Maraş Katliamı DVD'sini temin etmek için 15,00 YTL + 3,00 YTL Kargo ücretini,Garanti Bankası Ankara Maltepe Şubesi 000062990 25-4 No'lu Hesaba yatırıp, dekontu ulaşım bilgilerinizle birlikte aşağıdaki faks numarasına göndermeniz yeterlidir. DVD en geç iki iş günü içinde elinize ulaşacaktır.
Açılım Filmcilik Araştırma Belgeleme Filmcilik Limited Şirketi
Sağlık-1 Sokak 17/13 Kızılay-Ankara
Tel: 0312 434 26 51-52 - Faks: 0312 434 26 32
Maraş Katliamı Belgeseli CD Broşüründen
MARAŞ KATLİAMINI ASLA UNUTMAYACAĞIZ !
1978 YILINDA TÜRKİYE TABLOSU
CHP Hükümeti İşbaşında
Demirel'in sağın önderliğini yürütme hevesiyle ve anti-komünist bir propagandayla kurduğu MC hükümetleri döneminde tırmanan faşist saldırılar ve tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda izlenen ekonomik politikalar, toplumsal muhalefetin yükselmesine neden olmuştu. Ülke sorunlarına çözüm getiremeyen ve arkasındaki sermaye desteğini de yitiren II. MC hükümeti, 1977 yılı sonunda güvenoyu alamayarak düştü.
MC Hükümeti'nin yerine 1978 yılı başında güvenoyu alarak işbaşına geçen Ecevit hükümeti, sol kamuoyunda demokratik bir programı yaşama geçireceği beklentisine yol açarken MC hükümetleri döneminde iktidarın nimetlerinden fazlasıyla istifade eden MHP ise seçimle ya da devlete sızma yoluyla iktidara gelme umudunu yitirmişti.
Yeni işbaşına gelen hükümetin can güvenliği ve asayişi sağlama iddiasına, kontr-gerilla odaklı faşist güçler 7 Ocak 1978 tarihinde CHP İzmir Milletvekili Süleyman Genç'in evi bombalayarak karşılık verdiler.
MHP'nin Yeni Stratejisi: İç Savaş
1978 yılı Türkiye'deki faşist hareketin yeni bir iktidar stratejisi tanımladığı ve bütünlüklü bir eylem programı benimsediği bir döneme işaret eder. Bu yeni strateji, bir iç savaş yoluyla şiddetin tüm toplumsal kesimleri kapsayacak şekilde tırmandırılması, katliam ve provakasyon-ların yoğunlaşmasıyla toplumda yılgınlık ve teslimiyet eğilimlerinin arttırılması ve böylece bir açık faşizme geçişin zemininin yaratılması şeklinde özetlenebilir. Faşist hareketin sivil uzantısı durumundaki MHP ve Ülkü Ocakları bu stratejide vurucu güç rolünü üstleniyordu. “Daha çok saldırgan olan ve daha çok şiddet hareketleri yapan taraf halka hakim olacaktır” şeklinde ifade edilen Kontrgerilla yöntemleri ile toplumdaki seçkin ve güçlü kişiler de dahil olmak üzere herkesi yıldıra-rak tüm toplumu teslim almayı amaçlıyorlardı. İstanbul Üniversitesi' nden topluca çıkan öğrencilerin üzerine bomba atılıp, kitlenin silahla taranması sonucu 8 öğrencinin öldürüldüğü 16 Mart katliamı faşist güçlerin yeni eylem planının ilk ürünü olarak tarihe geçti.
Türkeş 19 Mart'ta İzmir'de yaptığı konuşmayla iç savaş stratejisine resmiyet kazandırdı. 15 Nisan'da Ankara'da yapılacak olan mitingle “Büyük Yürüyüşü”nü başlattığını ilan ediyordu. Bu yürüyüşle amaçlanan gövde gösterisinin yanı sıra, solcu hükümetin iktidarsızlığını sergileye-rek en geniş sağ tabanın desteğini elde etmekti.
Faşist hareketin iç savaş stratejisinin ana dinamiğini Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı, sanayileşmesi gecikmiş Orta ve Doğu Anadolu'daki iller oluşturmaktaydı. 1977 seçimlerinde dini motifleri öne çıkaran MHP özellikle bu illerde oyunu yükseltmişti. Bu illerde yapılan anti-komünist, anti-Alevi saldırılarda sağ Sünni kitleleri seferber eden MHP bu kitle desteğini hem değerlendirmek hem de militanlaştırmak için Alevi-Sünni gerilimini tırmandıran bir iç savaş politikası izliyordu. Büyük metropol kentlerde toplumu genel olarak yıldırma ve sindirme amacıyla daha profesyonel bir kadro tarafından yapılan suikast ve saldırı şeklinde bir eylem çizgisi izleyen MHP, Orta ve Doğu Anadolu illerinde AP ve MSP'nin tabanını MHP güdümüne sokacak kitlesel provokasyonları örgütlüyordu. Bu politika sonucunda Demirel tabanını koruma telaşı içinde 1978 Mayıs ve Haziran ayları içinde Bayrak Mitinglerine soyunacak, ancak bu mitinglerden daha çok MHP istifade edecekti.
