Liberaller Aleviler'e Neden Düşman Kesildi

Liberaller Aleviler'e Neden Düşman Kesildi Barış Terkoğlu yazdıİslamcı kesimle ittifak yapan liberallerde son dönemde tuhaf bir mezhep...

Liberaller Aleviler'e Neden Düşman Kesildi
 
Barış Terkoğlu yazdı

İslamcı kesimle ittifak yapan liberallerde son dönemde tuhaf bir mezhep anlayışı oluştu. Küreselleşmeden bahsediyorlar, ulus devletin sınırlarını aşmak için çabalıyorlar, Batılı geleneklere göre yaşıyorlar ama nedense hala ilkel bir tartışmanın tarafında yer alıyorlar.

Uzatmadan açalım…

Aleviler CHP’den uzaklaşmalı
 
Liberallerin son dönemde kafalarına taktıkları bir kesim var: “Aleviler”. Aleviler’e kızmalarının nedeni Alevi kesimin Kemalizm ile uzun yıllara dayanan ilişkisi.

Ne demişti Cengiz Çandar PKK’ya yakın Yeni Özgür Politika’ya verdiği röportajda: “CHP kitle tabanı iki şeye dayanıyor. Büyük şehirlerin üst orta sınıflarına. Daha kitlesel tabanı ise Anadolu’daki Alevi kitlesi. Anadolu’daki Alevi kitlesinin CHP’den uzaklaşmasına yol açacağı bir süreç ve CHP’nin güç kaybetmesi puan kaybetmesi, Türkiye’de her şey bakımdan hayırlı olacak”.

Röportajda Çandar CHP’nin doğal tabanı olduğunu düşündüğü Aleviler’i CHP’den koparmak için Öymen’in açıklamalarının bir fırsat olduğunu söyledi. Liberallerin Aleviler ile kurduğu diyalektik ilişkiyi özetlediği için Çandar’ın tezi önemli. Hem karşı oldukları Kemalistler’in Aleviler sayesinde ayakta kaldığını düşünüyorlar hem de Aleviler’i Kemalizm’den koparmak için her fırsatı kullanmak gerektiğini.

Buna ilişkin örnekler liberallerin tezlerinde çokça bulunabiliyor. Üstelik liberaller Aleviler’e hakaret ettiği zaman İslamcı kesim ile kurulan ittifak daha da pekişiyor.

İlginç bir örneğe bakalım…

Emre Aköz’ün Alevi komiserliği

Bizim görebildiğimiz yakın zamanda liberallerin Aleviler’i kızdıran en bilinen yazıyı Emre Aköz yazdı. Aköz yargıda Alevi kesimin fazla olmasından şöyle şikayet etti: “Gerçekten de yüksek yargı kadroları belli bir mezhepten hukukçuların hâkimiyetinde mi? Nüfusun yüzde 15'ini oluşturan bir mezhep üyelerinin, yüksek yargıdaki koltukların diyelim ki yüzde 50'sine oturmaları normal mi? Hele hele, bu mezhepten vatandaşlar, istisnalar haricinde, kitlesel olarak CHP'yi destekliyorsa... Darbe amaçlı cumhuriyet mitinglerinde aktif olarak yer aldılarsa... Ergenekon'un hükümetin uydurması olduğu propagandasını yapıyorlarsa... Zihinler karışmaz mı?”

Aköz 24 Kasım’da ise Aleviler’in Stockholm Hastalığı’na yakalandığını iddia ederken bakın bunun semptomlarını nasıl sayıyor:

“-Cemevlerinde, Hz. Ali'nin resimlerinin yanına Atatürk'ün resimlerinin asılması.

-Bu resimlerin altına, 'Türklük, Kürtlük önemli değil, hepimiz Aleviyiz' diye yazılması. (Hoşgörülü ulusalcıların sloganı.)

-Perde arkasında darbe heveslilerinin olduğu bilinmesine rağmen, 2007'deki cumhuriyet mitinglerine kitlesel destek verilmesi.

-Birçok Alevinin kendisini 'Cumhuriyeti ve laikliğin teminatı' olarak görmesi. Bunu bir misyon gibi algılaması ve sunması.”

Şaşırtıcı ama Aleviler’in kullandığı “Türklük; Kürtlük önemli değil, hepimiz Aleviyiz” sloganı dahi Aköz’ün algı dünyasında ulusalcı bir slogana dönüştü.

Aköz’e destek Zaman Gazetesi yazarı Ali Ünal’dan geliyordu. Ünal 30 Kasım 2009 tarihinde şunları yazdı: “Bugün, bilhassa yüksek yargıda vicdanları kanatan kararları verenlerin de pek çoğu, Alevî yargıçlar olsa gerek"  Ve bir diğer gerçek, bir asırdır bu ülkedeki her türlü zulmün en büyük mağduru da Sünnî Müslüman çoğunluk olmuştur.”

Dekemalizasyon ve Belge

Tartışmanın büyümesini ve teorikleşmesini sağlayan ise Murat Belge’nin 4 Aralık tarihinde Taraf Gazetesi’nde yazdığı yazıydı. Belge Suriye’de Nusayriler’in (Arap Aleviliği) azınlık olmalarına rağmen çoğunluğu yönettiklerini anlatıyor ve konuyu Türkiye’ye getiriyordu. Belge şunları yazdı: “Ve buyurun size “cemaat politikası”. Türkiye’de bunun benzeri var mı? Alevi cemaatin Kemalizm’le ilişkisi belli. Onur Öymen’in kahramanca çıkışı dahi bunu henüz bütünüyle değiştiremez, çünkü cemaat önderlerinin kararları belli. Ama TSK içinde Suriye’dekine benzer bir Alevi örgütlenmesi var mı? TSK her haliyle kapalı kutu. Birileri, birtakım gözlemler yapıp bu yolu açmış olabilir. Ama bunun olduğunu sanmıyorum. Yüksek Yargı’daki durum var. Alevilik orada örgütlü: kimi düşman, kimi dost olarak gördüğü de kendi açısından açık seçik ortada. Kararları da bunu gösteriyor. Biz aramızda konuşuyoruz, “Yüksek Yargı” diye. Oysa orada cemaat ilişkileri geçerli. Ve modernleşen Türkiye’den söz ediyoruz.”

Belge modern toplumda cemaatleşme olmayacağını Alevi cemaati örneğinden hareketle savunuyordu ancak Fethulllah Gülen cemaatinin denetiminde olan Abant Platformu’nun her toplantısında Belge baş konuk değil miydi? Tezlerinde Gülen cemaati gibi cemaatleri sivil toplum örgütü olarak kabul etmiyor muydu? Ancak konu Aleviler ve yargı olunca Belge bir anda mezhepçi oluyor, yargının ve ordunun beğenmediği politikalarını üyeleri oldukları cemaate bağlıyordu.

Murat Belge’nin yazısı Onur Öymen’in Dersim açıklamasına karşı sesini yükselten liberaller tarafından sessizce geçiştirildi. Oysa liberaller ve Alevi kesimden kopardıkları parçaları yeni bir parti hazırlığındaydı. Murat Belge’nin açıklaması liberallerin Aleviler üzerinden yaptığı “dekemalizasyon” çalışmasına yapılmış bir komplo muydu bilinmez ancak Belge’nin yazısı İslamcı kesimde Madımak anılarını canlandırdı.

Vakit Murat Belge’ye destek verdi

Vakit Gazetesi’nin kilit yazarlarından Ali Karahasanoğlu Murat Belge’nin yazısına şöyle destek verdi: “Murat Belge’nin “yüksek yargıda bir mezhebe bağlı kadrolaşma var” yazısına itiraz edenler, bir açıklama yapsınlar.. Emre Aköz’ün dikkat çektiği yargıdaki vahim yanlışı, sorumluluk noktasındaki isimler anlatıversinler.. Böyle bir şey olabilir mi?” Ali Karahasanoğlu kendi adına bakmadan şöyle uçuk bir bağlantı ile devam ediyordu: “Birisinin adı Ali.. Birisinin babasının adı M. Ali. Birisinin kayınpederinin adı H. Ali.. Birisinin; ailecek doğum yerleri, Ali ile özdeş ilimiz. Diğerinin Ali’ye bağlılığını da, Ergenekon sanığı deşifre etmişti.. Haydi buyurun, ‘burada bir anormallik yok’ deyin…..bu 5 kişi, yüksek yargıda, bir dairenin zorunlu 5 üyesi..”

Milli Gazete’den Ekrem Kızıltaş da Murat Belge’yi destekledi. Kızıltaş, Murat Belge’nin yazdıklarını bizzat hayatında yaşadığını iddia ediyordu. Liberaller ile İslamcı kesim yüksek yargının ve ordunun Aleviler’in denetiminde olduğu konusunda örtüştü. Onlara göre Aleviler tıpkı Suriye’de olduğu gibi Türkiye’de de Sünniler üzerinde bir egemenlik kurmuştu.

Reşadiye’de Alevilik iddiası

Aleviler ile yargı ve ordu kademelerini ilişkilendirme faaliyeti bu kadarla kalmadı. Son olarak Reşadiye’de yaşanan PKK saldırısı dolaylı yoldan Aleviler ile bağlantılandırıldı. Yandaş medyada Reşadiye olayı komik bir tezle Ergenekon’a bağlanıyordu. Bu teze göre Ergenekon Davası sanıkları İbrahim Şahin, Albay Dursun Çiçek, Levent Göktaş, Üsteğmen Taylan Özgür Kırmızı Reşadiyeli idi. Bu durum da onları yaşanan saldırının şüphelisi haline getiriyordu. Yandaş medya bu teze gerçekten inandı. Devlet televizyonu TRT dahi meseleyi bu şekilde haberleştirdi. Olayın dikkat çeken yanı ise Reşadiye’nin Alevi kimliğinin saldırı sonrasında bu tezle beraber sık sık dile getirilmesiydi.

Murat Belge Sivas Katliamı hakkında ne düşünüyor?

Liberaller ile İslamcılar’ın Aleviler üzerine kurdukları mutabakatın bir geçmişi var. Bir tanesini Mustafa Özyürek daha önce Radikal 2’de anlatmış, Odatv bunu haberleştirmişti. Liberaller, Sivas olayları gibi İslamcı kesimi kızdıracak konulardan yıllardır hemen hiç bahsetmezler. İslamcı kesim ise Sivas olaylarında tüm sorumluluğu Aziz Nesin’e yıkar. Daha radikal İslam ise Sivas Katliamını “düzen karşıtı” bir başkaldırı olarak kabul eder.

Peki bugün Aleviler üzerine komplo teorileri kuran Murat Belge Sivas Katliamı’nın olduğu günlerde ne yazmıştı?

Hakkını verelim. Elbette yazılarında olaydan hoşnutsuzluğunu dile getirdi Murat Belge. Ancak olaylar için “katliam” kelimesini kullanmadı. Belge otelin çevresinde toplanan binlerce kişinin “kahrolsun laiklik” sloganlarına rağmen olayın “irticaibir eylem olduğunu düşünmüyordu.

11 Temmuz 1993 tarihli Nokta Dergisi’nde yazdığı “Şimdi de Sivas” başlıklı yazıda şunları söylüyordu: “Türkiye medeni ve olgun bir toplum olma şansını kaybetti sanıyorum. Kaybetmediğine inanmayı doğrusu çok isterim, ama bütün göstergeler öteki yönü işaret ediyor. Sivas olayı tek değil. Orada mümin vatandaşlarımız, mukaddesata dil uzatanları cezalandırmaya girişti. Ama Boyabat’ta da halkımız ırza saldıranları kendisi cezalandırıyor. Polis yargısız infaz yoluyla vatan hainlerini kendisi cezalandırıyor…” Bir eleştiri içerdiğinde kuşku yok. Ancak Belge toplumda ırza geçeni kendi başına cezalandırma ile Aleviler’i yakmayı ikisi de şiddet içerdiği için birbiri ile eşitliyor. Sonra da bunu eleştiriyor. Stadyum kavgası ile eşitlemediğine şükrederek devam ediyoruz.

Belge’nin eleştirisinin neyi hedef aldığı da tartışmalı. Sivas olaylarını bir medenileşememe sorunu olarak algılayan Belge, olayın faillerine zemin oluşturan düşünce dünyasını teğet geçiyor. Hatta okuyanları şaşkına çeviren değerlendirmesini Nokta Dergisi’nin bir sonraki sayısında (18 Temmuz 1993) tarihli sayısında buluyoruz. Belge aynı sayıda şunları söylüyor: “Geçen hafta Bingöl’den Sivas’a ve Alanya’dan Boyabat’a, bu ülkeyi gitgide saran şiddet olaylarından duyduğum kaygıyı dile getirmiştim. Politiklik dozu olaydan olaya değişebiliyor, ama şiddet ortak payda. Herkesin kendi adaletini kendi bildiği yoldan sağlamaya çalışması eğiliminin altında, düzene duyulan güvensizliğin yattığını söylemek, herhalde çok derin bir düşünce yeteneği gerektirmiyor.” Murat Belge’nin tezlerinden Sivas Katliamı’nın “kendi adaletini kendi eliyle gerçekleştirme eylemi” olduğu sonucu çıkıyor. Belge’nin kaynağını “düzene olan güvensizlik” olarak gördüğü bu eğilim biçimi Belge’ye göre şiddet içerdiği için yanlış da olsa bir “düzen dışılığı” gösteriyor.(Bu noktada radikal İslamcı kesimde olayı bir başkaldırı olarak gören tezleri hatırlatıyoruz.)

Belge aynı yazısında şöyle devam ediyor: “Bir süredir, bu toplumu sarsmakta birbiriyle yarışan iki kutuplaşma var. Birincisi Kürtler ve Türkler arasında olanı ki, aslında bu yaygınlıkta bir çatışma değilken (yani PKK-devlet arasında bir çatışmayken) şimdi hızla bu noktaya doğru evriliyor. İkincisi de dinci radikal kesimle “laik”ler arasındaki kutuplaşma. Bundan önce, yıllar yılı solcularla sağcılar arasındaki kanlı çatışmayı yaşamıştık. Solun dünya çapındaki gerilemesi bunu gündemin gerilerine itti. Bu kutuplaşmaların her birinin birer ucunu oluşturan taraf değişiyor: Kürtler; İslamcılar ve Solcular birbirinden oldukça farklı. Ama karşıtlığın öbür ucunda duran özne, kutuplaşmaya göre adı değişse de, aslında hep aynı özne: Sonuçta, milliyetçi ideolojisi ve uygulamasıyla devlet bu özne-devlet ve onun çevresinde saf tutan entelicensiya, düzen partileri vb.”

Murat Belge’nin bu satırları ile beraber kurduğu model tamamlanıyor. Belge’ye göre Türk-Kürt, solcu-sağcı, laik-dinci çatışması olarak görülen durum esasında devlet ile karşısında yer alan sol-radikal İslamcı-Kürt kesimlerinin çatışması. Belge’nin modelinde radikal İslamcı kesim bir devlet muhalifi olarak duruyor. Sivas Katliamı’ndan bir hafta sonra yazılanlara bakılırsa Belge’ye göre “devlete başkaldıran radikal İslamcılar’ın eylemi” olan Sivas Katliamı bu kesimin “düzene olan güvensizliğini” yansıtıyor. Bu güvensizlik yanlış bir yöntemle (şiddet) eylemlendiği için 35 kişi ölüyor. Belge’nin Sivas Katliamı’nı ele aldığı her iki yazıda dikkat çeken nokta ise bir kez dahi “Alevi” kelimesini kullanmaması. Oysa katliamın Alevi karşıtı boyutunun olduğu çok açık.

Alevilik tezleri yeni değil

Belge, katliamdan bir buçuk ay sonra 15 Ağustos 1993’te Nokta’da yazdığı yazıda Aleviler’in tarihsel olarak Kemalist-sol bir çizgiye yönelmelerini eleştiriyor. Yani bugün savunduğu “Alevilik=Kemalist sol” tezi o dönemde de Belge tarafından savunuluyor. Ancak Belge bugün o tezi “Alevilik=Kemalist sol=yargı+ordu” formülü ile tadil ediyor.

Kısacası Murat Belge’nin Aleviler üzerine tezleri yeni değil. Aleviler’i bir devlet görüşü ile özdeşleştiren Belge, Aleviliği hep Kemalizm’in kaynağı sayıyordu. Belge’ye göre Kemalizm ordu ve yargıda cisimleştiği için Aleviler bürokraside bu alanı tutan güçtü. Belge bu nedenle Aleviliği “düzen mezhebi”, radikal İslam’ı ise “muhalefet hareketi” olarak tasnif etti. Bu bakış açısı Murat Belge’nin radikal İslamcı kesimin sempatisini toplamasına neden oldu. Nitekim Ergenekon Davası’nın ortaya çıkması liberal Belge ile İslamcı kesimin tezlerinin ortaklaşması için somut bir imkan sağladı. Buna göre zaten bütün cinayetleri Ergenekon işlemişti. İslamcılar’ın hiç suçu yoktu ki!

Murat Belge bunu nasıl kaçırdı!

Murat Belge yazısında Suriye’de Nusayriler’in (Arap Alevileri) azınlık iktidarıyla Türkiye’de Alevi azınlığın iktidarı arasında paralellik kuruyordu. Belge’ye göre Türkiye’de azınlık olan Aleviler, yargı ve orduyu ele geçirmiş ve toplum üzerinde tahakküm kurmuştu. Yargı Alevi cemaatinin çıkarlarına göre hareket ediyordu. Belge yargıda alınan laiklik yanlısı kararları buna bağlıyordu.

Tarihin ironisidir ki Murat Belge bu satırları yazmadan birkaç gün önce enteresan bir gelişme oldu. Anayasa Mahkemesi’nin dört üyesi Hatay Samandağ’a bayram tatili için gitti.

Bu fotoğraf o tatilde çekildi.* Anayasa Mahkemesi üyelerini bir türbenin önünde önünde görüyorsunuz. Türbenin adı Hz. Hızır Aleyhüsselam Türbesi. Hazreti Hızır ile Hazreti Musa’nın bu türbede buluştuğuna inanılıyor. Yanlarında bulunan ak sakallı kişi ise türbenin şeyhi Sait Dönmez.

Peki girişinde Türk Bayrağı’nın asılı olduğu, fotoğrafta görüldüğü gibi başı açık kadınların rahatça girebildiği bu türbenin özelliği ne?

Türbenin özelliği bölgede Nusayriler’in en önemli dini merkezi olması. Yani Anayasa Mahkemesi üyeleri geçtiğimiz bayram Nusayri türbesine bir ziyaret gerçekleştirdiler. Bir hafta sonra da DTP’nin kapatma davasını görüştüler. DTP kapatıldı.

Murat Belge bunu nasıl kaçırdı!

Büyü değil arsenik

Elbette DTP’nin kapatılmasının bununla bir ilgisi yok. Anayasa Mahkemesi üyeleri Samandağ’da en önemli tarihi yerlerden biri olan türbeyi turistik nedenlerle ziyaret ettiler. Tıpkı aynı gezide Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı’yı, Hıdırbey Köyü’ndeki tarihi kiliseyi gezmeleri gibi. Yani bu fotoğrafın Murat Belge’nin ilan ettiği “yargıdaki Nusayri modelli Alevi örgütlenmesi” ile hiçbir ilişkisi yok.

Peki Odatv bu gezide daha önce neyi haber yaptı?

Anayasa Mahkemesi üyelerinin Adalet Bakanı ve 3 bakan ile böyle önemli bir dava öncesinde aynı otelde kalmasını. Elbette mezhepler üzerinden tartışma başlatan Murat Belge’nin Taraf Gazetesi bu olayı görmedi.

Kısacası…

Bir insanı büyüyle öldürebilirsiniz ancak kahvesine biraz arsenik karıştırmak gereklidir.

Barış Terkoğlu - Odatv.com - 15.12.2009

*Fotoğraf Samandağ Gazetesi’nden alınmıştır.

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku