Cengiz ÇANDAR / Radikal
'Yanlışlar insanın peşini bırakmaz. O yazının belki gözlemleri değil ama ruhu yanlıştı. Asıl önemlisi de zaten buydu.'
Sivas’ta 2 Temmuz, bir cuma günü ve 18 yıl önce gerçekleşen feci olayı Ankara’da akşamüstü öğrenmiştik. Hasan Cemal ile birlikte.
Sabah gazetesinde çalışıyorduk ve yanlış hatırlamıyorsam, TBMM’deki bir görüşmeyi izlemek üzere Ankara’daydık. Sabah’ın o dönemki genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu, ikimizin de hemen Sivas’a yola çıkmasını istemişti.
Gece yarısına doğru yol çıktık. Sabahın ilk ışıklarına yakın bir saatte şehrin çevresindeki asker kordonundan geçerek girmiştik Sivas’a. Olaylardan sonra şehre giren ilk basın mensupları olduğumuz söylenmişti.
Sabahın o saatinde in cin top oynuyordu Sivas sokaklarında. Güneşin doğuşuyla birlikte insanlar toplanmaya başladı. Herkesin anlatacak bir şeyi vardı, biz de dinliyor, not alıyorduk.
Olayların gelişimini iki gün öncesinden başlayarak, saat saat, an an anlatıyorlardı. Madımak’ı akşam saatlerinde yakmışlardı. Akşam saatlerine dek, gerginlik birikiyordu. Ben, vilayet binasına takılmıştım. Çünkü kalabalıklar, özellikle cuma namazından çıktıktan sonra, vilayetin önünden geçerek Madımak Oteli’ne gidip otelin önünde toplanmışlardı.
Gaflet içindeki devlet
Sürekli vilayet binası ile Madımak arasında gidip geliyordum. Topu topu 6-7 dakika sürüyordu yürüyerek. Nasıl olur da vali, ‘ben geliyorum’ diye günler öncesinden bas bas bağıran, ülkenin yakın tarihinin en yüz kızartıcı olayını önlemek için gerekli adımları atmamıştı? Anlaşılır gibi değildi.
Hasan’la birlikte hastaneye de gittik. Arif Sağ hastanedeydi. Arif Sağ’dan Madımak’ın içinde ne olup bittiğine dair anlattıklarını dinledik.
Öğleden sonra yazıya oturduk. Yazımın başlığı ‘Sivas Faciası: Provokasyon ve Gaflet’ idi.
Yazıda valinin, bir başka deyişle ‘devlet’in sergilediği ‘gaflet’e vurgu yapmıştım ve olayların bariz ‘provokasyonlar’ sonucu olduğuna hükmederek, bunlardan en başta Aziz Nesin’i sorumlu tutmuştum.
Sivas’ın Alevi-Sünni çatışmasına uygun kırılgan bir fay hattı üzerinde bulunduğunu biliyordum. ‘Provokasyon’a çok uygun bir zemini vardı. Nitekim, provokasyon olmuştu da. Besbelliydi bu. ‘Devlet’ de, aralarında benim çok yakından ve yıllar öncesinden tanıdığım, bazıları dostum olan insanların cayır cayır yakılmasına adeta çanak tutacak bir ihmalkârlık içinde olan biteni izlemişti.
Asım Bezirci’yi gençliğimden beri tanırdım. Metin Altıok ile de tanışmışlığım vardı. Nesimi Çimen’i bilirdim. En önemlisi, Behçet Aysan ile birlikte 1987’de Atina’da ‘Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’nü Mikis Theodorakis’in elinden birlikte almıştık. Yakılan 37 kişi arasında bu isimler ve niceleri vardı.
Özür...
O yazıyı, Sivas’ta Sivaslıları dinledikten sonra içimde elem ve ondan da büyük bir öfkeyle yazdığımı hatırlıyorum. Katliamın kitlesel çatışma potansiyeli taşıdığının farkında olarak, ‘İslamcılar’ı özellikle eleştiri oklarına bilinçli olarak hedef kılmadım. Yazı yayımlandıktan sonra ‘İslamcı’ diye tanımlanan çevrelerden ‘dikkatli’ ve ‘sorumlu’ davrandığım için övgüler aldım.