15 Nisan Mitingi ve Provokasyonlar Zinciri
Faşist Saldırılar Bölgesel Gerici Ayaklanmalara Dönüştü
MHP'nin büyük yürüyüşünden birkaç gün önceye denk gelecek şekilde Malatya, Pazarcık, Adıyaman ve Adana'ya bombalı paketler gönderildi. Sünni ve Alevi kesimde saygınlığı olan kişilere gönderilen bombaların arka arkaya patlamasıyla Alevi-Sünni geriliminin tırmandığı bir anda gerçekleşecek “büyük iktidar yürüyüşü” otoriter, güçlü iktidar özlemini yansıtacaktı.
CHP Pazarcık İlçe eski Başkanı Memiş Özdal 7 Nisan tarihinde Ankara'dan CHP Pazarcık Eski Belediye Başkanı Mehmet Özdoğan adıyla gönderilen paketi şüphelenerek almadı. PTT'de patlayan paket bir görevlinin ölümüne neden oldu. Yine Ankara'dan 6 Nisan günü Mustafa Şenyüz imzasıyla postaya verilen, Adana'da Ahmet Akalın'a gönderilen kolide çıkan bomba etkisiz hale getirildi. Aynı günlerde Ankara'dan Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı MSP eğilimli Abdülkadir Aksu'ya gönderilen paket de alıcısına ulaşmadan İçişleri Bakanlığı tarafından imha edildi. Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu ise, yakın arkadaşı Kasım Önadım adıyla 7 Nisan'da gönderilen bombalı paketi 14 Nisan tarihinde almasına rağmen işlerinin yoğun-luğu nedeniyle 17 Nisan'da açtı. Patlayan bomba Fendoğlu'yla birlikte iki torunu ve gelininin de ölümüne sebep olur. Hamido'nun ölümüyle tırmanan Malatya olaylarının 14 Nisan'da başlamış olması düşündü-rücüdür. 14 Nisan'da biri solcu ikisi sağcı olmak üzere 3 öğrencinin öldürülmesi ve cenaze törenleri kentte tansiyonu yükseltti. Öyle ki 16 Nisan tarihinde İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı Malatya'ya giderek muhtar ve din adamlarıyla toplantı yaparak gerilimi yatıştırmaya çalıştı.
Benzer biçimde Maraş'ta da olaylar Nisan başında tırmandırılmaya başlandı. 3 Nisan günü Yörükselim Mahallesinde CHP'lilerin gittiği Saray Kahvehanesine iki otomobilden önce patlayıcı madde atıldı, arkasından otomatik silahlarla tarandı. Kahvede televizyon izleyen 81 yaşındaki Sabri Özkan öldü. Pazarcık'a gönderilen bombanın PTT'de patlaması üzerine 17 Nisan'da Kahramanmaraş'ta 76 yılından itibaren çeşitli yaralama, öldürme ve bombalama olaylarına katıldığı saptanan 24 ülkücü militan ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu) operasyonunda gözaltına alındı. Bu militanlarca eylemlerde kullanılan bombaların Başbakanlığa bağlı Ankara'daki Nükleer Araştırma Merkezi'nde yapıldığı saptandı.
Başka bir katliam girişimi Ankara'da Yükseliş olarak da bilinen ADMMA öğrencilerine yönelik olarak 12 Nisan 1978 tarihinde gerçekleştirildi. Öğrencilerin toplandıkları kahvehanenin önüne park edilen bir araca yerleştirilen bombanın patlaması sonucu 7'si ağır 23 öğrenci yaralandı.
İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı 19 Nisan 1978 tarihli açıklamasında Ankara Mühendislik, Pazarcık ve Malatya'daki patlamaların MHP'nin düzenlediği “Büyük Yürüyüş”ten önce gerçekleşecek şekilde planlandığına dikkat çekti.
21 Nisan 1978 tarihinde basın açıklaması düzenleyen Türkeş'in “İktidar Kahramanmaraş ve Erzurum'da milliyetçilere karşı baskılara girişmektedir. Bu iki ilde olayların çıkacağını söylemek kehanet değildir” açıklaması üzerine Maraş'a askeri birlikler gönderilerek çıkabilecek muhtemel olaylara karşı tedbir alındı. 26 Nisan 1978 tarihinde Maraş Savcısı gizli örgütün ortaya çıkarılmasından sonra Kahramanmaraş'ta patlama ve bombalamaların kesildiğini, örgüt merkezinin Ankara'da olduğunu ve MHP milletvekili Edip Özbaş'ın da örgütte kuryelik yaptığını açıkladı.
2 Mayıs 1978 tarihinde Elazığ'da biri müezzin iki kişinin cami hoparlöründen “şehir içme suyunda zehir var, içmeyin” şeklinde yaptığı anonslar ve telefonlarla halk arasında panik yaratıldı. Gece sokağa dökülen halk güçlükle yatıştırıldı. “Aldığımız önlemlerle ikinci Malatya Olayının Elazığ'da tekrarlanmasını önledik” diye açıklama yapan Vali Güngör Aydın, zehirlendikleri iddiasıyla hastaneye başvuran 58 kişi hakkında soruşturma açtı. 13 ve 14 Mayıs günlerinde Elazığ'da sağcı ve solcuların devam ettiği 4 kahve sırayla tarandı, 2 kişi öldü.
