peki, hal böyleyken Anayasa Mahkemesinin türban kararı beklenmeden AKP'yi kapatma davası neden açıldı? Çünkü kaybedilen bir mevziin yani Köşk'ün tekrar ele geçirilebilmesinin başka bir yolu yoktu!

Siyaset bilimi ve tarihi göstermiştir ki ikili iktidarlar (yan yana) uzun süre devam edemezler.

AKP ikinci hükümet döneminde artık iktidar da olmak istemişti. İktidar olabilmeniz için kendi ideolojinizi de iktidara taşımanız gerekir. Cumhuriyet esas olarak laiklik ideolojisi üzerinde kuruldu. AKP ise işte buna karşı kendi ideolojik çizgisini iktidara taşımak istiyor ki kendini muktedir hissedebilsin. Ama bu taşınma faaliyetini "Şeriatın neresi laikliğe aykırı bre zındıklar!" noktasına dek vardırdığından "iyi saatte olsunlar"ın hışmına uğraması kaçınılmazdı. Üstelik Köşk sayesinde fiili bir ikili iktidar durumu da yaratılmıştı. İdeolojinin de iktidara taşınmasına engel ise Anayasanın değiştirilmez maddeleri ve bunu hukuk alanda kollamakla görevli Anayasa Mahkemesi olduğundan, AKP'nin elindeki kozlardan birisi Anayasa değişikliği için bir referandum, ama işte bu da açıkça bir meydan okumadır. Oysa Köşk sayesinde Anayasa Mahkemesinin üye bileşimi süreç içinde değiştirildikten sonra "ideolojik iktidar" bakımından da "ılımlı İslam'a barışçıl bir geçiş" daha kolay olabilirdi.

Ve bu durumda tek engel olarak askeri bir müdahale kalmış olurdu. Ama mevcut koşullarda herhangi bir darbe halka karşı yapılmış gibi algılanacaktı. Yaşamakta olduğumuz rejim krizinin cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle patlak verdiği sıralarda da (13 Kasım 2006 tarihli yazımda) belirttiğim üzere; bu kriz kısa dönemde çözülemezdi. Gelinen noktada görüldü ki bu ikili iktidar ortamının artık uzun süre devam etmesi mümkün değil; çünkü ikili iktidar tahterevalli gibidir. Dolayısıyla "iyi saatte olsunlar" bu işin bir askeri müdahale yani hükümet darbesiyle çözümüne mahkûm olmamak için, öncelikle "devlet darbesi" çözümünün peşindeler... Bunu derken kesinlikle, şimdilerde İtilafçı liberallerin "yargı darbesi" manşetlerini kast etmiyorum. Şunu kastediyorum: Mahiyeti itibarıyla bir "hükümet darbesi"yle (coup d'etat) çözülemez olan "ikili iktidar" sorununun, ancak sürece yayılmış bir "devlet darbesinle çözülmesi adeta bir zorunluluk.

Çünkü akil olmanın en uzağındaki devlet adamları bile, mevcut koşullarda kestirme yoldan ve bildik bir darbe yapmanın, çürük dişten kurtulmak için kelle kesmek denli bir mantıksızlık olduğunu görüyorlardır. İşte bu yüzden son hamlelerin yapıldığının ama bunların da aceleye getirmemesi gerektiğinin farkındadırlar. Ya da sanırım öyledir.

İkili iktidar ortamı yaratan bu mevziin, yani Köşk'ün önemi ise daha 2006 sonbaharında başlayan tartışmalarda zaten açık ve seçik dile getirilmişti. 25 Eylül 2006 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ Harp Okulu öğrencileri önünde, aslında 27 Nisan e- muhtırasından çok daha şiddetli ve bu muhtıranın muhtevasını gerekçelendiren tarihi bir konuşma yapmıştı. (Ne demek istediğimi anlatamadıysam, bir zahmet bu konuşma metnini yeniden okuyun, orada hakikaten çok sarih bir şekilde ifade ediliyor. Ayrıca unutmayın, İlker Başbuğ bu Ağustosta yeni genelkurmay başkanı.) 2006 sonbaharındaki tartışmalarda ABD ve TÜSİAD yan çizmişti. Şimdi 2008 ilkbaharında TÜSİAD küresel kriz nedeniyle panik halinde, ABD ise kendi derdinde ve AKP'yi gözden çıkardığı dahi söylenebilir. AB bile destek veriyorum derken aslında AKP'yi yalnızlaştırıyor, işte son "terör listesi" tartışmaları ve AB büyükelçilerinin hükümete dönüp "Mahalle baskısı yaptırmayın, özgürlük derken de 'ben ne istiyorsam o olur anlayışı' çıkarmayın" diyen uyarıları duyulmaya başlandı.

İkili iktidarın hüküm sürdüğü bir ortamda, sırf "fors olsun" diye demokrasiden söz edilemez. İttihatçıların ve İtilafçıların tahterevallisinde demokrasi tartılmıyor, bunlardan birinin tarafına binince demokrasi kazanmış olmuyor. Çözüm, şükür ki şu son günlerde yeniden canlanan sokak demokrasisindedir. Her iki tarafın forsu da ancak böyle bozulabilir. İşte bu yüzden "Konuf'u filan izlemeyi boş verin... Ama "Köşk"e de dikkat edin. Ya Köşkü kazanacaklar ya da Köşkteki kazanılacak... mı dersiniz? Çünkü asıl ikilem şudur: Ya "türban, İmam Hatip'e katsayı" filan demeyen bir hükümet ya da türbanı, katsayıyı filan önleyecek bir Cumhurbaşkanı!

Melih Pekdemir / BİRGÜN - 7 Nisan 2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku