ALİ BALKIZ / Evrensel
Son on yıl içinde Hakka yürümüş dostlarımız: Aziz Nesin, Behçet Aysan, Asaf Koçak, Savaş Yurttaş, Kemal Bayram, İzzet Kılıçlı, Mustafa Ekmekçi, Asım Bezirci, Nehar Tüblek, Nida Tüfekçi, Hasret Gültekin, Nejat Birdoğan’ın üç-beş cümleden oluşan duyguları ve imzaları var anı defterimde… Ve son olarak da Mahzuni Şerif’in...
04.09.1990 tarihinde, yani bir sonbahar günü, Mahzuni şunları yazmış o anı defterime:
“Baharın en güzeli
Kardelen rüzgarının estiği
Fırtınanın küstüğü zamandır.
Ne mutlu o rüzgara
Dost diye esmiş
Ne güzel, o gönül
Kötüye küsmüş.”
Bu dizelerden sonra bir cümle daha eklemiş Mahzuni. O cümle şu: “Unutmayan unutulmaz.”
Sevgili Mahzuni’yi, “Baharın en güzeli, kardelen rüzgarının estiği” diye tanımladığı bir ilkbahar günü yolcu ettik. 17 Mayıs 2002 günü... Bu hafta sonu Berçenek’te bir kez daha dostlarının arasında olacak.
Bir başka ozan Cemal Süreya; “Her ölüm erken ölümdür” der.
Mahzuni erken gitti.
“Erken”den kastedilen; “Daha çok yaşayacak yılları vardı” demek değildir kuşkusuz. “Daha çok üreteceği şeyler vardı, hayata katacağı daha çok şeyleri vardı” anlamındadır.
O anlamda Mahzuni erken gitti. Çünkü üretiyordu. Olgunluk döneminin doruk noktalarındaydı.
“Muhtar Anamı Kaçırdı”, “Aman Doktor Bak Bebeğe” ile başlayan kamuya mal olmuşluğu, “Yiğitler Yiğitler Bizim Yiğitler”, “Erim Erim Eriyesin”den sonra “Domdom Kurşunu”na dek yükselmişti. Yükselmişti ama, ozana orada durmak yaraşmazdı ki; o yıldızları istiyordu. O nedenle erken gitti.
Ozanlar halkın hem dilidir, hem de vicdanı. Yüzyıllar boyu süregelen Anadolu halk şiiri geleneğinde; Şah Hatayi, Yunus Emre, Aşık Veysel, Emrah, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Agahi, Nesimi, Ali İzzet nasıl birer doruk iseler; Aşık Mahzuni de öyledir.
Ozanlarla düşünür, ozanlarla sevinir, coşar, koşar, hüzünlenir, ayağa kalkar yürür, mücadele ederiz. Ozanlardır, ekinimizi bol eden, uzakları yakın, zoru kolay kılan… Kimi kez o; bir köylü kızının, çeşmeden dönerkenki etek hışırtısıdır, kimi kez dörtnala giden alnı akıtmalı doru atın, burun deliklerinden fışkıran buğulu nefesi, kimi kez buğdayın başağa duruşu, kimi kez bir tencerenin fokurdayışı, kimi kez tünelden çıkan kara trenin haykırışı, kimi kez de bir ağanın, beyin, generalin karşısında dimdik duruşu… Mahzuni böyle bir ozandır.
O sadece bir söz ustası değildir, düşünce adamıdır da… Dünyaya Berçenekli yağız bir delikanlının gözleriyle bakarken, gördüğü ve gösterdiği evrenselliktir. O nedenle; “Üstün soy sözcüğü bana çok tuhaf gelmektedir. Çünkü bir insanın üstünlüğü, soyuyla değil, kendi öz nitelikleri ile belirgindir” der.
Mahzuni’deki bu nitelikler nelerdir?
Mahzuni alçakgönüllüdür, tıpkı tüm büyük ozanlar gibi.
Şöyle der:
“Beni merak edip şüphe duyanlar
Kendin bilmezlerin telaşıyım ben
Aslım Horasan’dan toprağım Afşin
Elbistan düzünün bir taşıyım ben.”
Ham sofuya karşıdır:
“Gücenme hey softa biz deli dedik
Oturup kalkmamız ikrara bağlı
Dünyaya gelirken senet eyledik
Sanma ki kıblemiz duvara bağlı.”
Dış görünüşe değil öze inanır:
“Ne sakal ne bıyık dosta yetirir
Ne dua ne telkin canlar bitirir
Ne muska ne divit Hakka götürür
Ben canlı içinde yalana çattım.”
Mahzuni yurtseverdir, öğretmendir, ezilenden yanadır, hiciv ustasıdır, tarihçidir, halkının dilidir, felsefeyi diyalektiği iyi kavramıştır. Dededir, örgütçüdür; sofra, sohbet adamıdır. Kaç kez gözaltına alınır, kaç kez koluna kelepçeler vurulur, yasaklanır, evi kundaklanır; yine de boyun eğmez.
Çağımızın Pir Sultan’ı da böyle olunuyor galiba...
Evrensel - 24 Temmuz 2009