Ayşe Böhürler: "Laikler üst muamele görmeye alışıktı. Şimdi eşit vatandaşız."
Artık eşitleniyoruz!
AKP kurucusu ve MKYK üyesinden ilginç açıklamalar: 'Laikler üst muamele görmeye alışıktı'
AKP’nin kurucularından ve 50 MKYK üyesinden biri olan Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, mahalle baskısı tartışmaları konusunda farklı bir yorum getiriyor; “Artık eşitleniyoruz! Daha önce laikler inanılmaz derecede bir üst muamele görmeye alışmışlardı. Şimdi herkes eşit vatandaş oluyor. Ama iki tarafın da bu çekişmeyi uzatmaması lazım. Bu anlamda Prof. Binnaz Toprak’ın araştırması iyi oldu. Bunları konuşma imkanı tanıdı.”
Mahalle baskısının varlığını kabul ediyor Böhürler, ama kaynağı konusunda farklı bir adres gösteriyor; ’Anadolu tutuculuğu!’ Laik ya da dindar, hiç fark etmiyor ona göre... Alevi’ye gelin vermeyen, içki içene kötü bakan, mini etekliye ’cık cık’ yaptıran da bu tutuculuk ona göre... Ama bin yıldır süren bu tutuculuk da artık yumuşuyor. Nasıl mı? Anadolu modernleşiyor, her açılan üniversite, o ilin çehresini değiştiriyor...
Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan AKP’nin kuruluş çalışmaları aşamasında onu davet etmişler, “Gel bize katıl” diyerek... Sadece “Katıl” demekle kalmamışlar, aynı zamanda kurucular listesinde yer alacak kadınlar önermesini istemişler. Daha ilk görüşmede demiş ki, “Ben öyle siyasete hevesli biri değilim. Muhalif bir yaratılışım var, üstelik sözümü de sakınmam. Sizi zor durumda bırakmak istemem.” Abdullah Gül gülmüş, “Bizim de tam dediğiniz gibi insanlara ihtiyacımız var” demiş. AKP kurulmuş, ilk seçimde de iktidar olmuş. Onun önerdiği altı hanım da kurucular arasında yer almış. Buraya kadar olan kısmını bilmiyordum. Ama sonrasını herkes gibi yakından takip ettim. Ayşe Böhürler, Kanal 7’deki yapımcılığının yanı sıra bir de Yeni Şafak’ta köşe yazmaya başladı. Sayılı kanaat önderlerinden biri oldu ’dindar’ kesimin... Pek çoğu, iktidarın tadını aldıktan sonra muhalifliği unutup, “Karşı tarafa koz vermeyelim” diye hataları görmezden gelirken, hiç sözünü sakınmadı. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığını doğru bulmadı, açık açık yazdı. Abdullah Bey yine gülümsemiş midir bilinmez, ama o kendi cenahından ağır küfürlere maruz kaldı. “Müslümanların başa geçmesini istemiyor musun? Bizi içimizden mi vuruyorsun sürtük?” dediler, ama burnunu sürtemediler. O yine devam etti eleştirilerine... Hüseyin Üzmez rezaleti patladığında, o da patladı hiç tereddütsüz. Bu olayı görmezden gelen dindarları ’erkek kardeşliği’yle itham etti. Bu kez ’Müslüman değil misin?’ dendi, yine tınmadı! Pek sık rastlamadığımız bir ses, dindar kesimde Böhürler... Kalemi güçlü, bir fikir attı mı ortaya sonuna kadar savunmasını biliyor. Bu yüzden seveni kadar sevmeyeni var. Ama onu seveni de okuyor, sevmeyeni de...
Eşitliği baskıda mı bulduk?
Bu kez Prof. Binnaz Toprak’ın ’Türkiye’de farklı olmak-Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler“ isimli araştırmasına ilişkin yorumlarda onun da genel dindar koroya katılması şaşırttı beni. Sadece beni değil, Toprak’ı da şaşırtmış ki, ”Ayşe bu araştırmayı okuduğunda içi sızlamıştır demiştim, hiç sızlamamış. Kızacaklarını biliyordum, ama insani boyutta hiç etkilenmemeleri beni çok şaşırttı. Türkiye hakkında tüm ümidimi yitirdim“ dedi.
”Acaba Böhürler de mi, artık muhalif yaratılışını kaybediyor?“ sorusuna bir cevap aramaya gittim Fatih’teki bürosuna... Küçük bir özeleştiri yaptı önce; ”Aslında raporu sonuna kadar okuduğumda katıldığım şeyler elbette oldu!“ dedi. Ama sonra eleştirilerine devam etti. “Daha raporun girişindeki bazı cümleleri çok önyargılı buldum ve rahatsız oldum. Sanki baskı yapmaya meyilli olanlar sadece dindarlardır gibi bir sonuç çıkıyor.“ Ardından bir de saptaması oldu; ”Artık eşitleniyoruz“ diye... Eşitliği bula bula baskıda mı bulduk? Böhürler, hemen bir vurgu yaptı, diğer yazarların ”Oh, sıra bizde. Şimdi görsünler, baskı neymiş“ yaklaşımına katılmadığını belirtmek için. ”Bence Toprak’ın araştırması iyi oldu. Bunları konuşma imkanı tanıdı bize. Eğer ki varsa böyle bir eşitsiz muamele mutlaka üstüne gitmek lazım. Konuşuldukça, tartışıldıkça toplum kendine çeki düzen verecek. ‘Aa ben mahalle baskısı yapıyormuşum’ diyecek. Yeter ki tartışmayı çekişmeye döndürmeyelim!”
Prof. Binnaz Toprak, “Ayşe bu araştırmayı okuduğunda içi sızlamıştır demiştim. Hiç sızlamamış” diyor...
Binnaz Hanım’la bizim çok eski bir hukukumuz var, çok sevdiğim, değer verdiğim bir insan. Onun da bana karşı duygularının öyle olduğuna inanıyorum. Bu raporun ilk açıklandığı yemeğe beni davet ederken de, ’Senin daha çok anlayacağına inanıyorum’ diye yazmış... Raporu sonuna kadar okuduğumda elbette katıldığım şeyler oldu, fakat ilk girişteki önyargılı bulduğum bazı cümleler beni irite etti açıkçası.
Neler mesela?
Bunlardan biri, dindarlar toplumda daha çok mahalle baskısı yaparlar, buna daha uygundurlar gibi bir tanımlama yapmış olması. Diğer taraftan ’laik ötekileri’ tanımlarken de çok keskin bir ayrım koyuyor ortaya. Laiklik temel alınmış, ’ötekiler’in kim olduğu oradan tanımlanmış. ’Laik ötekiler’e baskı oluşturanların laik olup olmadığına bakılmamış. Bunları yazdım da... Raporda Anadolu topraklarında bin yıldan fazla bir süredir var olan İslam’ı mevcut bir değer olarak kabul etmek bir yana, AK Parti iktidarı ya da Fethullah Gülen cemaati ile Anadolu’ya İslam sanki yeni gelmiş gibi bir tavır dikkat çekiyor. ‘Farklı olana bakış, daha çok kendini dindar olarak tanımlayanlarda belirgindir’ önyargısı araştırmanın özünü oluşturmuş, ‘dindarlar farklı olanı dışlar’ önyargısını pekiştirircesine. Ramazan’da yemek yiyenleri taciz, içki yasakları, cuma namazlarına-umrelere gidenlerin artması, selamün aleyküm diyenlerin çoğalması, mini eteklilere nazar ve müdahale, romanların işe alınmaması, Alevilerin cemevi taleplerinin değerlendirilmemesi, otobüste veya minibüste başı açık olanlara yer vermemek gibi günlük hayattan kesitler Türkiye genelinde dindar kesimin laiklere uyguladığı mahalle baskısının en yaygın örnekleri arasında bahsediliyor. Burada bence en önemli soru bu tablonun yeni bir durum olup olmadığıdır. Mesela; cemevlerinin sayısı mı azalmış, mini etek giyinenler giymez mi olmuş, içki içenler içecek yer mi bulamamışlar, romanlar önceden her yerde iş bulurken şimdi mi bulamaz hale gelmiş, kadınlar, Aleviler ya da azınlıklar daha önce hiç ayırımcılık görmezken şimdi mi görmeye başlamışlar? Daha önce Binnaz Toprak’ın yaptığı bir araştırmada Türkiye’de laikliği istemeyen kesimin oranı yüzde 2 çıkıyordu. Bir defa onunla çelişen bir durum bu. Diğer taraftan araştırmada görüşülen kişi ve kurumlar; CHP il örgütleri, Atatürkçü Düşünce Dernekleri, Eğitim-Sen, Pir Sultan Abdal Dernekleri gibi kuruluşlar tarafından tespit edilmiş. Yani sizi düşmanınıza sorsak elbette sizinle ilgili iyi şeyler söylemeyecek. Bir, bu taraftan bakış var. İki, elbette böyle bir araştırma yapılırken farklı kesimlere gidilmesi gerekiyordu ama daha ortada, belki biraz daha objektif bakabilecek, duygusal tepkileri yoğunlaşmamış insanların görüşleri de alınabilseydi daha iyi olurdu...
Binnaz Toprak, ’Bir Alevi dede, ’Alevi olduğum için özür diliyorum’ dedi. Bu söz üzerine çok ağladım’ diyor. Bu tür örnekler sizce az mı?