Övgülerden etkilenmedim. Tam tersine, o yazı içimde hep bir sıkıntı yumrusu olarak kaldı. Ve, uzun meslek hayatım boyunca, isabetini savunmakta kendime karşı zorlandığım pek az sayıda yazının başında geldi.
İki nedenle: 1) Birçok gözlem doğru olmakla birlikte, Aziz Nesin’e haksızlık ettiğim ve yakışıksız sıfatlar kullandığımı düşündüm. Öyle yapmam yanlıştı; 2) Kimin provokasyonda payı ne olursa olsun, 37 kişinin canını alan öylesine bir kundakçılık olayında ‘siyasi denklem’ kurmayı değil, ‘vicdanın sesi’ni dinlemeliydim. Ölenler –üstelik ölüm biçimleriyle- bağrımı yakmıştı ama bu duygum, ne yazık ki, yazıya yansımamıştı.
Madımak’ın 18. yıldönümünde, 18 yıl önce yayımlanmış yazılar internet üzerinden dolaşıma sokuldu. Benim ‘Sivas Faciası: Provokasyon ve Gaflet’ yazımın Aziz Nesin’e yönelik cümleleri de...
Yanlışlar insanın peşini bırakmaz. O yazının belki gözlemleri değil ama ruhu yanlıştı. Asıl önemlisi de zaten buydu. Ruhunun yanlış olmasıydı. 18 yıl aradan sonra, itiraf etmeliyim ki, o yazıyı yazmış olmamın iç sıkıntısı beni hiç bırakmamıştı. Madımak’ın 18. yıldönümü bunu dile getirmeme vesile olsun.
O yazının yanlış ruhundan ötürü incittiklerim olmuşsa, hepsinden özür dilemeyi borç bilirim.
Alevilerin haklı talepleri
Madımak’ın 18. yıldönümünde, internet ortamına bir ‘Özel Harekâtçı’nın ‘itirafları’ da düştü; “Madımak’ın yakılmasında ‘derin devlet’in” rolünü anlatıyor.
Bunun üzerinde önemle durulması gerektiğini düşünüyorum. Bizim 3 Temmuz 1993 Cumartesi günü, gün boyu Sivas’ta gördüğümüz manzara, Sünni, Alevi, kimi dinlersek dinleyelim, işittiklerimiz bir ‘provokasyon’a işaret ediyordu. ‘Derin devlet’ kokusu geliyordu. Ama elde kanıt olmayınca, ‘provokasyon’a ilişkin olarak ‘derin devlet’i suçlamak pek inandırıcı olmayacaktı.
Oysa şimdi, Madımak’ın 18. yıldönümünde böyle bir imkân var. Bu konunun deşilmesi, Türkiye’de Alevi-Sünni çatışması üzerinde kimin, nasıl oynadığını da ortaya çıkaracak ve ‘iç bütünlüğün sağlanması’na dolayısıyla yardımcı olacaktır.
Bu arada, şunu da ifade etmeliyim:
‘Alevi sorunu’nun, ‘Kürt sorunu’na yakın önemde bir sorun olduğu, hatta daha derin bir tarihi ve psikolojik arka plana sahip olduğu düşüncesindeyim. Dahası, Alevilerin tüm haklı taleplerini destekliyorum. Zorunlu din dersleri uygulamasına karşı çıkmalarından cemevlerinin statüsüne kadar ileri sürdükleri her talebin doğru, meşru ve ‘inanç ve ibadet özgürlüğü’nün bir parçası olduğunu savunuyorum.
Tüm ömrünü mazlumların ve mağdurların haklarını seslendirmeye adamış biri olarak, zaten başka türlüsü söz konusu olamaz.
Madımak’ı unutmamak, Alevilerin haklarını savunmaktır.
Radikal - 05 Temmuz 2011