Madımak Oteli’nde gericilerin yaktığı ateşin yuttuğu 19 yaşındaki Serkan Doğan’ı, ağabeyi Serdar Doğan anlatıyor:
Sıvas Madımak Oteli’nde 2 Temmuz 1993 günü katledilenlerden biri de 19 yaşındaki Serkan Doğan’dı. Semah dönmeye, bağlama çalmaya, Pir Sultan’ı yaşatmaya gitmişti. Serkan ateşte yanarken ağabeyi Serdar Doğan morgda ölüm ile yaşam arasında gidip geldi.
“Hem turnalar gibi semah dönüyor, hem de bağlamasını çalıp türküsünü söyleyebiliyordu” diye anlatıyor Serkan Doğan’ı ağabeyi Serdar Doğan. Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde büyük ozan Nesimi Çimen’i, Hasret Gültekin’i, Muhlis Akarsu’yu, Asım Bezirci’yi alan karanlık ateşin yuttuğu Serkan, tiyatro ekiplerindeki gençlerden biriydi. Pir Sultan Şenlikleri’ne Sıvas dışından giden 33 kişi ve 2 otel görevlisiyle 35 rakamının içinde yer alan 19 yaşındaki Serkan Doğan, yaşamını, duygularını bilmediğimiz bir genç değer.
Madımak Oteli’nde kardeşi Serkan Doğan’ı yitiren Serdar Doğan, katliam sonrasında “öldü zannedilerek” morga konuldu ve 12 saat sonra bir doktorun fark etmesiyle tedavi altına alındı. Sıvas’ta yaşadıklarını, tanıklıklarını anlattığı “Simurg” adlı oyunu Canlar Tiyatrosu tarafından sahneleniyor.
Serdar Doğan’dan bir kez bize anlatmasını istedik, kardeşini, Sıvas’taki sönmeyen yangını...
“Mavi, serseri gülüşlü çocuktu Serkan. Kardeşimdi, kan bağımız bu anlamda çok güçlüydü ama en çok da dostumdu. Serkanımı anlatmaya çoğu zaman cümlelerim yetmiyor” diye başlıyor söze acılı ağabey Serdar Doğan ve “Yüzü hep gözümün önünde, sesi de kulaklarımda çınlıyor öylece. Oysa yakınlarını yitirmiş pek çok insan; özelilikle seslerini unutuyorlar yitiklerinin. Bende acı bir çığlık ama dünyanın en güzel sesi olarak duruyor; hep dinlediğim olarak” diye devam ediyor.
OFFF BUNLAR OLSUN MUYDU KARAM
Serkan bağlamaya delicesine bağlıymış ve sabahladıkları gecelerden birinde ağabeyi, Ahmed Arif’in “Kara” şiirini okurken eşlik etmek istemiş. Serdar Doğan bu şiiri hep “karam” dediği kardeşine adadığını söylerken “Esmer yanık teni, kara hırçın sakallarıyla bunu hak ediyordu” diyor.
Doğan, Madımak’tan önce binlerce kez Serkan’ın eşliğinde okuduğu şiirin mısrasını milyonlarca kez “Offfff bunlar olsun muydu karam” diye tekrarlamış içinden. Serdar ve Serkan, Ankara’nın Dikmen semtine taşındıklarında Pir Sultan Abdal Derneği’ne (PSAD) komşu olmuşlar ve derneğe devam etmek için danıştıkları babaları sevinip “Gidin tabii” demiş: “Ben hemen saz kursuna yazıldım, 6 ay kadar devam etmeme karşın öğrenemedim. Kursa katılmayan Serkan daha bir ilerletti sazını. Derneğimize gelenlerin çoğu biliyordu bu sazı çalmasını ve Serkan dikkatle izliyordu onları. Deli gibi izliyordu ustaları; bunlardan biri de Hasret Gültekin idi. Ankara’ya geldiğinde derneğe de uğrar, bir zaman sonra ‘Nerde benim kara oğlum’ derdi, Serkan’ı sorarak. Hiç bilmeden, Hasret Ustamız da ‘karam’ demişti ona.”
NASIL GÜZELLİKLERE KIYDILAR
Serkan her yeni gün yeni bir tezene koymuş öğrendiklerine, derneğin yeni kurulan semah topluluğuna girmiş: “Artık hem turnalar gibi semah dönüyor, hem de bağlamasını çalıp türküsünü söyleyebiliyordu. Bir süre sonra açılan tiyatro grubu da anında Serkanımı içine aldı. 19 yaşında bir yaşamı ateşe verenler; bir kıza ‘Seni seviyorum’ diyememişler, bir halay başı tutmamışlar, bırakın sahneye çıkmayı; hayatlarında hiç tiyatroya gitmiş insan olma şansına erişememiş ama aramızda o kisveyle dolaşanlar bunların birini yapsalardı, cana kıymazlardı. Eminim halen nasıl güzelliklere kıydıklarının farkında değillerdir.”
Sivas şiire, semaha doyacaktı
“Omuzlarımız küçük, yükümüz ağır, yolumuz uzundu ama biz kararlıydık” diye Pir Sultan’ı anmaya koşan gençlerin coşkusunu anlatıyor ve “Ta ki ateşin ne kadar sıcak ve öldürebilen bir şey olduğunu görene kadar” diyor. Hazırlıklara aylarca önceden başlamışlar, “Sıvas’ı şiire, semaha, tiyatroya doyuracaklarını” konuşmuşlar. Ekiptekilerin çoğu da Sıvaslıymış ve bu kentte misafir değil ev sahibi hissediyorlarmış kendilerini: “Ama ne ev sahibi olarak ne de misafir olarak kabul görmedik Sıvas’ta. Pir Sultan’ı asmış olmanın utancını üzerinden atamamışken, Pir’in torunlarına da kıydılar. Tiyatromuzun, semahımızın maskotu, dünyalar güzeli 12 yaşındaki Koray Kaya nasıl bir kötülük etmiş olabilir onlara? 6 yaşında bağlama çalmaya başlaması, okulunda çok başarılı olması, Madımak’ta kaybettiğimiz diğer dostlar gibi bu ülkenin aydınlık yarını olabilme ihtimali mi?”
Hep birlikte son akşam yemeği
Sıvas’a yola çıkmadan ailece yedikleri akşam yemeğini anımsıyor Serdar Doğan. “Son akşam yemeğimizi yiyormuşuz bilmeden. O akşam sofranın tuzu kaçmıştı bir kere, 15 yıldır da düzen tutmadı. Üç sene sonra da babam ayrıldı o sofradan, hepten tadı kaçtı” diyor. Serkan ayrılırken “Hakkınızı helal edin” diyerek elini öpmek istedikleri babaları bu helalleşmeye anlam verememiş ve kapıyı kilitleyip “göndermiyorum” demiş. Bütün programın hazır olduğunu ve gitmek zorunda olduklarını anlatınca istemeyerek izin vermiş.
O kara gün Madımak’tan yükselen çığlıkları duymayan siyasiler geçen 15 yılda da duymadılar. Serdar Doğan, “Devlet, kendi ayıbını, ihmalini, geç kalmış özrünü örtmeye devam ediyor” diyor. Doğan’ın isyanı sözcüklere sığmıyor:
“Madımak Oteli’nin altına açılan et lokantasıyla 15 yıldır yakmaya, dumanını tüttürmeye devam ediyorlar. Kendileri için adalet, özgürlük, hoşgörü, anlayış, demokrasi isteyen iktidar, Madımak’ın yanmasına seyirci kalıyor. Sahte ve samimiyetsiz Alevi açılımları, insan hakları havarisi kesilmeleri, travma uzmanı açıklamaları, bizim 15 yıldır yaşadığımız travmaları görmezden gelmelerini anlamak mümkün değil. Madımak’ın 10. yılında iktidara geldiler, 15. yılında ezici bir çoğunlukla halen iktidarlar. Ve biz 15. yılında yanmaya devam ediyoruz... Ateşi söndürmeye hiç niyetimiz yok; bu ateş ya hepimizi yok edecek ya da kurtaracağız 33 dostumuzun Madımak’ta kalan anılarını ve gülüşlerini.”
Asıldığı yerde diriltmek
Halen PSAD’nin Ankara Şubesi başkanlığını yürüten Serdar Doğan, Sivas’ta yaşamlarını yitiren gençlerin çoğu, birlikte semah dönmüş, saz çalıp tiyatro yapmış. “Madımak’ta yaşamını yitiren bütün gençler; hiçbir karşılık beklemeden, yokluklarını ve yoksunluklarını sevinçlerine, emeklerine katık ederek derneğe, dolayısıyla Pir Sultan’a sahip çıktılar” diye yitirilen canları anlatan Serdar Doğan, Pir Sultan Şenlikleri’nin geçmişine uzanıyor: “Pir Sultan anmalarının en sonuncusu Banaz’da 1978’de yapılmış. 12 Eylül sonrası her şeye olduğu gibi bu anmalara da yasak gelmiş. 1993’te anmalar, doğduğu yer olarak kabul gören Banaz’da değil, asıldığı yer olan Sıvas’ta yapılıyordu. Pir Sultan ile tanışmıştık artık sıra, öldüğü yerde diriltmeye gelmişti. Gencecik Pir Sultan’lar olarak gittik Sıvas’a. Şiir, türkü, semah, tiyatro; ne yapacaksak biz gençler yapacaktık... Afişinden sunuşuna, stantlardan gösterilerine her şeyi biz yapacaktık. Her şeyiyle ne kadar sahiplenmiş, istemiştik orada olmayı. Dileğimiz, Pir’i doğduğu yerde anmak yerine, asıldığı yerde diriltmekti. Ama olmadı, coşku ve sevgiyle gittiğimiz Sıvas’a yorgun bedenlerimiz değil, yakılmış bedenlerimiz düştü...”
Cepte kalan şiir
Serkan’ın Madımak’ta cebinden bir şiir çıktığı anlatılır. Serdar Doğan, bu şiirin yazılmasına tanık olmamış ama Serkan’ın kendi bestelerine söz yazdığını, bunu da yazmış olabileceğini ifade ediyor. “Tıpkı Uğur Kaynar’ın son şiirini çantasından çıkardığı bir peçeteye yazdığı gibi, kalanlarla birkaç dizeyle vedalaşmak adına yazmış olabilir” diyor. Serkan’ın cebinden çıktığı söylenen, içinde bulunduğu durum ve inançlarına uygun şiiri şöyle: “Yanıyorum / Anam sakın ardımdan ağlamasın / Ali’yim ben Pir Sultan yoluna ölüyorum / Başıma kızıl bağlama / Arkamdan sakın ağlama...”
HATİCE TUNCER / Cumhuriyet - 29 Haziran 2008