Bu yazı tekrar düzenlenmiştir, bu hususta birkaç şey söylemem gerek. Yazının ilk versiyonunda İmru'l Kays'ın; "kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı" dizesiyle başlayan bir şiiri vardı, aldığım kaynakta Kamer Suresi 1. ayetin kaynağı olduğu söyleniyordu.
Lakin o şiirin pek çok yere alıntılandığını ve bunlara gelen yorumlarda İmru'l Kays'ın böyle bir şiirinin olmadığının söylendiğini gördüm. Tabi ben de araştırmaya koyuldum ve bir kaynak bulamadım. Kaynak var ama bu kaynağın Muhammed'den önce mi yoksa sonra mı yazıldığı belirsiz. Dolayısıyla bu şüpheli kaynağa dayandığı için şiiri makaleden çıkarıyorum.
Gerçi büyük İslam alimleri dahi; "ay yarıldı" ifadesinin, "her şey açığa çıktı" anlamında İslam Öncesi Araplarca da kullanılan bir deyim olduğunu söylüyorlar, bu durumda Kur'an'a köken olmaz, doğal olarak, dilde var olan bir deyim kullanılmış olur. Yani bu deyimi İslam'dan Önce pek çok Arap'ın kullanmış olması muhtemel ama şiire vurduğumuz zaman kaynağın sağlam olması gerekiyor.
Ümeyye Bin Ebi's-Salt'dan Alınanlar
Ümeyye İslam'da çok önemlidir, hatta Muhammed; "şiirleri iman etmiş ama kendi etmemiş" demiştir onun için, hatta şu ayetler onun hakkında inmiştir:
Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat. Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler. (Araf 175-176)
Ayetlere göre demek ki Muhammed'den önce Ümeyye peygamber seçilmiş ki ona ayetler verilmiş, sonra da geri alınmış. Bu çelişkiler bir tarafa biz Ümeyye'yi aktarmaya devam edelim, Muhammed'in ünlü şakku's sadr(göğsünün yarılması) olayı da ondan alıntıdır, olay şöyle:
İshak b. Bişr, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder: Ümeyye b. Ebi's-Salt'm kızkardeşi Faria, Mekke fethinden sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldi. Akıllı, basiretli ve güzel bir kadındı. Rasûlullah (s.a.v.), onu beğenirdi. Bir gün ona şöyle sordu:
- Ey Faria! Kardeşin Ümeyye'nin şiirlerinden ezberinde olan var mıdır?
- Evet... Bundan daha önemlisi, gördüğüm şöyle bir olay var. Onu sana anlatayım:
Kardeşim Ümeyye bir sefere gitmişti. Dönünce ilk olarak bana uğradı. Kanepemin üzerine uzandı. Ben de elimdeki bir deriyi traş etmekle meşguldüm. Bir ara iki beyaz kuş veya beyaz kuş gibi iki yaratık evimin küçücük aydınlatma penceresine doğru geldi. Biri, pencerenin içine düşer gibi oldu. Diğeri de onu takib edip pencereye girdi, ilki, gelip Ümeyye'nin üzerine kondu. Göğsü ile kasığı arasını yardı. Pençesini göğsünün içine daldırıp kalbini çıkardı, koklamaya başladı. Diğer kuş, ona seslendi:
- Anladı mı? -Evet...
- Islah oldu mu?
- Hayır...
Böyle dedikten sonra kalbi tekrar yerine koydu. Yardığı yer, bir anda kapanıverdi. Sonra da o kuşlar, uçup gittiler.
Bu hadiseyi gördükten sonra Ümeyye'ye yaklaştım. Uyandırmak için onu elimle sarstım. Uyanınca kendisine, "Bir şey hissediyor musun?" diye sordum. O da: "Hayır.. Sadece vücudumda bir halsizlik hissediyorum." dedi. Ben, gördüğüm manzara karşısında irkilmiştim. Bana: "Neyin var? Seni irkümiş görüyorum." dedi. Ben de olup bitenleri ona anlattım. Bana şu cevabı verdi: "Bana, bir hayır ve iyilik ulaştırılmak istendi ama sonra o, başka tarafa gönderildi." Böyle dedikten sonra şu şiiri okumaya başladı:
Gözlerimi yumdum ama boşaldı yaşlar.
Sahib olduğum yakinî bilgi gibi,
Konuşkan bir okuyucusu olan beratım yok.
Çepeçevre kor ateşle sarılıp yanan biri miyim?
Yoksa kadife koltuklu ve iyi kimselere,
Vaad edilen Cennet'e mi gireceğim ben?
Cennetle Cehennem, iyi ve kötü amel bir olmaz.
Bunlara giden yollar da aynı değildir.
Bunlar iki gruptur, bir grup Cennet'e gider.
Oradaki yeşillik ve bahçelerle sarmaş dolaş olur.
Diğer grup, Cehennem'e gider, orası ne kötü yerdir!
Bu kalpler sözleşdi, bîr hayra yönelince,
Engeller çıktı karşısına, dünya onları,
Cennet istemekten menedip bahtsız kıldı.
Allah kahretsin, o dünya hırsım,
Kul, nefsini çağırıp kınadı, zira o,
Allah tarafından gözetlendiğini biliyordu.
Nefs, ne diye bu hayata rağbet ediyor?
Ne kadar yaşasa da ölüm, onu yakahyacaktır.
Genç yaşta ölmese bile, ihtiyarlıkta mutlaka Ölecektir.
Ecel şarabının kasesini insan, elbet yudumlayacaktır!"
Bu şiiri okuduktan sonra Ümeyye, ailesinin yanına döndü. Çok geçmeden baktım ki insanlar, baygın haldeki Ümeyye nin yanma gidiyorlar. Bana haber ulaşınca gittim, baktım ki o, yere yatırılmış, üzeri de örtülü. Yanına vardığımda bir çığlık atıp gözlerim açtı,evinin tavanına baktı, sesini yükselterek şöyle dedi: "Emrinize amadeyim. Buyurun. İşte huzurunuzdayım. Ne malım var ki beni kurtarsın. Ne aşiretim var ki beni korusun." Sonra tekrar bayıldı. Yine bir çığlık atınca, ben; "Adam öldü artık." dedim. Gözlerini açıp evinin tavanına dikti; sesini yükselterek şöyle dedi:
"Emrinize amadeyim. Buyurun, işte huzurunuzdayım. Elimde bir beratım yok ki kendimi savunayım. Aşiretim yok ki onlara dayanıp güçleneyim."
Sonra tekrar bayıldı. Bir çığlık atıp gözlerini açtı, evinin tavanına bakıp şöyle dedi: "Emrinize amadeyim. Buyurun, işte huzurunuzdayım. Nimetlerle beslendim ama hep günah işledim. Allahım! Eğer bağışlaya-caksan bütün günahlarımı bağışla. Hangi kul ki sana tapar, elemi yoktur onun."
Böyle dedikten sonra tekrar bayıldı. Yine bir çığlık atarak şöyle dedi:
"Hayat ne kadar uzasa da mutlaka, . Bir zaman gelir ki yok olup gider. Keşke hakikatler bana göründüğü an, Bir dağ başında davar otlatsaydım ben."
Bu şiiri de okuduktan sonra kardeşim Ümeyye vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki:
"Ey Faria! Senin kardeşinin durumu, Allah'ın kendisine ayetlerini verdiği, sonra da kendisinden geri aldığı kimsenin durumu gibidir."
"Gamlarım, geceleyin yola koyuldular,(1)
Bunun bir de rüyalı versiyonu vardır, ama sonuç aynı, göğsü yarılıp kalbi temizleniyor, Muhammed'in olayının aynısı, bunun asıl kökeni ise Zerdüştlük dinidir(2). Hadislerde ayrıntılı geçmekle beraber, Kur'an'da şöyle geçmektedir:
Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)? Ve senin yükünü kaldırıp attık. Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü. (İnşirah 1-2)
Bu ayet hakkındaki temel görüş, "şakku's sadr" olayını anlattığıdır. Muhammed bilen her kişiden Ümeyye Bin Ebi Salt'ın şiirlerini sormuştur, Müslim'de şöyle bir hadis var:
2282 - Amr İbnu'ş-Şerrîd, babasından (Şerrîd'den naklen radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gün ben Resülullah'ın bineğinin arkasına binmiştim. Bir ara bana:
"Hafızanda Ümeyye İbnu Ebi's-Salt'ın şiirinden birşeyler var mı?" diye sordu. Ben:
"Evet!" deyince:
"Söyle!" dedi. Ben kendisine bir beyt okudum. O yine:
"Devam et!" dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine,
"Söyle!" emretti. Böylece kendisine yüz beyit okudum."
Müslim, Şiir 1, (2255).Bu da sahihliği tartışılmaz hadislerden, peki soralım sizce neden bu kadar ilgilenmiştir Ümeyye ile? Hem kız kardeşine soruyor, hem başkalarına? Bu işte bir tuhaflık yok mu? Yok tabi, Muhammed Kur'an'a (ç)alıntılar yapmayı çok severdi. Durum böyle olunca da Ümeyye'nin izlerini sıkça görüyoruz Kur'an'da. Sözde kalbi kabul etmemiş, ıslah olmamış, inadından Müslüman olmamış ama bunların sonradan Müslümanlarca uydurulmuş hikayeler oldukları belli, sonuçta Kur'an adamın söylediği şiirlerden ibaret, neden iman etsin ki?
Başka örneklere geçelim, yukarıda Ümeyye'nin kız kardeşinden aktarılan şiirde gördüğümüz, "cennet-cehennem" tasvirleri, "nefs-ecel-dünya hırsı" ile ilgili söylenenler aynen Kur'an'da da çok kez vurgulanır bildiğiniz gibi. Şimdi Turan Dursun'un "Kutsal Kitapların Kaynakları I-II-III" isimli şaheserinden Ümeyye'nin görüşlerini toplu halde görelim, Ümeyye İbn Ebi's-Salt'a göre:
"Yalnızca bir Tanrı vardır. Bu Tanrı, var olan her şeyi yönetir. O, bir nur perdesi içinde, Arş’ındadır. İnsan gözü, bu nur perdesini aşamadığı için Tanrı'yı göremez. Bu perde, mukaddes gök melekleriyle kuşatılmıştır. Bunlar, 'saf saf dizilmiş'tir. Kimi Arş'ı taşıyor, kimi sessizce Tanrı'nın vahyini dinliyor. Bunlar arasında Cibril (Cebrail), Mikail ve diğer bazıları, en yüksek yeri almışlardır. Dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Her yaşayan, er geç ölür, çürür. Tek kalıcı, kutsallık ve 'celal sahibi' olan Tanrı'dır. Hiçbir zaman yok olmayan O'dur yalnızca."NOT: Bazılarına kendi yorumumu da kattım, bu cümlelerimden anlaşılır zaten.
Ümeyye'nin bu düşüncelerinin de aynını Kur'an'da bulabiliyoruz;
- 1 Tanrı olması
- Perdenin ardında olması(aşağıda da ayet verilmiştir)
- Arşın melekler tarafından taşınması,
- Cibril ve Mikail'in yüksek rütbeli meleklerden sayılması,
- Her nefsin ölümü tadacak olması, sadece Tanrı'nın sonsuz yaşamının olduğu inancı.
Hakka:17=Melekler onun çevresindedirler; o gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.
Mümin:7=Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler; O’na inanırlar. Müminler için: "Rabbimiz! İlmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru" diye bağışlanma dilerler.Ümeyye'nin bununla ilgili şiiri ise şöyle:
"Allah'ı yüceltip tazim edin, O, tazime layıktır. Semadadır Rabbimiz, yüee Arş üzerindedir. İnsanlar alttadır, gökte taht kurmuştur. Arş'ımn boyu uzundur, gözlerin açısı dışındadır. Onun altında melekleri uzun boylu görülür."Ümeyye'nin bir şiirinde şöyle denir:
"Tanrı'dır O. Varlıkların yaratıcısıdır. Tüm yaratıklar, birer cariye ve köle niteliğinde O'nun buyruğuna, isteyerek boyun eğmede."Şu şiirlerin de Ümeyye'nin olduğu söylenir:
"Bütün insanlar, Tanrı'nın halkıdır. Yeryüzünde (evrende) tek hükümran, O'dur."Bir de şu var ki çok önemlidir;
"Ve O Tanrı ki, yaratıklardan hiç kimse, mülkünde O'nunla çekişemez, bir hak ileri süremez. Yaratıklar O'nu birlemese de O Birdir."
Celaleddin Süyûtî'nin (ö. Hicri 911/ Miladi 1505) El İtkân Fi Ulumi'l-Kur'an adlı ünlü (kaynak) kitabında, "cennet" ve "cehennem" de, Kur'an'daki gibi ve Kur’an'dan önce Ümeyye'nin şiirlerinde anlatıldığı açıklanır. Ümeyye'nin bir şiirinde "cinan" (cennetler) şöyle anlatılır:
"Asıl bahçeler cennetlerdedir. Gölgelikler oluşturmakta. Ve o gölgeliklerde, göğüsleri yeni tomurcuklanmış kızlar var. O cennetlerdeki sedir ağaçları dikensizdir'"Kur'an'daki yerini bulalım şimdi de;
Nebe:33=Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar...Görüyorsunuz ya bu ayet aynen Ümeyye'den alınmış.İkisinde de ''göğüsleri yeni tomurcuklanmış'' kızlardan bahsediliyor. Turan Dursun Ümeyye'nin bu şiiri hakkında bir de şunları yazar ki, asıl önemli dediğim yer burası;
"Cennet"lerdeki "sedir ağacı" için Arapçada pek rastlanmayan ve "garip" sözcükler arasında gösterilen "mahzût" (dikensiz) sözcüğü Kuran'da da kullanılmakta. Vâkıa Suresinin 28. ayetinde, "Ve dikensiz sedir ağaçlarında..." denmekte. Aynı surenin 30. ayetinde de bu ağaçların, "uzayıp giden gölgelikler" oluşturduğu anlatılmakta. Dikensiz anlamındaki "mahzût" sözcüğünün "garip" (yadırganan) sözcüklerden olmasından ötürü, İslam öncesi Araplarda kullanılıp kullanılmadığı sorulmuş, az da olsa, kullanıldığına Ümeyye'nin yukarıdaki şiiri, "tanık" gösterilmiş.Aynı şiirde, "cennet" ve "bahçeleri"yle ilgili anlatılanlar, "göğüsleri tomurcuklanmış kızlar"ıyla birlikte Kur'an'ın Nebe' Suresi'nde de anlatıldığı görülmekte:
Tanrı'ya karşı gelmekten sakınanlara, kurtuluş var. Bahçeler, bağlar var. Göğüsleri yeni tomurcuklanmış yaşıt kızlar var. Ve içki dolu kadehler var (cennette)." (Ayet 31-34.)İlgili ayeti Turan Dursun da vermiş bunun yanında bir de ''garip'' sözcüklerden bahsetmiş. Kur'an'da 700 kadar garip kelime denen anlamı bilinmeyen kelime vardır, bunların anlamları daha sonra alimler tarafından araştırılıp bulunmuştur. Ve gariptir ki Ömer bile bilmiyordu bunların(bunlardan bazılarının) anlamlarını.Şimdi sonrasında vereceğim kaynaktan şunu alıntılıyorum;
Kur'an-ı Kerim'de garip kelimeler unvanı verilen bir takım kelimeler vardır ki, bunların mânaları herkes tarafından kavranılmamaktadır. Bunlar 700 kadar sayılmıştır. Bunların hemen hepsi Hazreti Abdullah İbni Abbas'tan rivayet olunmuştur. O canlı bir lügattir: "Şiir Arap divanıdır, Kur'an'da bir kelimenin mânası kapalı kalırsa şiire müracaat eder, divanlardan onun mânasını anlamaya çalışırız.'' derdi.
Hazreti Ömer'den "Tehavvüf" kelimesinin mânası sorulduğu zaman: "Şiir divanlarınıza bakın, onlar sizi aldatmaz. Cahilîyet şiirinde kitabınızın tefsirini, kelâmınızın mânasını bulabilirsiniz" demiştir.
Kaynaktan devamını okuyabilirsiniz.İslam alimleri Kur'an'ı İslam öncesi şiirlerden tefsir etmişlerdir, Kur'an'daki anlamını bilmedikleri kelimeleri şairlerden öğrenmişlerdir, Müslümanlara şiirlere bakmalarını emretmişlerdir, Ömer bile düşünün Ömer bile! Bu nedenle şiirler Kur'an'ın kaynakları oldukları gibi aynı zamanda Kur'an'ın tefsirleri de olmuşlardır. Apaçık olan Kur'an'ın; "cahiliye" diye küçümsediği şairler olmadan anlaşılamaması ilginç.
Şimdi yine Turan Dursun'dan başka bir şiire geçelim;
"Zu'l-Karneyn, benim 'muslim' dedemdir. Yeryüzünde bir hükümdar olarak yücelmişti. Ama bunak olmamıştı. Doğuya ve batıya ulaştı. Yol gösteren iyilikseverden sağlayacağı mülk-egemenlik yollarını aradı. Varıp, güneşin dönüş yerindeki battığı yeri gördü. Kara balçıklı bir suda batıyordu güneş."(Arapcasmdan, olduğu gibi çevirdim- T.D.)
Bu şiirde kullanılan sözcüklerin çoğu, aynen Kur'an'ın konuyla ilgili ayetlerinde de geçmekte. Yani devlet kurmuş olan (Yemen'de) "Himyeriler"in de "iki boynuzlusu vardı. Bu şiirlere de yansımıştır. "Zu'l-Karneyn" iki sözcükten oluşturulmuş: "Zu" (yerine göre za ve zi de olabiliyor) ve "Karneyn" sözcüklerinden. Yemen'deki söz konusu toplumun hükümdarlarının adları da "Zu"luydu genellikle.Buna bakarak, "Zu'l-Karneyn"in bu toplumun hükümdarlarından biri olduğuna hükmeden ciddi yazarlar bile var.Bana göreyse başka kaynaklardan yansımalarla ve bu arada Büyük İskender'in de etkisiyle oluşmuş bir masalın kahramanıdır buradaki Zu'l-Karneyn de. Olabilir ki, Muhammed, "Zu'l-Karneyn"i, "Himyeriler"de, bunların şiirlerinde görmüştür. Kur'an'a da buralardan alıp geçirmiştir. Niye olmasın? "İman"ın da, "hikmet"in de, "şeriat"ın da "Yemenli" olduğunu söylememiş miydi?Şiire bakın sonra da şu ayete;
Kehf:86=Güneşin battığı yere varınca, onu kara balçıklı bir suda batar buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.Gördüğünüz gibi aynı,''kara balçıklı bir suda'' batıyormuş güneş, Muhammed bu masalı da olduğu gibi İslam öncesi şiirlerden almış.''Müslim'' kelimesine bakıp da aldanmayın,bu İslam sonrası bir şiir değildir, Turan Dursun bu konuya genişçe yer verir, yukarıda ismini verdiğim kitabında, Muhammed ''Müslim'', ''hanif'' gibi kelimeleri bile İslam öncesi kaynaklardan aşırmıştır.
Şiire göre de Zülkarneyn doğuya ve batıya ulaşmış Kur'an'a göre de, yukarıda verdiğim ayette Güneş'in battığı yere gittiği yazıyor, bakınız şu ayette de Güneş'in doğduğu yere gittiği yazıyor, nasıl gitmişse!
Kehf:90=Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.Görüyorsunuz ya noktasına,virgülüne kadar aynılar!
Bu sefer Turan Dursun'un "Allah" isimli eserinden alıntılara devam edelim:
Daha önce de değindiğim gibi, Kur'an'da da sık sık eskilerin masalları anlatılıp bunlar birer ibret konusu yapılmaktadır. Demek ki bu tip kullanımlar Araplarda yaygındı.
"Yedi Askı" ("el muailekatu's.-Seb'a") şairlerinden kimine göre İslam dönemine kavuştuğu halde (ileri sürülen ölm. tarihi: 627) müslüman olmayan, kimine göre Müslümanlık'tan kısa bir süre önce ölen (Bkz. Dr.Şevki Dayf, El Asru'l-Cahili, s. 302.) Zübeyr İbn Ebi Sülma'nın bir şiiri:
İçinizde olanı sakın ha, "Allah'tan" gizlemeye çabalamayın. Gizli kalsın diye çaba göstermeyin. Ne denli gizlenirse gizlensin; "Allah onu bilir" Cezası ertelenir; bir "kitap"a konur; "hesap günü"ne (Kıyamete) biriktirilir, ya da ivedilik gösterilip öç alınır.
(Bkz. Zevzeni, Şerhu Mual-lekati's-Seb', Beyrut, s. 81; Dr. Şevki
Dayf, El Asru'l-Cahili, Mısır, s. 303; Dr Toshihiko Izutsu, a.g.k., s. 84.)
“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” (İbrahim Suresi, 38)
Halbuki üzerinizde gözetleyici melekler var, şerefli yazıcı (melekler). Her ne yaparsanız bilirler." (İnfitar Suresi, 10-12)
Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi, 49)
Şu hâlde, kim mü’min olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız. (Enbiya Suresi, 94)
Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir. (Fatır Suresi, 45)
Evrenin,yeryüzünün ve dağların Rabbi,Gökleri yarattı.
Görebileceğimiz direkler üstünde olmadan 7 tane yarattı.
Yeryüzünü yarattı ve oraya sizler sarsılmayın diye sabit dağlar yerleştirdi.
Onları mükemmelleştirdi ve parlayan güneş ve ayın ışıklarıyla süsledi.
Karanlıkta üstlerine parlayan yıldızlar koydu ki,
Onların ışıkları oklardan da yücedir.
Onları mükemmelleştirdi ve parlayan güneş ve ayın ışıklarıyla süsledi.Bu Ümeyye'nin bir şiiri, şimdi bu şiirin Kur'an'daki yerlerine bakalım:
Karanlıkta üstlerine parlayan yıldızlar koydu ki,
Onların ışıkları oklardan da yücedir.
Şiir: Görebileceğimiz direkler üstünde olmadan 7 tane yarattı.
Şiir: Yeryüzünü yarattı ve oraya sizler sarsılmayın diye sabit dağlar yerleştirdi.
Sure: Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. (Lokman Suresi, 10)Gördüğünüz gibi Kur'an'daki yerlerini de bulduk. Şimdi şahsın bir diğer şiirine bakıp Kur'an'daki yerlerini bulalım:
Yücelik,zafer ve egemenlik üstüne olsun Rabbim,
Çünkü seni yücelikte hiç kimse geçemez.
Sen kendinden başka hiçbir kral bulunmayan bir kralsın
Sana yüzler eğilir ve etrafında bir ışık perdesi arkasından tapınılırVe seni ışıklar çevreler ve ışık nehirleri etrafındadır.Seni gözler idrak edemez.
Tahtının ayaklarındaki ve çevrendeki melekler seni hamd etmekten yorgun düşerlerAyetler:
Çünkü O yaratan ve yoktan var edendir.
Şura=51:Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Haşr=23: O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.
Burada Zeyd b. Amr'ın bir şiiri ile birlikte paylaşıyorum Ümeyye'nin şiirini:
"Ve o orayı yayıp döşedikten sonra mahlukatı yaydı,
Orada onlar kıyamet gününe kadar oranın sakinleri olarak kalacaklardır."(3)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
"Yüzümü teslim ettim, ağır kayalar taşıyan arzın teslim olduğu o kimseye; Orayı mükemmel düzenledi ve orası mükemmelleşince kudretiyle sağlamlaştırdı onu ve üzerlerine dağları bıraktı."(3)
Lokman=10: Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.
Naziat:30: Ve ardından yeryüzünü düzenleyip yaymıştır.Bu ayette de şiirlerdeki"deha-ha" kelimesi kullanılmış, "yayıp döşemek" anlamında. Mucizeciler bu ayetten dünyanın yuvarlaklığını hatta geoitliğini çıkarıyorlar da o yüzden belirtmek istedim, ilgili yazıma şuradan ulaşabilirsiniz:
İmam Ahmed b. Hanbel İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Ümeyye'nin şu şiirini doğrulamıştı:Hadislerde geçer bu olay:
"Sağ ayağının altında erkek ve sığırlar, Sol ayağının altında kartallar var. Aslan da kapana tutulmuş haldedir. Her gece sonu güneş kızıl görünür. Rengi, gül gibi olur. Kırbaçlanmadan, işkence görmeden, Rahatça üzerimize doğmak istemez."(4)
Ebu Bekr el-Hüzelî,İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Allah'ı bırakıpta bana tapan bir milletin üzerine doğmam." diyen güneşi, 70.000 melek uyarıp kendisine "Doğ hadi doğ" demedikçe doğmaz. Doğmaya yüz tutunca da, onu doğdurmamak için bir şeytan gelir, ama güneş, iki boynuzu arasından doğarak onu yakar. Gurup vakti batmaya yüz tutunca da Allah'a yönelip secde ederken bir şeytan gelip, secdesine engel olmak ister. Güneş, onun iki boynuzu arasında batar ve onu yakar.(4)
İslam öncesinin "hutbe"lerinde, yani "söz ustalığı"na örnek gösterilen seslenişlerde de "Allah" adına yer verildiğini görmekteyiz: Ünlü söz ustalarından Kus İbn Saide'nin (ölm. yak. 600.) ünlü "hutbe"si:
"Ey halk! Dinleyin, belleyin: Yaşayan ölür. Başa gelen gelir. Gece, karanlık; gündüz, durağan; gök, burçları olan; yıldızlar parlar; denizler kabarır; dağlar birer çivi; yer yayılıp döşenmiş; ırmaklar akağında akmakta. Gökte haber, yerde 'ibret' var. insanlar gidiyorlar (ölüyorlar) ve dönmüyorlar.
Öyle istedikleri için mi kalıyorlar, yoksa uyusunlar diye mi bırakılıyorlar? Ey güçlü topluluk! Nerede Semûd (toplumu), nerede Ad(toplumu)? Nerede babalar, atalar? Şükürle karşılanmayan iyilik nerede, ne oldu? Yadırganmayan zulüm nerede, ne oldu? Kus gerçek ve içinde günah bulunmayan bir antla ant içer ki, üzerinde bulunduğunuz dininizden daha sevgili bir din vardır 'Allah katında.'Bu hutbenin tam metnini de aktaralım:
Kâinatın Efendisine peygamberlik vazifesinin verilmesinden birkaç yıl önceydi.
Arapların Câhiliyye devrinde iki meşhur panayırından biri olan Hicaz’daki “Sûk-i Ukâz“ renk renk yüzlerce insanla dolup taşmıştı. İçlerinde pek çok Arap beliğleri de vardı. Bu sırada, kızıl tüylü bir deve üstünde yüz yaşını aşmış bir pir-i fani peydahlandı. Gözleri çukura kaçmış, yaşlılıktan iki büklüm olmuş, fakat ruhu aydınlık bu süvari, İyad kabilesinin büyüğü Kuss b. Saide idi. Cenab-ı Hakk’ın varlık ve birliğine, haşir ve neşre inanan Kuss, Arapların şâiri, hatibi ve hakîmi idi. Fesahatiyle dillere destan olmuş bu zât, dikkat kesilmiş ve derin bir sükûta dalmış yüzlerce insana beligane şöyle hitabediyordu:
“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz! İbret alınız! Yaşayan ölür, ölen fena bulur! Olacak neyse olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, annelerinin ve babalarının yerini alır. Derken, hepsi ölüp gider! Hadiselerin ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini kovalar. Kulak tutunuz, dikkat kesiliniz; gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var. Yeryüzü bir büyük dîvan, gökyüzü yüksek bir tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa, orada kalıp da uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim, yemin ederim ki Allah’ın indinde bir din vardır ki şimdi içinde bulunduğunuz dinden daha sevgilidir! Ve Allah’ın gelecek bir peygamberi vardır ki gelmesi pek yakındır. Gölgesi başınızın üstüne geldi! Ne mutlu o kimseye ki ona iman eder; o da kendisine hidayet eyleye! Yazıklar olsun, ona isyan ve muhalefet edecek bedbahta! Yazıklar olsun, ömürleri gafletle geçen ümmetlere!
“Ey insanlar! Hani ya babalar, dedeler, atalar? Nerede soy sop? Hani o süslü saraylar ve mermer binalar yükselten Âd ve Semûd kavimleri? Hani ya, dünya varlığından gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?’ diyen Firavun’la Nemrud? Onlar, zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe sizden çok daha üstün idiler. Ne oldular? Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın, onlar gibi gaflete düşmeyin, onların yolundan gitmeyin! Her şey fanidir; bâkî olan, ancak Allah’tır. Ki O, birdir, şeriki ve nâziri yoktur! İbâdet edilecek, ancak O’dur. Doğmamış ve doğurmamıştır! Evvel gelip geçenlerde, bize ibret alacak şey çoktur! Ölüm bir ırmaktır. Girecek yerleri çok, ama çıkacak yeri yoktur! Büyük küçük hep göçüp gidiyor! Giden geri gelmiyor! Kat’î bildim ki herkese olan, size ve bana da olacaktır.”
Gariptir ki bu muazzam hitabesini verip, Hâtemü’l-Enbiya’nın pek yakında geleceğini haber veren Kuss b. Saide, o anda kendisini dikkatle dinleyenler arasında, geleceğinden söz ettiği zâtın bulunduğundan habersizdi!
