Eser KARAKAŞ / STAR
Geçen hafta, 1 Haziran Pazartesi, bu köşede ‘Cumhuriyetin, alevilerin ve kürtlerin ortak yanlışı’ başlıklı bir yazı yayınladım.
Bu yazıda, çok özetle, alevi yurttaşlarımızın (bir kısmı) Diyanet İşleri Başkanlığı gibi sadece sünnilere hizmet sağlayan devletçi bir dinsel müessesenin genel idare dışına taşınmasını talep etmek yerine bu adaletsiz sistemin içine girip, devletten kaynak talep etmeyi tercih ettiklerini ifade etmiş ve eleştirmiş idim.
Aynı biçimde kürtlerin de Anayasa’yı, yasaları, eğitim materyallerini, resmi söylemi buram buram türkçülük kokan bir sözde milliyetçilikten arındırmayı önermek yerine kendilerini de aynı milliyetçi sistemin bir parçası ama ikili bir parçası yapmayı önerdiklerini belirtmiş idim.
Bu yazım üzerine elektronik posta adreslerime çok sayıda eleştirel mesaj aldım; mesajlar arasında tek tük destek mesajları da mevcut idi ama mesajların kısm-ı azamı eleştirel ama haklarını yemeyelim seviyeli eleştirel mesajlardı.
Cumhuriyet kuruluş yıllarında ve özellikle benim Cumhuriyet’in kuruluş günü olarak nitelediğim 3 Mart 1924 günü bir dizi düzenleme yapıyor.
Bu yapılanmaların 20’lerde, 30’larda ne anlama geldiğini artık tartışmak istemiyorum, belki gerekliydiler ama bu kurumları olduğu gibi ve aynı zihniyet dünyasıyla 2009 senesine taşıdığınızda ortaya çok büyük problemler çıkıyor, bunu iyi görmek lazım.
20’leri, 30’ları gerçekten çok tartışmak istemiyorum ama Osmanlı toprak düzeninin sermaye birikimi üzerindeki etkilerini, sanayi devrimini pas geçmenin maliyetini anlamadan İmparatorluğun çöküşünün sorumluluğunu sadece din kurumuna yüklemenin çok bilimsel bir bakış olmadığını düşünüyorum.
Cumhuriyet kuruluş aşamasında benim yanlış olarak nitelediğim iki pozisyon alıyor, din kurumunu mutlaka denetlenmesi gereken bir kurum olarak düşünüyor, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuruyor, bu kurum da en çok denetlenmesi gerektiği düşünülen sünnilere kontrol nihai amaçlı hizmet veriyor, diğer inançları, dinleri kapsam dışına çekiyor.
Aynı Cumhuriyet gecikmiş bir milli devlet kurma aşamasında çok abartılı bir türk milliyetçiliği ve kimliği tanımlıyor; ‘ne mutlu türküm diyene’ ifadesi bu aşırılığın en sofistike formülasyonu.
Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun yapılanmasına ve zihniyetine, kürtlerin de yurttaşlık anlayışına tepki göstermeleri çok normal ve kitabına uygun.
Ancak, verilen tepkilerin içeriğine ve varılmak istenen noktalara bakıldığında durum biraz karışıyor.
Kürtlerin, grotesk düzeylere ulaşmış türklük vurgusunun yasal metinlerden silinmesini istemek yerine paralel bir vurguyu da kürtlük için istemeleri, doğrusunu söyleme gerekir ise, beni rahatsız ediyor.
Çağdaş bir devlet ancak her türlü milliyetçi vurgudan arındırılmış, yurttaşlık anlayışının hukuksal tanımlandığı bir devlet; kürtler kendi kimliklerini de anayasalara yazdırmak yerine başka milliyetçi vurguları kaldırmayı talep ederek daha fazla mesafe alabilirler diye düşünüyorum.
Benzer bir sorun hem aleviler hem de sünniler için geçerli.
Aleviler (büyük bir kısmı) Diyanet İşleri Başkanlığı’nın merkezi bütçeden finansmanından vazgeçilmesini değil kendilerinin de bu bütçeden nemalandırılmalarını talep ediyorlar.
Hem aleviler hem kürtler mevcut yanlışları başka yanlış yönelimlerle aşmak istiyorlar ama iki yanlış bir doğru etmiyor.
Doğrusu sünni yurttaşlarımızın da kendi inaçlarını tehlike gören ve bu nedenle kontrol amaçlı kurulmuş bir yapıyı (DİB) bu kadar sevecenlikle kucaklamalarını tuhaf buluyorum.
Sünni yurttaşlarımıza Diyanet ve Genelkurmay Başkanlığı kuruluş kanunlarının aynı resmi gazetede yayınlandığını hatırlatmak belki konuya bir parça sarahat getirebilir diye düşünüyorum.
Celladına aşık olmak nasıl bir şeydir acaba?
Eser KARAKAŞ
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy55672 = 'ekarakas' + '@';
addy55672 = addy55672 + 'stargazete' + '.' + 'com';
var addy_text55672 = 'ekarakas' + '@' + 'stargazete' + '.' + 'com';
( '' );
55672 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
STAR - 9 Haziran 2009