'Mahalle Baskısı' tartışılıyor

'Mahalle Baskısı' tartışılıyor   Son yılların en fazla tartışılan kavramı kitaplaştı. VATAN yazarı Ruşen Çakır’ın...

'Mahalle Baskısı' tartışılıyor 
 
Son yılların en fazla tartışılan kavramı kitaplaştı.

VATAN yazarı Ruşen Çakır’ın Şerif Mardin’le yaptığı röportaj sonrası mahalle baskısı kavramı siyasi literatürümüze girdi. Ruşen Çakır, İrfan Bozan ile birlikte gazeteciler ve bilim adamlarıya yaptıkları röportajlarda bu kavramı sorguladı. Kimine göre baskı içki üzerinden toplumun geneline uygulanıyor, kimine göre ise her kesimin kendine özgü mahalle baskısı var...

’Mahalle baskısı’ öyle bir kavram ki ’var’ diyen de ’yok’ diyen de onun sihrinden kurtulamıyor. Herhalde Türkiye’de son yıllarda bunun kadar kullanışlı, nice tartışmayı başlatan veya zaten sürmekte olan onca tartışmayı kolaylaştıran bir başka kavram dolaşıma girmemiştir. Meslektaşım İrfan Bozan ile “mahalle baskısı”na kimin nasıl baktığını yansıtmak üzere bir dizi röportaj yaptık ve bunlar Doğan Kitapçılık tarafından ’Mahalle Baskısı, Var mı, Yok mu?’ adıyla kitaplaştırıldı. Çalışmamızda ilk olarak sorunun köklerine inmek için Adapazarı, Denizli, Erzurum, Kayseri, Malatya, Trabzon, Ankara (Keçiören, Sincan ve Mamak ilçeleri) ve İstanbul’da (Sultanbeyli, Bağcılar ve Gaziosmanpaşa ilçeleri) kendilerine baskı uygulandığını ileri süren gençler, kadınlar, Aleviler ve genel olarak laikliği bir yaşam tarzı olarak benimsemiş çeşitli meslek gruplarından erkeklerle görüştük.

Buradan çıkardığımız soruları farklı görüşlerden gazeteci, araştırmacı ve öğretim üyelerinden toplam 44 kişiye yönelttik. Türkiye’de farklı kimliklerin birarada yaşamasında karşılaşılan sıkıntı ve şikayetleri; bunlardan hareketle laikliğin yeri, önemi ve sorunlarını anlamak ve tartışmayı hedefleyen kitabımızdan bazı bölümleri Vatan okuruyla paylaşmak istiyoruz...

MEHMET ALİ BİRAND (Kanal D)

Baskı her yerde

Çocukluğumuzdan itibaren mahalle baskısı başlar. Önce ailenin içinde... Şu yapılmaz, buraya gidilmez... Ondan sonra okuldaki baskı başlar. Sonra en tipiği yatakhane basHele yatılı okumuş insanlar için, yatakhanede eğer siz farklı görüşleri seslendirmeye başladığınız zaman itirazlar başlar. Kışlada, orduevinde de mahalle baskısı vardır. Mahalle baskısını denetlemek pek zordur çünkü o fısıldanarak söylenir, kimsenin şeyi olmaz, geçerken yoldadır, o bir bakıştır, bir tutumdur, sırtını dönmektir. Bundan dolayı kimseye bir şey yapamazsınız, zorlayamazsınız. Mesela gazetelerde bazı dokunaklı konularda kendi kendimize sansür koyarız, fazla ileri gitmeyiz. Bu sanıldığı gibi askerden veya hükümetten korku değildir. Bu mahalle baskısı korkusudur.

AHMET TAŞGETİREN (Bugün)

Özgürlük kısıtlanıyor

Bu mahalle baskısı temasının var olanın çok ötesinde bir büyütmeyle, aslında birtakım özgürlük alanlarını kısıtlamak için kullanıldığını düşünüyorum. Mahalle baskısını daha geniş almak gerekir. Mesela ‘Mustafa’ filmi tartışmasıyla ilgili olarak baktığımızda, Can Dündar’ın da böyle bir baskının altında kaldığını söylemek mümkün. Veya Reha Çamuroğlu’nun Alevilik ile ilgili girişimi sırasında Alevi çevreleri tarafından bir mahalle baskısına tabi tutulduğunu söylemek mümkün. Ya da bizzat Şerif Mardin’in Risale-i Nur’la, Bediüzzaman’la ilgili araştırmalarından dolayı Türkiye Bilimler Akademisi’ne alınmayarak o muhitlerde bir mahalle baskısına tabi tutulduğunu söylemek mümkün. Ecevit, Vahdettin’le ilgili bir söz söyledi, boğdular Ecevit’i. Türkiye’de böyle bir Kemalist baskı da söz konusu. Bunu da bir mahalle baskısı olarak dikkate almak gerekir.

NAZLI ILICAK (Sabah Gazetesi)

Selam-sabah kesildi

Benİm ailemde hiç başörtülü insan yok. Hani kimisi diyor ya; “Anneannem başörtülüydü, babaannem de...” Bizde öyle bir şey yok. Ona rağmen ben başkalarının hakkı olarak bunu savunurken kendi çevrem onlara ihanet etmişim gibi mütalaa etti ve 28 Şubat sürecinde çok dışlandım. O dönemde bu baskılar yoğundu, sadece bana değil başka gazetecilere de... Selamı sabahı kesenler oldu. Çok yakın arkadaşlarımdan değil, ama dost dediğimiz o çevrelerden. Çünkü benim samimi olduğumu hiçbir zaman düşünmüyorlardı.

PROF. MEHMET ALİ KILIÇBAY

Keçiören’de vardır Çankaya’da yoktur

İstanbul’da Sultanbeyli koskoca bir ilçe oldu, ama belirli bir tarzın içinde. Ankara’nın Keçiören’i ile Çankaya aynı şey değil. Keçiören’in içinde mahalleler arasındaki farklılıklar minimal düzeye indirgenebilir, yani Keçiören’i Çankaya’ya nazaran veya Çankaya’yı Keçiören’e nazaran farklı görmek mümkün. İçindeki mahallelerde, sokaklarda farklılıklar olması bir şey değiştirmiyor. Çankaya’nın içinde de Keçiören’in içinde de farklılıklar var. Biz bu farklılıkları ihmal ettiğimiz zaman karşımıza şehir davranışsallığı açısından iki farklı kalıp çıkabiliyor. Keçiören’deki mahalle baskısı ile Çankaya’daki mahalle baskısının aynı olması söz konusu değil. Hatta şu söylenebilir: Keçiören’de mahalle baskısı vardır, Çankaya’da büyük ihtimalle yoktur.

ALİ BAYRAMOĞLU (Yeni Şafak)

Anlaşılır bir endişe

Mahalle baskısı endişesi anlaşılır bir endişedir. Çünkü dünyanın birçok yerinde İslami hareket bu temelde büyümüştür. Cezayir’e baktığımız zaman mahallelerden hareketle çevre çevre yayılmıştır, İran’da benzer eğilimler olmuştur. Türkiye’de bunlar olmamakla birlikte tabii bu mahalle baskısı fikrinin değil, bir tür yaşam biçiminin, bir geleneğin daha egemen bir dil olarak etrafa yayıldığı bir baskı aracı olduğu söylenebilir. Ama mahalle baskısından hareketle bir politik tutum ve sosyolojik bir halin açıklanmasını her zaman uygun görmüyorum.

Prof. AHMET İNSEL

Gülen hareketi de bir tür masonluk

Fethullah Gülen hareketinin sorunlu yanı nedir derseniz; bu bir nüfuz etme, bir yönetici elit sınıf yaratma hareketi, aynı zamanda siyasal ve toplumsal alana hâkim olma hareketi. “Toplumda hâkim olma arzusu yanlış bir şey değil, bunu solcular da, AKP’liler de istiyor,” denebilir. Arada bir fark var. Fethullah Gülen hareketi bunu siyasal risk almadan yani bir siyasal parti oluşturmadan, seçmene vaatlerde bulunmak gibi açık olma fonksiyonunu yerine getirmeden yapıyor. Kendi yetiştirdiği veya o harekete sempati duyan insanlar aracılığıyla belli çevrelerde etkili olmayı, devlet içinde güç olmayı hedefleyen bir cemaat hareketidir bu. Nasıl masonlar bir etkilenme hareketi ise Fethullah Gülen hareketi de bir Müslüman masonluğu olarak tanımlanabilir. Masonluğun iyi veya kötü olduğu kanaatinde değilim, sorun bu etkileme faaliyetinin ve etkileme amaçlarının gizli olmasıdır.

HÜSEYİN GÜLERCE (Zaman)

AKP, Milli Görüş’ten kopamıyor

BİZİM AKP’li arkadaşlarımız Milli Görüş damarından kolay kolay kendilerini kopartamıyorlar. Gençliğimizde aynı kulvarda olmamıza rağmen bir çizgide anlaşamıyorduk. Orada bir katılık seziyorum, yani söylenmese de sanki şöyle bir suçluluk psikolojisi içersine giriyorlar: “Biz Müslüman insanlarız, içki satışına nasıl müsaade edeceğiz, ruhsat vereceğiz?” Mutlaka giriyorlar, demiyorum. Öyle düşünenler olabilir. Fakat AB’ye tam üye olmak isteyen bir Türkiye’de bu tür düşüncelerden kurtulmak lazım. İlerde AB’de eşcinsellerle ilgili alınacak kararları siz yerel yöneticiler olarak uygulamak zorunda kalacaksınız. Demokrasinin bir tarafını alıp bir tarafına olmaz diyecekseniz bu sefer dünya sizi dışlayacaktır. Peygamberlerin zamanında da ahlaken farklı yaşantılar içerisine giren insanlar olmuştur, ama hemen onlara bir ceza kesildiğini de biz görmüyoruz. Ceza kesilmiş kavimler var; bunu tamamen yaygınlaştırmışlarsa, ahlaklı yaşamak isteyenlere artık hayat hakkı kalmamışsa o zaman azabı hak etmişler. Ama onun haricinde insanlar inanmakla inanmamak arasında veya hangi yaşantının içerisine girip girmeme konusunda serbesttirler. Siz insanlara sadece din adına doğruyu - yanlışı söylersiniz. “Şuna vesile oluyorum, şuna ruhsat vermiş oluyorum,” diye vicdan azabı çekecekseniz o zaman yönetici olmayacaksınız.

GÜNERİ CIVAOĞLU (Milliyet)

Türbanlı Nişantaşı’nda rahatsız olmaz

Bir kadın masum dekolteli bir kıyafetle Fatih Çarşamba’ya gitsin ve baksın ne oluyor. Ama tesettürle gitsin Nişantaşı’na, aynı oranda tepki görmez. Türban olayının bir de Jeanne d’Arc sendromu boyutu var. “Madem karşı gelemiyorum bu başörtüsü meselesine, bari onun kahramanı olayım, mücadelesini vereyim” diyorlar. Serbest kalsa herkes açar. Bu iktidarda değil ama başka bir iktidar gelsin ve serbest bıraksın diye düşünüyorum. İktisadi bir yönlendirme olmazsa bu iş rahatlar gibi geliyor. Bu ekonomik destekler bütün Türkiye’yi kılcal damarlar gibi sardı.

ALİ BALKIZ (Alevi Federasyonu)

Türbanı tuvalette çıkarıp içki içenler var

Ben içkili restoran işletiyorum. Geçen Ramazan ayında birbiriyle tezat çok örnek gördüm. Aynı masada oturmuş kimi müşterilerimiz oruç açarken, bir başkası bira içebiliyor. Ya da bir masada iftar sofrası kurulmuşken diğer masadaki rakı kimseyi rahatsız etmeyebiliyor. Şu örnekleri de vereyim. İftarlarını başka bir yerde açmış, gündüzden gelip bahçemizde yer ayırtmış, iftar sonrasında kahve içeceğiz, diyen modern giyimli bir kız öğrenci... Dediği saatte geldiler, aralarında türbanlı bayanlar da var. Türbanlı bayanlardan biri orada bir bira firmasının promosyon şemsiyesini görür görmez, 40 kişiyi kaldırıp götürdü. Şöyle örnekler de var: Geliyor bayan müşterilerimiz. Çantalarını masaya bırakıyorlar, doğrudan tuvalete gidip türbanlarını çıkartıyorlar. Sonra masaya oturup içkilerini içiyorlar. Giderken tekrar türban takıyorlar.

OKTAY EKŞİ (Hürriyet Gazetesi)

İçi boş bir iddia

BASKININ en kötüsü, en iğrenci, en ilkel olanı içki üzerine baskıdır. İnsanlar bir araya gelip efendi efendi içiyorlar, onu beceremeyen, yüzüne gözüne buluşturan zaten zabıtaya intikal eder, belası neyse, bedelini ödeyerek bulur. Ama sana ne? Kadın ister eşini alır, ister arkadaşını alır. Gelir orada efendi efendi oturur, hem yemeğini yer hem içkisini alır, sonra da bedelini öder çeker gider. Sana ne? Sen eşini alırsın içkili bir yerde oturursun, öbürü de içkisiz tarafına gider, orada oturur. Ne zararı var? Hayır. Ayıracak. Çünkü orada bir gereksiz, aslında çoğu yerde de temeli olmayan bir namusluluk, bir ahlaklılık, bir fazilet sahibi olma iddiası var, içi boş bir iddia.

Prof. YASİN AKTAY (Selçuk)

Konya’da içkili lokanta sinek avlar

DÜNYANIN her tarafında içkiye karşı mücadele yapılıyor. Amerika’da herkes istediği yerde içemez, belli bir yaşta değilse de içemez. Geçenlerde dışarıdan Konya’ya gelen ve bir lokantada yemek isteyen bir adam “Lokantaya girdim, içki istedim ama getirmediler” diye yazdı. “Niye getirmiyorsun, niye içki satmıyorsun? Bu benim yaşam tarzıma müdahaledir” diyor. Şimdi o adamın yaşam tarzına müdahale etmemiş olmanın tek yolu, bazı firmaların zararına, sırf bu adam içki içebilsin diye yıl boyu dükkânlarını açık tutması mıdır? Konya’da içkili lokanta açarsanız, ruhsat alır açarsınız. Ama sinek avlarsınız. Yeterince müşteri çekemezsiniz, kimse gelmez. Gelen müşteri gelmeyenin yarattığı kaybı karşılamaz. Bırakın piyasayı kendi şartlarıyla çalışsın. Konya’ya gidiyorsanız, içki de içmeyiverin. Orada içki içmemek insan hakkı ihlali midir? Gerçi Konya’da içkili lokanta var, yok değil. Ama bütün lokantaların içkili olmasını bekleyemezsiniz. Her yerde ve her saatte içki içemiyorsunuz diye üzerinizde mahalle baskısı hissediyor olabilirsiniz de. Sonuçta his çok öznel bir şeydir. Ama siz bu baskıyı hissetmeyin diye bütün bir şehri baskı altında tutmak da neyin nesi oluyor? Konya’da var içkili lokantalar, ama sınırlı müşterisi var. Demek ki piyasa talebi yeni bir içkili lokantayı kaldırmıyor Konya’da. Dindar insanlar yemeklerini içkili bir lokantada yemez.

VATAN - 5 Nisan 2009

Güncel Haberleri

Kendi kaleminden: Rabia Mine kimdir?
‘Bizim Yunus’ genelgesine tepki
Önlü: Dersim’in doğası talan edilirken itiraz edilmesin istiyorlar!
Diyanet: 'Kadın-erkek el ele olmasın'
Seyahat yasağı mağdurları isyan ediyor