Elbette kötü, acımasız örnekler var. Mesela Alevilerin yaptığı yemeği yememek gibi, ’Onlar mum söndürür’ demek gibi, Alevi’ye kız vermemek gibi... Bunlar yoktur demiyorum. Aslında Toprak’ın da bana en çok alındığı söz onu kolonyalist diye tanımlamam oldu zaten. (Böhürler, ’Türkiye’de farklı olmak’ başlıklı yazısında şöyle demişti: Bireysel iradeyi yok ettikleri için cemaatlere karşı olan, Anadolu muhafazakârlığına özellikle kadınlar konusunda eleştiriler getiren birisi olarak, katıldığım yerler elbette var. Ancak araştırma sınıfçı bir yaklaşım içermesinin yanı sıra, kolonyalistlerin yerli halkı değerlendirmelerini çağrıştırıyor.Yerli olana yabancı muamelesi çekiliyor. Mahalle baskısını gerçekleri ile görebilmek için yerli olanı esastan kabul etmek gerekiyor. Ancak o zaman değişimin dinamikleri üzerine pozitif veya negatif faydalı konuşmalar yapılabilir.) Kısacası bu baskılar zaten Anadolu’da vardır diyorum. Şah İsmail’den beri Anadolu’da Alevi-Sünni çekişmesi vardır. Ama bu dindarların oluşturduğu bir baskı değil. Dindar iktidarın neden olduğu bir baskı da değil. Bu tarihin köklerinden gelen, toplumun kendi gelenek ve göreneklerinden kaynaklanan bir baskı ve ben zaman içinde de azaldığını düşünüyorum. Mesela bu örneği Binnaz Hoca’ya da özellikle verdim; çok yakın tanıdığım bir ailenin kızını Alevi bir genç istedi, inanılmaz da iyi bir genç, ama vermek istemediler. Baba sadece bayram namazlarında camiye giden bir Türk vatandaşı. Bu anlamda dindarlıkla örtüşen hiçbir tarafı yok. Aileyi ikna etmek 2 yıl sürdü. Mesela birçok arkadaşım var, eşlerinden Alevi olduklarını gizlemişlerdir. Neden sonra söylemişlerdir... Adam da karısının Alevi olduğunu bilir ama bunu ifşa etmekten çekinir. Bunlar elbette var, bunlar doğru da değil ama bunun zaman içinde azaldığını ve yumuşadığını düşünüyorum. Eşit vatandaş olmayı öğrenmek bir süreç.
Ama AKP milletvekili Reha Çamuroğlu, ’Alevi açılımı konusunda sabrım ve umudum tükendi’ deyip Başbakan’ın danışmanlığı görevinden istifa etmişti...
Alevi derneklerinin kendi aralarındaki birtakım sıkıntılar Reha Bey’i çok zora soktu. Çünkü ortak bir görüş çıkamadı ortaya. Ama Reha Bey, ’AK Parti’den bir şey olmayacak’ demedi, ’Ben bu meselede bir sonuç almakta zorlanıyorum’ dedi.
Toprak’ın araştırmasına dönersek...
Ben Kayseri doğumluyum, ailem Ürgüplü. 7-8 yaşıma kadar Kayseri’deydim. Sonuçta Anadolu geleneğinin köklerini biliyorum. Anadolu’da teyzeler, amcalar, kulağına küpe takan bir genci elbette ayıplar. Geçenlerde bir arkadaşımın kızı saçının yarısını kazıtmış. Yani ayıplamadım ama...
Annesi kapalı mı?
Evet. Kendi şaşkın bakışlarıma engel olamadım. Dolayısıyla elbette farklı olana karşı bir bakış var Anadolu’da ama bu değişim gösteriyor. Çünkü artık hemen her şehirde bir üniversite var. İnsanlar farklı olana alışıyorlar. Kayseri’de veya Konya’da bir kızla bir erkeğin böyle kol kola, sarmaşdolaş dolaşmasına kötü gözle bakılırdı, ama şimdi bir sürü kafe var, gidince görüyorum, gayet rahat gençler. Üniversitelerle beraber o has katı gelenekler değişim gösteriyor. Ama bu has katı gelenekleri yaşatan bir çekirdek insan grubu var. Bu insan grubuna bakarak da muhafazakârlık artıyor, dindarlar mahalle baskısını artırıyor demek doğru bir tanımlama değil.
Tam da bu noktada Nuray Mert, aslında en korkulması gereken iyi niyetli mahalle baskısı diyor...
Her yerde bu fanatikliği görmüyor musunuz? ‘Ben Galatasaraylıyım, Fenerbahçeli benim evime gelemez’ diyen de var. Yani bu bir fanatiklik değil mi? Bu sizin duygu ve düşüncenizi, herhangi yaşadığınız bir şeyi abartmanız ve bunu bir keskin doğru haline getirmenizle ilgili bir şey. Bir tür kişilik yapısıyla da ilgili bir şey.
Ama eğer bir yerlerden bir güç almıyorsa, destek görmüyorsa ya da öyle bir ortam yoksa baskılar bu kadar artar mıydı?
Evet, mahalle baskısı bu anlamda vardır zaten ama bu baskı daha hafiflemiştir, eskiden çok daha kötüydü. Türkiye’nin modernleşmesiyle, televizyon kanallarıyla, üniversitelerle bir değişim yaşandı diyoruz, yoktur demiyoruz.
AKP’NİN AMPULÜ!
Ofisine girer girmez kocaman bir ampul çarpıyor gözüme...
AKP’nin ampulü! Gülümsüyorum, fark ediyor. “Arkadaşım, sanat yönetmeni Yasemin Babayiğit’in hediyesi. Kinaye olsun diye almış. Ben olsam almazdım. Ama fena da aydınlatmıyor!” diyor...
Mine Şenocaklı - VATAN - 6 Ocak 2009