Kültür ve Turizm Bakanı Günay, 33 aydının katledildiği otelde 1 yıl içinde ‘Anı Evi’ oluşturulacağını söyledi
ANKARA - Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 2 Temmuz 1993 yılında 33 aydının yaşamını yitirdiği Madımak Oteli’nde bir-bir buçuk yıl içinde “Anı Evi” oluşturulacağını açıkladı. “Madımak için bir 15 yıl daha beklemeyeceğiz” diyen Günay, işe oteldeki kebapçının çıkarılmasıyla başladıklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı Günay’la Hasankeyf’ten kazı çalışmalarına, Ankara’daki kültür faaliyetlerinden Madımak’a, ülkedeki müzelerin durumuna dek pek çok konu hakkında konuştuk:
- Geçen günlerde, Ilısu Baraj’ını finanse eden Alman, Avusturyalı ve İsviçreli kredi kuruluşları, projeden desteklerini çekti. Bakanlığın Hasankeyf’teki tarihi eserleri koruma anlamında bir projesi bulunuyor mu?
- Hasankeyf, çok uzun süreden bu yana devam eden bir yatırım projesi. 40 yıla yakın araştırma ve inceleme serüveninden geçtiği söyleniyor. Bizi ilgilendiren yanı, orada tarihi bir kent, kültürel bir miras var. Elbette tarihi bir kentin, kültürel mirasın, bir dönem için bile olsa yok olmaması, korunması bizim dileğimizdir. Ama ülkenin bir kalkınma, bir baraj, toprak sulama ihtiyacı da var. Bu konuda da başka bir bakanlığımız çalışıyor. Bizden istenen oradaki tarihi yapıların envanterinin çıkarılması, hangilerinin yerinde korunabileceğinin, hangilerinin taşınacağının belirlenmesi. Bu çerçevede biz, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün sponsorluğunda bir çalışma yürütüyoruz. Bu işin içinde koruma kurullarımız, bilim insanlarımız var. Orada 15’e yakın eserle ilgili güçlendirme çalışması yapılıyor şu anda. Güçlendirme çalışmasından sonra, eserlerin taşınacağı ya da taşınmayacağı, ya da su altında kalıp kalmayacağı konusunda bilim insanları karar verecekler. Benim dileğim, tabii başka bir yöntem bulunabilirse, Hasankeyf’i sular altında bırakmamak. Ama bazen yaşamın ihtiyaçları bizim istediklerimizin hepsinin gerçekleşmesine izin vermiyor. Ayrıca eserler su altnda kalsa bile bu barajların bir ömrü var. Barajlar küresel ısınma çağında sanıyorum bir 50 yıl, tekrar havzalarını terk ediyorlar. Şu anda çalışmaların zamanında yürümemesinden ötürü bir kredi tartışması var. Kredi verecek olan bazı ülkeler desteklerini çektiklerini söylüyorlar ama bizim ilgili bakanlığımız, Çevre ve Orman Bakanlığı da kendi imkânlarımızla yapabileceğimizi söylüyor. Biz bu tartışmanın biraz dışındayız. Yerinde ya da bir başka yerde korunmasıyla ilgili çalışmalar yapıyoruz.
‘Genel bütçede kazı payı az’
- Bakanlığın kazı projelerine ayırdığı bütçe ne kadar? Kazı çalışmaları sonunda ortaya çıkan yeni eserler var mı?
- Geçen yıldan bu yana kazı bütçesinde ciddi bir artış oldu. Bu yıl da aynı şekilde. 20 trilyona, 25 trilyona yakın bir kazı giderini bütçe içinde planlamaya çalışıyoruz. Genel bütçeden bize ayrılan kazı bedeli son derece düşük. Başka imkânları, maliyenin, planlamanın verdiği ek imkânları, bizim döner sermaye kaynaklarımızı kazılarımız için seferber etmeye çalışıyoruz. Arkeoloji otoritelerinin yaptığı açıklamalara göre, dünya çapındaki on önemli buluntunun iki tanesi Türkiye’dendi. Bir tanesi Gaziantep Zincirli Höyük’teki Geç Hitit dönemi eserleriydi. Ayrıca Sagalassos antik kentinden çıkarılan ve uluslararası yankı uyandıran imparator Marcus Aurelius heykelinin başı da çok değerli buluntu. Bu heykelin başı salt bir metre boyunda. Ben bunun dünya literatürüne girmesinden ötürü ülkem adına sevinç duyuyorum. Kendim bizzat bu heykeli görmek için iki kez Burdur Müzesi’ne gittim.
- Peki, yurtdışındaki tarihi eserlerin ülkeye yeniden kazandırılması için yaptığınız çalışmalar nelerdir?
- Son yıllarda bu konuda çalışmalar yapılıyor. Geçen yıl binleri bulan eser, sadece bizim değil, Emniyet ve Dışişleri Bakanlığı’nın da girişimleri doğrultusunda ülkeye getirildi. Getirilen eserlerin arasında çok değerli sikkeler de var. Bunun yanı sıra gümrüklerden çok sayıda kaçak tarihi eser yakalanıyor. Edirne Müzesi’nde bir bölüm var, müzenin bir bölümü neredeyse kapılarda yakalanan eserlerden oluşuyor. Yurtdışında ne yazık ki hâlâ çok değerli eserlerimiz var. Bu sürede devletler birbirlerinin hukuklarına saygılı olduğu müddetçe bu eserlerin geri alınacağını düşünüyorum. Bu dünyaya, bizim dışımızda çıkarılan eserlerin geri kazandırılması bakımından, bize haklılık kazandıracak.
- Bakanlığa bağlı müze ve ören yerlerindeki satış mağazalarının bir bölümü özelleştirildi... Bir anlamda müzelerin özelleştirilmesine de olanak sağlandı...
- Hayır, müze ve ören yerleri özelleştirilmedi. Kamusal müzelerimizdeki satış mağazalarımızla ilgili bir özelleştirme yapıldı. Bizler, 11 satış mağazasının yanı sıra 44 yerde daha yeni satış mağazası açılmasını öngördük ve bu konuda ciddi bir ihale süreci başlattık. Sonuç alma noktasına geldik. İhaleyi Bilkent, Bilintur kazandı. 11 satış mağazasının yanı sıra 44 yerde daha satış mağazası 18 ay içinde açılabilecek. Bu da bize ciddi bir kâr getirecek. Böylece müze satış mağazalarında bir standart ve satılacak ürünlerde bir kalite garantisi sağlamış olacağız. Bizim ne yazık ki hem satış mağazalarımız yetersiz, hem de mağazaların konsepti düşük. Ürün kalitesi çok iddialı değil. Şimdi özel bir girişimcilikle, tabii bütün denetim hakları bizde olmak kaydıyla, böyle bir uygulama başlattık.
‘İtirazlara sözüm yok, hak teslim edilsin’
- Peki, Madımak’ın müze olması için girişimleriniz var mı?
- Madımak utancı ve ayıbı, 2 Temmuz 1993’te yaşandı. Sayın Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı, Sayın Erdal İnönü de başbakanvekili. Tansu Çiller, faciadan iki gün sonra başbakan oldu. Bir dolu arkadaşımız da o süreçten sonra kültür ve turizm bakanı oldular. Facianın yaşandığı yerde yeniden bir kebapçının açılmasına izin verdiler, göz yumdular. 15 yıl sonra, TBMM’de, bir bütçe görüşmesi sırasında, bana bir soru sorulduğunda, ben “İnsanların yakılarak öldürüldüğü bir yerde, bir et pişirme lokantasının olması utanç vericidir” demiştim. Rahatsızlığımı dile getirmiştim. Bir yıl sonra da o lokantanın kapatılmasını sağladım. Tabii bazı çevreler, memnun olmamak için, bu kebapçının çıkarılmasına teşekkür etmek yerine, başka yapılan işleri gündeme getirmeye başladılar. “Anıt olsun”, “utanç müzesi” olsun dediler. Bunların hiçbirine itiraz etmiyorum ama önce kebapçının çıkarılmasından ötürü galiba bir hakkın teslim edilmesi gerekiyor. Bunu biz yaptık. Ben, “Orası bir çiçekçi olsun” da demedim. Orada bir anı evi düzenlenmesi gerektiğini söyledim. Bir bölümü çiçek, bir bölümü kitap, yaşamlarını yitiren kişilerin eserlerinin ve fotoğraflarının, onlara ait şeylerin yer aldığı bir anı evi olsun dedim. Ayrıca anı evleri sadece Madımak’la da sınırlı olmasın dedim. Madımak olayının 30 gün öncesinde yaşanmış bir Bingöl faciamız var, 33 çocuğumuz öldürüldü o faciada. Madımak’tan sonra da Başbağlar katliamı yaşandı. Hepsini belleğimize yazacağımız bir anısal düzenleme olsun dedim. Hâlâ da o karardayım. Ancak ne yazık ki devletin sınırsız imkânları yok. Ben 15 yıl sonra bir eksikliği dile getirdim. Bir 15 yıl daha beklemeyiz. Bir-bir buçuk yıl içinde, o binanın içinde ya da katlarında bir anı evi düzenlemesi yapacağız. Orada yaşanan olayı unutturmayan ve yeniden yaşanmamasını sağlayacak bir anısal düzenleme yapmak gerekir, öyle bir düzenleme yapacağız.
‘AKM 2010 başında biter’
- 2010’da, yani bir yıl sonra İstanbul, dünya başkenti olacak. Ancak ne yazık ki bugüne kadar İstanbul için gerekli düzenlemeler yapılamadı. AKM’nin inşaatı bile bitirilemedi...
- 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nin İstanbul’da bir yürütme kurulu var. Sivil toplum örgütlerinin ve kamunun bazı temsilcilerinden oluşuyor bu yürütme kurulu. Birçok bakanlık da konuyla ilgili, biz de. İlgili bakanlıkların başında Tanıtma Fonu’ndan sorumlu Devlet Bakanlığı var. Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ile ilgili de biz, bize düşen kısmı yaptık. AKM’yi geçen sanat sezonunun başında boşalttık. Oradaki birimlerimizi Üsküdar’daki Tekel Deposu’na yerleştirdik. Hatta Üsküdar Tekel Deposu’nda bir yeni tiyatro sahnesi açtık. Fakat bir yıldan bu yana ajans, çalıştığı teknik kişilerle, işleri tamamlayıp, binaya girilmesini sağlayamadı. Geçen ayın sonunda ihale yapıldı, bu ay içinde de başvuran firmalar arasında bir seçim yapılıyor. Ayın sonu itibarıyla da oraya girilecek. Bana sorarsanız AKM’yi biz bir yıldan fazla bir süre önce boşalttık. Bu kadar gecikmiş olması bir talihsizliktir. Ama yapacak fazla bir şey yok. Çünkü ajansın seçmiş olduğu proje firması işleri tamamlayamadı. 6 ay içinde ciddi bir firma içeri girerse, biz 2010 yılının birinci ayında olmasa da ikinci ayında AKM’yi daha modern bir yapıya kavuşturabiliriz.
‘Sahneleri arttırmaya çalışıyoruz’
- Bir dönem Devlet Tiyatroları’nın (DT) yerel yönetimlere devredilmesi durumu söz konusuydu...
- Biz sahnelerimizi çoğaltmaya çalışıyoruz. Göreve başladığımdan bu yana 12 yeni sahne açtık. İstanbul, Çorum, Samsun, Elazığ, Malatya yeni sahne açılan yerler arasında. Arkasından da birçok yer geliyor. Ama tabii bakanlığa bağlı bütün sanat kurumlarımıza yeni bir çalışma anlayışı getirmek gibi bir arayışımız da var. Çünkü sanat daha çok amatör ruhla, heyecanla yapılabilecek bir şey. Bir memur rutini içinde yeterince verimli olunamıyor. O nedenle performans değerlendirmesi üzerinden yeni bir çalışma statüsü belirlenebilir mi? Bu konuda bizim bütün birimlerimiz hazırlık yapıyorlar. DT Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ile birlikte ortak arayışımız var. Bizim rutin bürokratik giderlere, cari harcamalara harcağımız parayı, sanat için Anadolu’daki amatör kuruluşlara veya profesyonelce bu işi yapan ama amatör ruhunu yitirmeyen kurum ve kuruluşlara dağıtsak, bütün Anadolu sanatla iç içe gelebilir diye düşünüyorum.
- Sözünü ettiğiniz uygulama nasıl olacak?
- Biz çok önemli bürokratik harcamalar yapıyoruz. Oysa sanatçılarla performans değerlendirmesi üzerinden sözleşmeler yapılabilir. Böylece doğrudan doğruya sanatçıyı ya da doğrudan doğruya oyunu destekleyebiliriz. Rutin harcamalar yerine doğrudan doğruya sanat kurumlarını destekleyerek, belki de Anadolu’da sanatı sıçratan, devrimci bir şekilde yükselten sürece girebiliriz. Kolay değil tabii. Henüz tam anlamıyla bir çıkış yolu bulunmuş değil.
‘Ankara Sanat Tiyatrosu kapanmayacak’
- İstanbul’da pek çok yeni kültür merkezinin faaliyete geçtiğini söylediniz. Başkentte durum nasıl?
- Ankara’da geçen yılın başında, CSO’nun şu an konserlerini verdiği bina ile ilgili bir sponsorluk anlaşması yaptık Doğuş Holding ile. CSO’yu çağdaş bir kurum haline getirdik. Ardından Sayın İstemihan Talay döneminde başlatılmış bir proje vardı. Cer Atölyeleri’nin bir sanat merkezine dönüştürülmesi için başlatılan proje. 2000 ekonomik krizinden sonra bu proje yarım kalmıştı. Onu da iki yıl içinde ayaklandırdık. Bu yılın sonunda Ankara halkının hizmetine sunulacak hale getiriyoruz. Orada bir kültür adası oluşuyor. O adanın bir ucunda da, cadde üzerinde, 12 yıl önce temeli atılan, temel çukuru halinde bulunan yeni CSO Konser Salonu inşaatı var. Geçen yıl en azından biraz kaynak bularak, bu inşaatın toprak üzerinden görünmesini sağladık.
- Kültür ve sanat faaliyetleri açısından Ankara’yı nasıl değerlendiriyorsunuz? Başkentte ne yazık ki hâlâ ciddi anlamda bir konser ve opera salonu yok...
- Evet. Ankara’nın Atatürk döneminde bir kültür başkenti olduğu söylenebilir. Ondan sonra İsmet Paşa’yı da katarak söylüyorum, son yıllara değin yapılmış hiçbir büyük özel yatırım yok. Anadolu Medeniyetleri Müzesi bir eski kervansaray, bir bedesten, CSO ve Opera’nın kullandığı bina, sergi salonu olarak yapılmış, sonra konser salonlarına döndürülmüş. Bizim oturduğumuz bina, Ulus’taki, 1926 yılında Atatürk zamanında yapılmış. Resim Heykel Müzesi 1926 yılında Atatürk döneminde, Etnografya Müzesi de öyle... Bunların ötesinde parmakla gösterilen, mimari açıdan yeni bir bina yok. Bu nedenle Ankara 1960’lı yıllarda iyiydi, 1980’li yıllardan sonra kötü oldu yargısı yanlış. Benim Ankara için büyük bir hayalim var. Türkiye, arkeoloji açısından son derece zengin. Ama müzelerimiz bu çapta değil. Türkiye’de bütün uygarlıkların izlerinin sergilenebileceği, British Museum’la kıyaslayabileceğimiz bir müzemiz olmalı.
- Ekonomik kriz ülkedeki sanatsal faaliyetleri etkiledi mi?
- Bir ölçüde belki de. Ben ekonomik krizin insanları psikolojik olarak etkilediğini düşünüyorum. Türkiye’de çok hissedilmiyor. Avrupa ülkelerinde sıkıntı daha büyük. Herhangi bir sponsorluk talebinde etkili oluyor tabii. Ancak biz de bizden istenen yardım projelerinde aynı şeyi söylüyoruz. Krize karşın iyi noktadayız. Turizmde de iyi noktadayız.
- Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST), Ankara’da kapanacak olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- AST kapanmayacak. Rutkay Aziz’le görüştük. Onların kira ile ilgili sorunları var. Bir ölçüde çözebiliyorlar, biz de destek olmaya çalışacağız. Ben kapanmaması için elimden ne geliyorsa yapacağım.
SELDA GÜNEYSU - Cumhuriyet - 13.07.2009