Malatya'dan sonra en ciddi örgütlü saldırı Sivas'ta yaşandı. 1978 Sonbaharında Sivas ve Elazığ'da yoğunlaşan faşist saldırılar karşısında hükümet tamamen aciz kaldı. 10 kişinin ölümüyle ve 100 civarında yaralıyla, yüzlerce işyeri ve konutun tahrip edilmesiyle sonuçlanan 3-4 Eylül Sivas Olayları Malatya ve Maraş arasında tam bir geçiş halkası niteliği taşır. Saldırı çok önceden planlanmış, hedef ev ve işyerlerinin listesi tutulmuş, güvenlik kuvvetleri ya saldırılara katılmış ya da saldırganları korumuştur. Ülkü Ocakları Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu olaylar esnasında Sivas'taydı ve Sivas olaylarını tahrik ettiği için 27 Eylül tarihinde tutuklandı.
Elazığ'da 6-16 Eylül arasında meydana gelen öldürme olayları giderek kentte tansiyonu yükseltti. “Silahlı odakların seçtiği merkezlerden biri de Elazığ'dır. Temelde olmayan mezhep ayrılıkları körüklenmektedir. Aşırı sağ her türlü eylemle anarşinin durmadığını kanıtlamaya çalışmak-tadır” diyen Vali Güngör Aydın asayiş önlemlerini baltaladığı gerekçe-siyle MHP'li Belediye Başkanı hakkında soruşturma açılması için İçişleri Bakanlığına başvurdu. 14-15 Eylül'de Elazığ'da Valinin görevden alınma-sı için esnaf ve tüccarın tamamı MHP'lilerce direnişe zorlandı. 16 Eylül' de Vali Güngör Aydın'ın görevden alınarak Antalya Valiliğine atanmasını Elazığ'daki DKÖ ve sendikalar tepkiyle karşıladı, Güngör'ün Belediyenin yolsuzluklarını açığa çıkarmak üzereyken görevden alınması CHP'ye oy veren seçmenler arasında düş kırıklığı yarattı.
MHP iş savaş stratejisi gereği görece güçlü olduğu, ekonomik,sosyal ve kültürel bakımdan yeterince gelişmemiş bu illeri kendi üssü haline getiriyordu. Bu olaylar çok sayıda Alevi ve sol görüşlü yurttaşların göç etmesine neden oluyordu. Özellikle şehir merkezindeki işyeri ve dükkanların tahrip edilmesi, konutların yakılması bizzat bu amaca hizmet ediyordu.
HER ŞEY SIKIYÖNETİM İÇİN
1978 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında Ankara'da bir dizi katliam ve cinayete tanık olundu. Ülkü Ocaklı militanlar önce Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Bedrettin Cömert'i katlettiler. Arkasından Ağustos ayında Mamak belediye otobüsünü ve Balgat'ta 4 kahvehaneyi silahla taradılar Bu saldırılarda 7 kişi öldü, 4' ü ağır 27 kişi yaralandı.
Bu saldırılarda dökülen kanlar henüz kurumamışken MHP Genel İdare Kurulu 2 Ekim 1978 tarihinde sıkıyönetim ilan edilmesini, DGM (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) 'nin yeniden kurulmasını ve erken seçime gidilmesini talep eden kararlarını açıkladı. Doğrudan tertipçisi oldukları katliamların ardından kendilerine iktidar yolunu açacak, halkı teslim olmaya zorlayacak önlemleri hükümete dayatmak bu faşist stratejinin doğal bir parçasıydı. Bu talepleri kabule yanaşmayan hükümeti daha da sıkıştırmanın MHP'ye göre bir tek yolu vardı: Cinayet ve katliamları daha da tırmandırmak.
Öyle de yaptılar. Sıkıyönetim ilan edilmesini istedikleri kararın mürek-kebi kurumadan MHP Genel Merkezi'nin bulunduğu Ankara Bahçelievler semtindeki bir eve girerek 7 TİP (Türkiye İşçi Partisi) üyesi öğrenciyi boğarak ve kurşunlayarak katlettiler. (Cinayetin planlayıcısı ve yöneticisi olan Ülkü Ocakları 2nci Başkanı Abdullah Çatlı devlet tarafından aranmasına rağmen, 1980'li ve 1990'lı yıllarda yine devlet adına cinayet işlemeye hem de devletin doğrudan denetiminde devam etmiştir.)
Plan adım adım uygulanmakta, faşist katliamların üstüne gitme cesareti gösteremeyen Ecevit Hükümetini her geçen gün yeni katliam ve cinayetlerle iyice köşeye sıkıştırılmaktadır. Hükümetin teslim alınması için son ve büyük bir darbe gerekmektedir ve bu darbe gecikmeyecektir.
19-25 Aralık tarihleri arasında Maraş'ta başlayan gerici ayaklanmanın faşist katliama dönüşmesiyle Ecevit Hükümeti 13 İlde sıkıyönetim ilan etmek zorunda kalacaktır.
Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş sıkıyönetim ilanını mecliste kucaklaşarak neredeyse sevinç çığlıkları ile karşılarken Maraş'ta katledi-len yurttaşlarımızın cesetleri hala morglarda ve soğuk hava depolarında bekletilmekteydi.
MARAŞ KATLİAMI (19-25 Aralık 1978)
1978 yılının başından itibaren faşist güçlerin Maraş'ta gerçekleştirdiği şiddet eylemlerinin ve “kontrgerilla örgütlenmesini çağrıştıran” ilişkiler ağının üzerine yeterince gidilememiş olması sonucunda gerici-faşist ayaklanma Maraş'ta Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamına dönüşmüştür.
1978 yılı Maraş'ının kendine özgü koşulları faşist güçlerin iç savaşı derinleştirme politikasının uygulanmasına oldukça elverişli bir ortamın doğmasını sağlıyordu. Maraş ve çevresinde yerleşmiş, gelir seviyeleri önceleri çok düşük olan ve çiftçilik ile geçimlerini sağlamaya çalışan özellikle Pazarcık ilçesi ve köylerinde yerleşik olan aleviler, Kartalkaya Barajının yapılmasından sonra verimli arazilere sahip olmaya, ekonomik olanaklarının yükselmesi ile geniş ölçüde şehre yerleşmeye, ticaret hayatında kendilerini göstermeye başladılar. Ekonomik yönden refaha kavuşmaları, dini inanç ve ibadet yöntemlerindeki farklılıkların yanı sıra, hemen hemen tüm alevi yurttaşların sol görüşü benimseyen kişiler olması, özellikle sünni sağ görüşlü kişilerle aralarında kutuplaşmaların başlamasına yol açtı. Maraş'ta eskiden beri egemen konumda olan sünni sağcı kesim, hem ekonomik üstünlüğü kaybeder bir konuma gelmesi hem de Ecevit Hükümetiyle beraber devlet dairelerine yapılan atamalarla bürokrasideki gücün elinden gittiğini görmesi nedeniyle saldırganlaşmaya ve yeniden eski konumunu yakalamanın yollarını aramaya başlamıştır.
MARAŞ KATLİAMI HAZIRLANIYOR !
İşadamları Toplanıyor
Katliam başlamadan iki hafta önce EDEM Yağ Fabrikasında bazı işadamlarıyla AP'li ve MHPlilerin, Belediye Başkanının ve MİSK (Milliyet-çi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) temsilcisinin katıldığı bir toplantının yapıldığı, hükümete ve Alevilere haddini bildirme, Maraş'ı TÖB-Der ve POL-Der'den kurtarma kararı alındığı katliamdan sonra anlaşılmıştır.
Peck Maraş'ta Görülüyor
ABD Büyükelçiliği 1. Katibi Robert Alexander Peck'in Maraş Katliamı' ndan birkaç gün önce Maraş'a gittiği, sağ partilerin il yöneticileriyle, bazı iş adamlarıyla görüştüğü bilinmektedir. O dönemde ABD Büyükelçiliği' nde 2. Katip olan ve daha önce Endonezya'da çalışmış olan Gene Christy'nin de Maraşta bir katliamın planlamasında yer aldığı iddia edilmiştir.
İşyerleri ve Evler İşaretleniyor
Katliamın başlamasından bir hafta önce nüfus sayımı ve belediyenin numarataj çalışması bahanesiyle Alevilere ait evlerin tespit edilerek işaretlendiği gerekçeli kararda belirtilmiştir:
“Alevilere ait evler önceden işaretlenmiştir, bazı yerlerde ise bunun tersi yapılarak Sünnilere ait evler işaretlenmiştir. 'MHP, ÜGD, Katil Ecevit' ve üç hilal yazılı olan işyerlerine dokunulmamıştır”. (Kahramanmaraş Davası Gerekçeli Kararı)
Maraş'a Akın Eden Milli Piyangocular
Olaylardan önce gözlemlenen Maraştaki milli piyangocuların sayısındaki artış otel kayıtları tarafından da doğrulanmıştır: “Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Otelinde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendini milli piyangocu olarak tanıtan 26 değişik isimli şahsın Milli Piyango idaresinden alınan belgelerde sabit ya da seyyar bayi olmadıkları anlaşılmıştır.”
Anti-komünist Propaganda Filmi: Güneş Ne Zaman Doğacak!
Cüneyt Arkının tehditle oynatıldığı ileri sürülen ve gösterildiği her yerde olay çıkmasına neden olan “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı anti-komünist propaganda filminin Çiçek Sinemasında oynatılması tesadüf değildi. Çiçek sinemasının gelecek programında başka filmler olmasına karşın Maraş ÜGD Şubesine Adana'dan 2 kişinin getirdiği bu film 16 Aralık günü aniden gösterime sokulmuştur. Her seansı dolu oynayan filmin sansürden geçmeyen bölümü de gösterilmiştir.
