L.Doğan TILIÇ : Ça-re-siz-si-niz...

Ça-re-siz-si-niz... L.Doğan TILIÇ   ...Bir de, yüreğiniz yanarken ölümlere, ölümlerin ardından sokaklara dökülenlerin...

Ça-re-siz-si-niz...

L.Doğan TILIÇ  

...Bir de, yüreğiniz yanarken ölümlere, ölümlerin ardından sokaklara dökülenlerin Kürtlere, solculara, kendilerinden olmayan herkese, MHP'yi bile telaşlandıracak ölçüde, saldırmaları. DTP, TKP, Halkevleri gibi binalar art arda kundaklanıyorsa, İstanbul'un Pendik'inde Kürt ailelerin evlerinin kapılarına "X" işaretleri konulmuşsa, gerek yok Hitler faşizmine kadar gitmeye, hadi Sivas'ı, Çorum'u, Maraş'ı yaşamış ol da endişelenme? Hadi, ürkme kendi çaresizliğinden?

Ça-re-siz-si-niz...

L.Doğan TILIÇ  

Reklamcıların zekaları kıvrak olur. Sözcük oyunlarına şapka çıkarmışımdır hep. Böyle girişim yazıya, kimseye haksızlık etmemek için. Başlık bir reklamdan mı aklımda kaldı, gerçekten hatırlamıyorum. Birileri akıl edip; en "çaresiz" hissettiğiniz bir dönemde, çarenin sizde olduğunu anlatmak için böyle oynamıştır sözcükle, diye düşünüyorum...

Aslında, başlık Haldun Karabudak'ın iletisinden. Tanıyanlar bilir; duyarlı bir sanatçıdır Haldun. Sazı sağlamdır. Son günlerde yaşadıkları memleketin, epeydir ara verdiği şiire döndürünce onu, sözünün de sağlam olduğunu gördük.

"umutların beslenip boy verdiği / filiz ömürlerin / uykudan çalınmış geç vakitlerine / düştü kan ..." diye yazmaya başlamış yeniden, su gibi 12 gencin Dağlıca'da ölümü üzerine, "gecenin / gece olmasa bile gece gibi bir kuytusunda / ölümden gayrı kurtuluşun olmadığı bir doğal kuyunun / ta dibine düştü kan : / filiz ömürlerin / uykudan çalınmış geç vakitlerine..." diye noktalamış dizelerini.

Ateş tabii düştüğü yeri yakıyor da, yalnızca çocuklarının ardından ağıtlarını Arapça, Kürtçe, Türkçe yakan anaların yüreği değil dağlanan. Hepimiz biraz daha ölüyoruz her ölümde. Böyle yavaş yavaş ölüp gidişimizden belki, "Aslında kendimizi ne kadar çaresiz hissediyoruz, değil mi?" diye yazmış Haldun bir başka iletide. "Olan bitenler karşısında elimiz kolumuz bağlı gibi, sanki yapacak bir şey kalmadı artık..."

Bir yanda şu bir türlü engel olmadığımız ölümler; yıllardır süre giden politikasızlığın telef ettiği çocuklar besliyor çaresizliğimizi, öte yandan bin bir hali memleketin:

"Bir çakıl taşı bile vermeyiz" diyen "vatansever" yöneticilerin, her yıl tarım alanlarından 500 milyon ton, tüm ülke yüzeyinden de 1.4 milyar ton verimli toprağı kaybedişimizi öylece seyredişleri... Yetmezmiş gibi 2-B arazilerini satmak için yarışmaları... Maden peşinde delik deşik edilmesi dağlarımızın... Sonra yabancıya peşkeş çekilmesi yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin... Siyanürün falan suya salınması, şu su yokluğunda... Neresinin "yeni" olduğunu anlayamadığımız bir anayasanın kapalı kapılar ardında hazırlanması... Bir türlü kurtulamamak30i'lerden... Sendikaların grev ve toplu sözleşme hakları önüne dikilen engeller... Emekliye, "sen artık sendika kuramazsın" demeler... Bir çocuğun okul masrafları ve de okulu bitirebilenlerin işsizliği karşısında bükülen beller... Daha ne olsun ki "çaresiz" hissetmek için?

Bir de, yüreğiniz yanarken ölümlere, ölümlerin ardından sokaklara dökülenlerin Kürtlere, solculara, kendilerinden olmayan herkese, MHP'yi bile telaşlandıracak ölçüde, saldırmaları. DTP, TKP, Halkevleri gibi binalar art arda kundaklanıyorsa, İstanbul'un Pendik'inde Kürt ailelerin evlerinin kapılarına "X" işaretleri konulmuşsa, gerek yok Hitler faşizmine kadar gitmeye, hadi Sivas'ı, Çorum'u, Maraş'ı yaşamış ol da endişelenme? Hadi, ürkme kendi çaresizliğinden?

Oysa, bambaşka bir dünya hayal ediyoruz biz. Hepimizin aşının ve işinin olduğu, bir arada, eşit, özgür, kardeşçe yaşadığımız bir başka Türkiye mümkün... Şimdi, tam da "Olan bitenler karşısında elimiz kolumuz bağlı gibi, sanki yapacak bir şey kalmadı artık..." diye hissederken, "çaresiziz" diye düşünenlerimize "çare sizsiniz" diye haykırmak gerek. Şimdi ses çıkarmak gerek. Daha fazla evin kapısına X işareti konmadan.

"3 Kasım'da Ankara'dayız" diye yazıyor önümdeki afişte. Ellerini havaya açmış bir grup coşkulu, inançlı insan, tepelerinde uçuşan kavramları yakalamaya çalışıyor: "Eşitlik!", "Özgürlük!", "Barış!", "Adalet!", "Demokrasi!", "Laiklik!", "Demokratik Çalışma Yaşamı!", "Sosyal Haklar!" İlla da "BARIŞ!", şimdi.

KESK, TMMOB, TTB imzaları var afişin altında. Afiş, "Çare sizsiniz" diyor bize. Bir ses çıkarmak gerekiyor meydanlarda, tam da şimdi. Fazla geç olmadan. Gencecik askerlerimizin ölümlerine de, kapılara çizilen X işaretlerine de "HAYIR" diyen bir ses. Hiç ses de çıkarmayabiliriz, yeter ki yüz binlerin sessizliği doldursun bir meydanı. Bazen en güçlü sloganlardan daha delici olur sessizlik. Onlar anlarlar!
 
L.Doğan TILIÇ   

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy28536 = 'dogantilic' + '@';

addy28536 = addy28536 + 'birgun' + '.' + 'net';

var addy_text28536 = 'dogantilic' + '@' + 'birgun' + '.' + 'net';

( '' );

28536 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

27 Ekim 2007 - BİRGÜN GAZETESİ

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku