Maraş katliamını açıklama çabaları her şeyi "gizli ellerin" üzerine yıkarak ya da basitçe Alevi ve Sünnilerin yüzyıllardır bir arada yaşadığını vurgulayarak yerli halkın sorumluluğunu sorgulamayı dışladı. 1978'de yaşananlar üzerine suskunluk devam ediyor.
Emma SINCLAIR-WEBB / BİA
Maraş'ta Aralık 1978'te gerçekleştirilen ve resmi rakamlara gore 111 kişinin öldürüldüğü, bin kişinin de yaralandığı katliam nedeniyle 804 kişi mahkemeye çıkarıldı. Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesi davayı görmek üzere Adana'da bir spor salonunda toplandı. İlk defa gün be gün devam eden duruşmalar görüntülü kayda alındı ve binlerce sayfa tutan konuşma çözümleri yapıldı.
Her ne kadar Maraş katliamı nedeniyle 13 bölgede sıkıyönetim ilan edildiyse de bu durum can güvenliğini sağlamaya yetmedi. Her gün siyasi cinayetler yaşanmaya devam ederken sadece dava süresince mağdurların ailelerini temsil eden üç müdahil avukat öldürüldü; ölüm tehditleriyle karşılaşan diğerleri de devamlı ikametgahlarını değiştirmek zorunda kaldı.
Birkaçı ömür boyu hapse mahkum edilse de, yargılananların tamamı 1992 itibariyle serbest kaldı. Mahkeme hiçbir zaman katliamın ardında yatan nedenleri, kimlerce ve nasıl planlandığını gösteren kanıtların peşine düşmedi.
Maraş katliamını gündemde tutmak ve aydınlanması için gösterilen çabalar büyük oranda Alevilere ve sol çevrelerle sınırlı kaldı. Olaylarla ilgisi bulunan aşırı sağcılar hariç, geniş bir tartışma yaşanmadı. Olayları tartışanların vurgusu yoğunlukla katliamın planlı bir girişim olduğu, sağcılarca gerçekleştirildiği ve derin devletle bağlantılı yapıldığı üzerineydi. Bazıları uluslararası istihbarat servislerinin parmağı olduğunu dahi iddia etti. Mahkemenin derinlemesine bir yargılama gerçekleştirmemesi de bu spekülasyonları besledi.
Öte yandan, komploya yoğunlaşmak olayların yarattığı insani trajedinin ve katliamın faillerinin aslında bir grup komplocu olmadığı gerçeğinin gözden kaçırılmasına yol açtı. Aslında onlar kadın ve erkekleri, gençleri ve yaşlıları ayrım gözetmeden öldürmeye, onlara işkence etmeye varabilen sıradan insanlar, kasaba yerlileri ve köylülerdi. Sanıklar arasında muhtarlar ve imamlar vardı. Bu katliamın ulaştığı boyut karşısında, planın arkasında yer alanların bile şaşırmış olacağını tahmin etmek mümkün.
Katliam, iki öğretmenin öldürülmesi ve ardından cenazelerinde gerçekleşenlerle bir sinemanın bombalanması gibi bir dizi olayla başladı. Aleviler ve solcu/CHP'li olduğu için insanlar hedef alındı. Milliyetçiler ve sağcılar için solcu ya da komünist olmak, ateist inançları nedeniyle bütün bir dini inanç düzenine tehdit anlamına geliyordu. Sol kimliğin Alevi kimliğiyle iç içe geçmesi de bunun kanıtı olarak gösteriliyordu. Cinayetlerin gelişimi dini inancın kimin bertaraf edilmesi gerektiğini belirlerken ana sınır çizgisini oluşturduğunu gösteriyor. Mahkemede tanıklık edenler, mağdurlardan sıklıkla Türk ve Müslüman olduklarını kanıtlamalarının istendiğini söylüyordu.
Maraş katliamını açıklama çabaları her şeyi dış güçlerin, "gizli ellerin" üzerine yıkarak ya da basitçe Alevi ve Sünnilerin yüzyıllardır bir arada yaşadığını vurgulayarak –"hepimiz kardeşiz"- yerli halkın sorumluluğunu sorgulamayı dışladı. Olaylar öyle bir kolektif unutuşa uğradı ki, bugün kentte yaşayanların birçoğu katliamın mağdurlarıyla duygudaşlık kurmayı bile beceremiyor. Katliamın, orada yaşayan bir gruptan çok şehre zararı olduğu düşünülüyor. Alevi nüfusun büyük kısmı katliamın ardından kenti terk etti.
Maraş'ta, 1978'te yaşananlarla ilgili suskunluk devam ediyor.(ESW/EÜ)
Emma SINCLAIR-WEBB
BİA Haber Merkezi - Londra - 24 Aralık 2008, Çarşamba