Yüksel Işık (*)
Katliamın onbeşinci yıldönümünde, 2 Temmuz günü, Türkiye’nin sayılı aydın ve sanatçıları verdikleri ilanla Madımak’ta olacaklarını beyan ettiklerine göre, onları yalnız bırakmama görevi, herkesten çok, mağduriyetlerini sıkça dile getiren Müslüman aydınlara düşüyor. Örneğin, kendilerine, “ortak akıl hareketi” adını veren güçlerin, aydın ve sanatçıların bu beyanı üzerine Madımak’ın önüne gidip, katliamı protesto etmeleri ve müze talebini dile getirmeleri bir samimiyet testi olarak önümüzde duruyor
Aralarında Adalet Ağaoğlu, Yaşar Kemal, Vedat Türkali ve Fazıl Say gibi aydın ve sanatçıların yeraldığı ve benim de bulunduğum, “Katledilişinin 15. yılında aramızdan ayrılanları anmak ve Madımak Oteli’nin müze yapılması talebimizi, bir kez daha duyurmak için 2 Temmuz 2008’de Sivas’dayız” konulu imzaları gazeteler yayınlamış bulunuyor. İmzacılar, onbeş yıl önce gerçekleştirilen vahşi katliamın bir daha yaşanmaması için katliamın yapıldığı Madımak Otelinin bir Utanç Müzesi’ne dönüştürülmesini talep ediyor. İçinde onlarca insanın bulunduğu oteli ateşe veren zihniyeti açığa çıkarmayı amaçlayan bu talep, farklı olana tahammül etmeyi hep hatırlatacak olması nedeniyle de önem arzediyor.
Tarihimizin en dramatık olaylarından biri olan Madımak katliamının ve böyle bir katliama seyirci kalanların unutulmasını engellemek ve bütün bir toplum olarak gerekli dersleri çıkarmak için dile getirilen müze talebi, esas olarak, farklılıkların korunarak yaşatılması ve genel olarak özgürlükçü bir demokratik düzeni amaçlıyor. Üstelik böyle bir müzenin gerçekleşmesi, 2 Temmuz katliamından hemen üç gün sonra Erzincan’ın Başbağlar köyünde gerçekleştirilen katliam örneğinde olduğu gibi, tarihin tozlu sayfaları arasında bırakılmış nice cinayeti ve katliamı da sürekli olarak gündemimizde tutmamızı ve dolayısıyla çözümü için adım atmamızı da sağlayacak bir işlevi üstleniyor.
Görmezden gelmemek için
Daha önce de çeşitli vesilelerle belirttiğim gibi, bir insanın, bırakın başka bir insanı, herhangi bir canlıyı diri diri yakması ve yakmakla yetinmeyerek, karşısına geçip slogan atarak seyretmesi için çok büyük bir kin birikmesi lazım. Kin, hiç kuşkusuz, insanın insanlığa yabancılaşmasının bir tezahürüdür ve böyle bir tezahür için elbette ideolojik bir arka plana ihtiyaç vardır. Osmanlı’nın, “zındık ve mülhid” olarak adlandırıp, kılıçtan geçirdiği; artanını sürgüne gönderdiği Aleviler, varlıklarının kabulü ve inanç alanlarının genişlemesi için yürüttükleri mücadelenin önemli bir aşamasında, Madımak vahşetiyle karşılaşmışlardır. Bu vahşet sonucunda, kendisini laik olmakla tanımlayan devletin her türlü aygıtının gözü önünde, saatlerce süren bir kuşatma ve yangınla birlikte 33 aydın ve sanatçı ile iki otel görevlisi yaşamını yitirmiş; biz istesek de istemesek de, toplumsal tarihimize derin yara izleri bırakan bir katliam olarak not edilmiştir.
Problemi kökünden çözmek isteyen toplumlar, sorunların üstünü örtmüyor; tam tersine, yaşanan sıkıntıları, toplumsal bilinçte açığa çıkmasına yönelik önlemler alıyor. Almanlar, Türklerin yakıldığı Solingen’de bir anıt dikerken de, Meksika Hükümeti, Mexico City’nin en güzel yerinde bulunan rüşvetçi Emniyet Müdürüne ait eve el koyup, Rüşvet Müzesi’ne dönüştürürken de toplumsal bilincin dönüşmesini amaçlamış bulunuyor. Solingen’de 29 Mayıs 1993 tarihinde acımazsız bir şekilde yakılan beş kişi için dikilen anıtın üzerinde: “Unutmak istemiyoruz, görmezden gelmek istemiyoruz, susmak istemiyoruz” yazıyor. Dünyada bir benzeri bulunmayan Mexico City’deki Rüşvet Müzesi ise halkı, rüşvet hastalığına karşı uyanık tutmayı amaçlıyor. Yani, yaşanmış bir olayı görmezden gelerek toplumsal barışı sağlamak mümkün olmadığı gibi, gerçekçi de görünmüyor.
Tarihin süzgeci de gösteriyor ki, Alevilere yönelik olarak Yavuz’un toptan kılıçtan geçirme kini, Madımak’a kadar taşınmışsa, sorgulamamız gereken çok şey var demektir. Çünkü, insanın insanlaşma süreci, kendisinden farklı olanı anlama ve kabul etme sürecidir. Katliamı ananları, Madımak’ın bir Utanç Müzesi’ne dönüştürülmesini isteyenleri yara kaşımakla suçlamak, toplum olarak, kendimizi aldatmak, kendimize karşı iki yüzlü davranmak anlamına geliyor. Zira biz istesek de, istemesek de, 2 Temmuz 1993’ün karşısında Madımak Katliamı yazıyor.
Kendine Müslümanlık mı?
Zaman zaman katliamın yapılmasına gerekçe olarak Aziz Nesin gösterilmek isteniyor. Nesin’in konuşmalarının halkı tahrik ettiği; tahrik olan halkın da böyle bir olaya sebebiyet verdiği iddia ediliyor. Oysa hem bu iddianın geçerliliği yok hem de katliamın basit bir tahrikten ibaret olmadığı biliniyor. Birincisi, nedense, bu halka ilişkin, muhtemel gelişmeler karşısında, eli tetikte, tahrik olmayı bekliyormuş gibi bir özellik atfediliyor. Bu halkın 6-7 Eylül’de, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Erzincan’da, son olarak, Adapazarı ve Sapanca’da tahrik olma yöntemleri dikkate alınırsa tahrik olmaktan çok, tahrik eden gizli güçlerin varlığı karşımıza çıkıyor. İkincisi, Türkiye’de başörtüsü meselesi tartışılırken, bir gazetenin, kız öğrencilerin başörtüsü takmalarını Aziz Nesin’in sözlerini manşet yaparak savunması da gösteriyor ki, günü geldiğinde, “şeytan” dediğiniz birine de ihtiyacımız olacağını artık idrak etmemiz gerekiyor.
Söz Madımak katliamına gelince, özgürlükçü olduklarından kuşku duymadığım kimi şahsiyetler, Alevilerin, devletle aralarına mesafe koyması gerektiğine dikkat çekiyorlar. Bu saptama doğru olmakla birlikte yetersiz ve dolayısıyla toplumsal açıdan eksik bir önerme niteliği taşıyor. Sağa sola çekiştirmeden, açıkça konuşmamız gerekiyor ki, son dönemlerde demokrasi bayraktarlığını kimseye bırakmayanlar, konu Alevilik olunca, devletin resmi dilini devletten daha fazla kullanıyorlar. Demek ki, Madımak gibi vahşi katliamlar istenmiyorsa, meseleyi unutmayı değil, hatırlamayı ve hatırlatmayı eksen alan bir yöntemi, hep birlikte, benimsememiz gerekiyor. Madımak’ın müzeye dönüştürülmesi, aynı zamanda toplumsal barışın sağlam bir temele sahiplenmesine de vesile olacaktır.
Madımak gibi ağır bir katliamı yaşamış Alevilerden “kana kan, intikam” gibi hezeyanlı çağrıların yükselmediğine dikkat çekerek, çubuğu biraz da, bugünlerde mağdur rolünü oynayanlara çevirmeyi öneriyorum. Katliamın onbeşinci yıldönümünde, 2 Temmuz günü, Türkiye’nin sayılı aydın ve sanatçıları verdikleri ilanla Madımak’ta olacaklarını beyan ettiklerine göre, onları yalnız bırakmama görevi, herkesten çok, mağduriyetlerini sıkça dile getiren Müslüman aydınlara düşüyor. Örneğin, kendilerine, “ortak akıl hareketi” adını veren güçlerin, aydın ve sanatçıların bu beyanı üzerine Madımak’ın önüne gidip, katliamı protesto etmeleri ve müze talebini dile getirmeleri bir samimiyet testi olarak önümüzde duruyor. Zira, Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamı karşısında sessiz kalıp, başörtüsü eksenli özgürlük mitingine binlerin katılımı, tam da “kendine Müslüman” bir ruh halini yansıtıyor. Değil mi ki, çağdaş demokrasi ve özgürlük anlayışı, “Müslüman Mahallesi’nde salyangoz satmayı” hoş görmeyi gerektiriyor.
Sorun, birbirimizi anlamamaktan kaynaklanıyorsa, bir musibetten bin nasihat çıkarmak için fırsat, önümüzde duruyor.
Peki sorun zihniyetteyse!...
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy2698 = 'isikyukselk' + '@';
addy2698 = addy2698 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text2698 = 'isikyukselk' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
2698 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
(*) gazeteci-yazar
ALEVİ HABER AJANSI - 30 Haziran 2008