Provakasyonun ilk adımı, filmin gösterimi sırasında tahrip gücü olmayan bir ses bombasının sinemada patlatılmasıyla atıldı. Patlamayla birlikte tetikte bekleyen Ülkü Ocaklı militanlar Türkoğlu ilçesinden o gece getirttikleri 20-25 kişilik bir gruba ve sinemadaki seyircilere, 'Müslüman Türkiye', 'Kanımız Aksa da Zafer İslamın' gibi sloganlar söyletmeye başladı. Böylece istenilen şekilde gerilim arttırıldı. Sinemadan çıkan 200-300 kişilik grup, yakındaki CHP İl Merkezi'ni tahrip etti, PTT binasını taşladı.
KATLİAMA SON ADIM: İKİ ÖĞRETMEN ÖLDÜRÜLÜYOR !
21 Aralık günü sinemaya atılan bombanın yol açtığı gerginlik hala yok olmamıştı. Endüstri Meslek Lisesi öğretmenlerinden TÖB-DER'li Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu bu gergin ortam içinde sokakta vuruldular.
22 Aralık günü yapılan solcu iki öğretmenin cenaze törenine saldırı düzenlendi. Maraş devlet hastanesi başhekimi Çetin Diker'in cenazele-rin verilmesini geciktirmesi Maraş'a dışardan getirtilmiş saldırganların hazırlanması için gerekli süreyi sağlamıştır. MHP'lilerin ve Ülkü Ocaklı-ların elebaşılık yaptığı gruplar, 'Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz' şeklinde sloganlar atarak, taş ve sopalarla cenaze törenine katılanlara karşı saldırıya geçtiler. Bu şekilde önceden hazırlıklı olduğu anlaşılan silahlı, sopalı, baltalı, gözü dönmüş saldırganlar, cenaze törenine katılan kalabalığı dağıttılar; cenazeler ortada kaldı.
Güvenlik kuvvetleri saldırganlara müdahale etmedi ve sağcı güçler çarşıya doğru yürüyüşe geçtiler. CHP'li ve Alevi yurttaşlara ait işyerlerini tahrip ettiler ve iki polis otosunu yaktılar. Saldırılar sırasında 3 kişi öldü-rüldü ve çok sayıda kişi de yaralandı. Olaylar doruk noktasına ulaştığı halde, Ankara'daki hükümet seyirci kalmış ve hiçbir önlem almamıştır.
22 Aralık Cuma günü gerçektirdikleri saldırıdan tatmin olmayan gerici, faşist gruplar yeni saldırılar için hemen harekete geçtiler. Belediye hopörlöründen yapılan “Kızıllar şehrimizi bastı, kızıllara geçit vermemek için herkesi hat boyunda buluşmaya çağırıyoruz.” anonslarıyla cahil sünni kitleler galeyana getirilmeye başlandı. Başta Bertiz yöresinin köyleri olmak üzere çevre sünni köylere örgütlü militanlar gönderilerek “Alevilerin Maraş'ta sünni vatandaşları kesmeye başladığı, camileri bombaldıkları; bu nedenle alevilerin, kızılları yokedilmesi gerektiği; Alevi, solcu öldüreceklerin cennete gidecekleri; öldürülecek alevi ve solcuların evlerine, eşyalarına elkonulacağı” gibi yalanlarla binlerce insanın köylerden Maraş'a gelmesi sağlandı.
23 Aralık Cumartesi ve 24 Aralık Pazar günleri silahlı, sopalı, baltalı saldırganlar, ayrı gruplar halinde CHP'lilerin ve Alevilerin evlerine, dükkânlarına saldırdılar. Polis arabalarını yaktılar, evleri ve dükkânları ateşe verdiler. Ele geçirdiklerini kadın ve çocuk demeden öldürdüler. Özellikle Alevilerin yoğun olduğu Yörükselim, Serintepe, Mağaralı ve Yenimahalle semtlerinde evleri uzun menzilli silahlar da kullanarak kurşun yağmuruna tuttular; patlayıcı madde atarak, mazot-benzin dökerek yaktılar; bununla da kalmayarak, hastane çevresini sardılar, getirilen yaralılara ve cankurtaran şoförlerine ateş ettiler. Bu görülmemiş katliam sırasında, resmi makamlara göre 111 (aslında daha çok) insan öldürüldü; yüzlercesi yaralandı, sakat kaldı. 210 ev ve 70 işyeri yıkılıp yakıldı. Binlerce alevi yurttaş şehri terk ederek başka yerlere göç etmek zorunda bırakıldı.
24 Aralık sabahı sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti; ama bütün katiller hâla sokaktaydı ve asker kışlasında, polis karakolunda duruyordu; masum yurttaşlar ise evlerinde ölümü bekliyorlardı. Yakın köylerden ve ilçelerden getirilen ülkücüler şehre doluştular. Sabahın erken saatlerinde kentin çeşitli kesimlerinde gruplar oluştu ve 'Müslüman Türkiye' sloganlarıyla harekete geçtiler. Çoğunluğunun 18 yaşından küçük kişilerin oluşturduğu gruplar, av tüfeği ile malzemelerini satan dükkânların kapılarını kırarak silahlandılar. Ellerinde dinamit ve uzun menzilli silahlar da bulunan saldırganlar, CHP'li ve Alevi yurttaşların işyerlerini, gaz-mazot-benzin dökerek ateşe verdiler. Öğle saatlerinde artık CHP, TİP, TİKP, POL-DER, TÖB-DER binalarını ve Sağlık Müdürlüğü' nü yıkıp yakmışlardı.
Canını kurtarabilen bir kısım yurttaş vilayete sığındı. Bu arada Gazipaşa semtinde askere sığınan iki yurttaş, saldırganlar tarafından askerlerin elinden geri alındı; bunlardan biri öldürüldü, diğeri de ağır yaralı olarak sokakta bırakıldı. Sağlık Ocağı'nda bulunan 2 yaralıyı ise, zorla dışarı çıkararak kurşuna dizdiler. Devlet hastanesini de kuşattılar ve hastaneye getirilen yaralılara ateş açtılar. Yaralı taşıyan bir cankurtaran şoförü kurşunlanarak öldürüldü.
Öğleden sonra; yüzleri maskeli bir grup evleri yanan yurttaşların sığındığı bir apartmana yaylım ateş açtı. CHP yöneticisi Ali Doğan'ın çırçır fabrikasını yaktılar. Şehirdeki durum tam anlamıyla gerici bir isyana dönüşmüştü. Şehrin çeşitli yerlerinde yangınlar çıkarılıyor, evler otomatik silahlarla taranıyor, basılıyor; kadın, çocuk, genç, ihtiyar çok sayıda insan topluca katlediliyordu. Alevilerin oturduğu Yörükselim, Yenimahalle ve Karamaraş gibi semtlerin yanı sıra, Sünnilerin çoğunlukta bulunduğu semtlerde üçer beşer Alevi ailelerin yaşadıkları evler, katliamın doruğa ulaştığı yerler oldu. Faşistler bu mahallelere ve evlere uzun menzilli silahlarla saldırdılar; evleri ateşe verdiler, bebeleri, çocukları satırlarla doğradılar. Hamile kadınların karınlarını deştiler, yaşlı kadınların gözlerini oydular, tecavüz ettiler.
MARAŞ DAVASI VE HESAP SORULMAYAN GERÇEK FAİLLER
1979 yılı sonlarında karara bağlanan Maraş Davası'nda 22 sanık hakkında idam cezası verildi. Yüzlerce insanın katledilmesini konu edinen bir davada bu rakamın komik olması bir yana idam alan hiç bir sanık hakkındaki bu karar, 12 Eylül Askeri Darbesi'nden sonra bile infaz edilmedi. İdam cezası onananlar bile 10-15 yıl arası hapis cezası yatarak tahliye oldular. Ama asıl önemlisi, bu davada yargılanan ve ceza alanların içinde katliamın gerçek tertipçilerinin ve elebaşlarının yer almamış olmasıdır. Bir çok tanık tarafından, gerici güruhu alevi ve solcu yurttaşların yaşadığı mahalle ve evlere yönlendiren, katliamı yöneten yüzleri maskeli ve silahlı kişiler olarak tarif edilen ve katliamın gerçek sorumluluları olduklarına şüphe olmayan kişilerden yakalanan bile olmamıştır. Yargılanarak ceza alan kişilerin çoğu bekçi, çöpçü, ev kadını vb gibi sıradan cahil insanlardır. Bu tür insanların bu çaplı bir katliamı planlayıp yönlendiremeyecekleri çok açık olmasına rağmen devlet gerçek sorumluların peşine hiç bir zaman düşmemiştir. Böylece Maraş Katliamı, yapanların yanına kar kalan büyük bir faşist tertip olarak tarihe geçmiştir.
“Ülkeye huzur getiren” 12 Eylül 1980 Darbesinin Paşaları Maraş Katliamı Sorumluluğunu Solculara Yıkmaya Çalışıyor
12 Eylül 1980 askeri darbesi faşist güçlerin yarattığı panik, korku ve yılgınlık ortamında her şeye razı hale getirilmiş Türkiye toplumuna tam da faşist güçlerin arzu ettiği gibi “deli gömleği”ni giydirmek üzere devreye sokuldu. “Ülkeye huzur getirme” iddiasıyla yönetimi ele alan paşalar acımasız bir işkence ve sindirme kampanyasına başlattılar. 12 eylül öncesinin cinayet ve tertipçisi faşist katillerin üzerine ciddi olarak gidilmezken solcu, demokrat, devrimci kesimler yok edilmeye çalışıldı. Maraş katliamının gerçek faillerinin bulunması şöyle dursun katliamın sorumluluğu solculara ve devrimciler yıkılmaya çalışıldı. Belgeselin tanıklarından Hamit Kapan'ın ifadesiyle, dönemin Kahramanmaraş Sıkıyönetim Komutanı Yusuf Haznedaroğlu'nun bizzat yönettiği işkenceli sorgularda devrimcilere hem iki devrimci öğretmenin öldürülmesi hem de katliamın tertipçiliği kabul ettirilmeye çalışıldı. Bu sorgular sırasında, başta Hamit Kapan olmak üzere Maraş Dev-Savaş davası sanıkları 200 günü de aşan süreyle ağır işkencelere tabi tutuldular. Elleri arkadan kelepçeli olarak lağım çukurunun içine oturtuldular ve günlerce orada o vaziyette bekletildiler. Falakaya çekildiler, çarmıha gerildiler; elektrik verildi vücutlarına aylarca... Başta Haznedaroğlu Paşa olmak üzere tüm işkenceciler, iki öğretmenin öldürülmesinde kullanılan silahı istiyorlardı. Devrimcilerin iki devrimcinin öldürülmesiyle bir ilişkileri olamazdı, bu nedenle silah vermeleri de mümkün değildi. Üstelik Ankara'dan gelen bir grup sorulama grubu, söz konusu silahın orduya ait bir silah olduğunu ve Ankara'daki bir operasyonda ele geçirildiğini açıklamasına rağmen işkenceler son bulmadı. Bu sorgulamalar sırasında bir çok insan işkenceyle öldürüldü ve Hamit Kapan, işkencede öldürülen iki kişinin cesediyle aynı hücrede günlerce beraber kaldı.
Aylar süren bu ölümlü işkenceler sonunda devrimcilere gözü kapalı olarak imzalatılan ifadelere dayanılarak, Maraş'lı devrimciler iki öğretmenin öldürülmesi ve katliam suçlamasıyla Maraş Dev-Savaş davasında sıkıyönetim mahkemesince yargılanmaya başladılar. Devrimcilerin aleyhinde hiç bir tanık, belge vb kanıt yoktu. Hamit Kapan işkencede çekilen ayak parmaklarının tırnaklarını işkence delili olarak mahkemeye sundu. Ama mahkeme heyeti için bunların hiç bir önemi yoktu. Sıkıyönetim mahkemesi Haznedaroğlu paşadan aldığı emri uyguladı ve başta Hamit Kapan olmak üzere bir çok sanığı “iki öğretmeni öldürmekten ve Maraş Katliamını gerçekleştirmekten” idam cezasına çarptırdılar.
Maraş Dev-Savaş dava dosyası yargıtaydayken 1986 yılında sanıkların sorgulamasını yapan polislerden Sedat Caner'in itirafları Nokta Dergisi' nde yayınlanmaya başladı. Caner bu itiraflarında, başta Hamit Kapan olmak üzere tüm sanıklara aylarca ağır işkence yaptıklarını, Hamit Kapan'ın 9 gün boyunca poseptik çukurunda tutulduğu için gözlerinde bile yaralar çıktığını; sanıkların aylarca uyutulmadan işkenceye tabi tutulduğunu anlatıyordu. Neyse ki bu defa hakimler gerçeklere kulak tıkamadılar. Bu itirafları da dikkate alan yargıtay haklarında hiç bir somut kanıt olmayan sanıkların tahliyesine karar verdi.
MARAŞ KATLİAMININ ANLAMI
Maraş katliamını kimlerin, hangi amaçla tezgâhladığı ve bu katliamla iç savaşı tüm toplumsal kesimlere yaymak istediği açıktır. Katliamda CHP'nin iktidar oluşunun etkisi vardır ancak niyetin CHP iktidarını yıpratmanın ötesinde olduğu unutulmamalıdır. Maraş katliamı o süreçteki ne ilk ne de son girişimdir. Maraş katliamı yaşanana kadar, Anadolu'nun benzer özelliklere sahip yörelerinde, aynı amaçlı çok sayıda kışkırtma düzenlenmiş, Malatya, Sivas, Elazığ gibi illerde adeta Maraş'ın bir provası yapılmıştır.
MHP, Kahramanmaraş olaylarına gelinceye kadar hükümeti sıkıyönetim ilan etmeye zorlayan bir politika izlemiş, zaman zaman idarenin orduya devredilmesini açıkça istemekten kaçınmamıştır. MHP'nin olayların kışkırtılmasında bu doğrultuda bir amaç güttüğü açıkça görülmüştür. Kahramanmaraş olaylarından sonra sıkıyönetim ilan edilmesi Mecliste kabul edildiğinde, Demirel ve Türkeş sevinçle kucaklaştıklarına göre, aynı amacın, Ecevit'in başarısızlığını kanıtlayacağı için, AP tarafından da benimsendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak, bu olayları kışkırtanların arkasında daha başka belki ilk bakışta görülemeyen güçlerin de bulunduğunu gösteren pek çok belirti vardır.
Kahramanmaraş katliamı sıkıyönetimle sonuçlandı. Sıkıyönetim ise, Türkiye'de bazı çevrelerin istediği bir askeri darbeye giden sürecin başlangıcını oluşturuyordu Nitekim bu katliamların oluşturduğu top-lumsal, psikolojik ortamda askeri darbeyle iktidara el koymak “kaçınılmaz ve meşru” bir ödev olmuş, darbeci genaraller ülkenin geleceğini karartmak üzere 12 Eylül 1980 tarihinde işbaşı yapmışlardır.
Kahramanmaraş katliamının CIA ve Kontr-Gerilla gibi gizli örgütlerin tezgâhladığı doğrultuda, önce bir sıkıyönetimi, sonra askeri bir darbeyi kolaylaştırmak için faşistler tarafından gerçekleştirilmiş olması, bugün büyük bir şaşkınlık ve suskunlukla geçiştirilmeye ve unutturulmaya çalışılmaktadır. Ne var ki, Dünya ve Türkiye kamuoyunun gözleri önünde ve kimin çıkarına ve kimler tarafından yapıldığı, yapılmış olduğu sırada bile açığa çıkan; mahkeme tutanaklarında bu konuda sayısız kanıt bulunan bu katliamı unutmak mümkün müdür? Aynı faşist güçler tarafın-dan Sivas'ta, Malatya'da sahneye konularak; provası yapılmış ve tecrübe kazanılmış olan bu katliamda, mahkeme tutanaklarında gösterildiği şekilde, katliamdan önce saldırılacak evlerin kendilerini belediye görevlisi olarak tanıtan MHP'liler tarafından işaretlenmesi, hangi evde ne kadar silah bulunduğunun araştırılması, katliam için çevre ilçe ve köylerden adam getirilmesi, sinemaya bomba atılarak yaratılan provokasyon, olaylar sırasında "Aleviler camiyi bombaladı" yalanlarının ortaya atılması, katil sürülerinin sokaklarda ellerinde MHP bayrakları ve dillerinde MHP sloganları ile dolaşması; işte bütün bunlar, katliamın CIA ve Kontr-Gerilla kitaplarında yazıldığı biçimiyle ve CIA'nın, Kontr-Gerilla'nın o günkü Türkiye'de yaratılmasını istedikleri ortamı yaratmak için MHP'li faşistler tarafından yapılmış olduğunun kanıtları değil de, başka nedir?
Maraş katliamının tertipçileri yanlızca sıkıyönetim ilan ettirmekle amaçlarına ulaşmış olmadılar. Katliamın uzun vadeli ve kalıcı etkileri sonraki yıllarda çok daha ağır sonuçlarıyla ortaya çıktı. Sivas, Malatya, Elazığ , Maraş gibi 12 Eylül 1980 öncesinde Alevi yurttaşların önemli bir nüfusa sahip oldukları, bir anlamda alevilikle de özdeşleşmiş olan, sol ve demokrat yanları ağır basan kentler bugün bu özelliğini yitirmişlerdir. Gerek 12 Eylül 80 öncesindeki faşist katliam ve tertipler gerekse de 12 Eylül 1980'nin faşist askeri yönetiminin izlediği, baskı, işkence ve sindirme politikaları yüzünden alevi ve solcu yurttaşlarımız bu kentleri terketmek zorunda kalmışlardır. Bu kentlerin günümüzde gerici, ırkçı, faşist siyasal partilerin oy deposu olan ve gerici güçlerin egemenliğindeki kentlere dönüşmelerinin altında 1978 Maraş, 1993 Sivas Madımak benzeri alevi ve solcu yurttaşlarımızın kıyıma uğradığı katliamlar da yatmaktadır.
ECEVİT'İN ÇEKMECESİNDEN ÇIKAN BELGELERDEKİ GERÇEKLER
Gazeteci Can Dündar ve Rıdvan Akar dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'le ilgili bir belgesel yapmak üzere evinde çekimler yapmaya başladılar. Yıl 2004'tü ve Maraş katliamının üzerinden 28 yıl geçmişti. Ecevit'in çalışma odasındaki belgeler incelenirken bir çekmecede MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) kaynaklı bazı belgelere rastladı gazeteciler. Ecevit'in bir örneğini almalarına izin verdiği bu belgelerde, bir MİT mensubu MİT içindeki MHP'lilerin yürüttüğü kadrolaşma çalışmalarını anlatıyor ve “Adana yöresindeki MHP'li MİT elemanlarının Kahramanmaraş katliamını tertiplediklerinin” altını çiziyordu. Bu belgelerin 28 yıl bir çekmecede saklanması bile Ecevit'in başbakan olduğu yıllarda da sonraki dönemlerde de katliamın gerçek sorumlularının bulunup cezalandırılması için hiç bir şey yapmadığını ortaya koyuyordu. Ecevit'in belgenin gün ışığına çıkması için 28 yıl beklemesi ise, Maraş katliamı karşısında faşist tertipçilerin üzerine gitmek yerine neden sıkıyönetim ilan ederek onların isteğine boyun eğdiğini de çok iyi ortaya koyuyordu.
Maraş katliamına ait bu çok önemli bilgilerin 30 yıla yakın bir süre saklanması, ülkemizde devlet içindeki faşist örgütlenmeye ait gerçeklerin sümen altı edilerek Maraş benzeri katliam ve cinayetlerin sorumlularının karanlıkta kalmasının sağlandığını çok iyi anlatıyordu.
Nitekim 1980 öncesinin faşist ve gerici çeteleri 1980 sonrasında da cinayet ve katliamlarına devam ederek Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı başta olmak üzere onlarca bilim insanı ve gazeteciyi öldürmüşler; 1993 yılında Sivas Madımak otelinde de 37 aydın ve sanatçıyı diri diri yakarak katletmişlerdir. Eğer daha fazla aydınımızın, sanatçımızın yokedilmesi istenmiyorsa; başka Maraşlar, başka Sivaslar olmasın isteniyorsa Maraş Katliamını unutturmamalı, gerçek sorumlularının yargı önüne çıkarılması sağlanmalıdır.