Câhiliyye devrinde Cenab-ı Hakk’ın kalplerine hidayet ihsan ettiği bahtiyarlardan biri olan Kuss b. Saide’nin bu hitabesinden az zaman sonra Kâinatın Efendisine nübüvvet ve risâlet geldi.
Fakat Kuss, bu sırada hayata gözlerini yummuştu. Haliyle, pek yakında geleceğini müjdelediği Efendimizle görüşmek kendisine nasip olmadı.
Aradan yıllar geçti...
Benî İyad’ın muvahhid ve Hz. İsa’nın dinine mensup bulunan büyüğü Cârûd b. Alâ adındaki zât, kavminin ileri gelenleriyle birlikte, vasıflarını öğrenmek üzere Resûlullah Efendimizin huzuruna vardı. Peygamber Efendimize ne ile gönderildiğini sorup öğrendikten sonra, “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki senin vasfını İncil’de buldum. Seni, Meryem’in oğlu müjdeledi. Sana devamlı selam olsun ve seni gönderen Allah’a da hamdolsun. Elini uzat. Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve sen, Allah’ın resûlüsün!” diyerek Müslüman oldu. Onu takiben de diğer arkadaşları İslamiyete girdiler.
Bu durumdan fazlasıyla memnun olan Fahr-i Kâinat Efendimiz, sordu: “İçinizde Kuss b. Saide’yi bilen var mı?”
Cârûd, “Elbette yâ Resûlallah!” dedi. “Hepimiz onu biliriz. Hususan ben, hep onun yolunda gidenlerdenim!”
Bunun üzerine Resûl-i Zîşan Efendimiz şöyle buyurdular:
“Kuss b. Saide’nin bir zamanlar Sûk-i Ukâz’da bir deve üzerinde, ‘Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak neyse olur!’ diye okuduğu hutbesi hiç hatırımdan çıkmaz. O, bir hayli söz daha söylemişti. Zannetmem ki hepsi hatırımda kalmış olsun!”
Mecliste hazır bulunan Hz. Ebû Bekir (r.a.) atılarak, “Yâ Resûlallah!” dedi. “Ben de o gün Sûk-i Ukâz’da hazırdım. Kuss b. Saide’nin söylediği sözler hep hatırımdadır. Müsaade buyurursanız okuyayım!”
Sonra da mezkûr hutbeyi başından sonuna kadar huzur-u Risâlette okudu.
Bunun üzerine heyetten de bir kişi ayağa kalktı ve Kuss’un şiirlerinden birkaçını daha okudu. Bu şiirlerinde de o, Harem-i Şerif’te, Hâşimoğullarından Muhammed’in (a.s.m.) peygamber gönderileceğini açıkça zikr ve beyan etmişti.
Bütün bunlardan sonra Resûlullah Efendimiz de, Câhiliyye devrinde hidayet yolunu bulmuş bu bahtiyar için şöyle buyurdu:
“Ümit ederim ki Cenab-ı Hak, kıyamet gününde Kuss b. Saide’yi ayrı bir ümmet olarak haşreder!”Kâinatın Efendisine peygamberlik vazifesinin verilmesinden birkaç yıl önceydi.
Görüldüğü gibi Muhammed şiirlere pek meraklı, Ümeyye'nin şiirlerini sorduğu gibi bunun şiirlerini de sormuş, üstelik birazını da ezberlemiş!
Bu Turan Dursun'un aktardığı hutbenin aynısı ama Turan Dursun özet olarak aktarmış. Hutbenin Kur'an'daki yerlerine geçmeden önce bazı açıklamalar yapmak gerek. Gördüğünüz gibi hutbede bir peygamberin geleceği haber veriliyor, doğrudur, o zamanlar millet sürekli peygamberler beklerdi ve sürekli birileri; "ben peygamberim" diye ortaya çıkardı. Asıl ilginci, alıntı yaptığım yazıda da denildiği gibi, direk olarak "Muhammed" ismini de söylemiştir şiirinde, ilgili şiir şöyle:
"Doğu, batı., öksüzlük, topluluk.. Savaş, barış., yaş, kuru.. Tatlı, tuzlu.. Güneşler, aylar, rüzgarlar, yağmurlar.. Gece, gündüz.. Dişiler, erkekler.. Karalar, denizler.. Taneler, bitkiler.. Babalar, analar.. Topluluklar, dağınıklıklar.. Peşpeşe gelen alametler.. Nur (Işık), karanlık.. Varlık, yokluk.. Rab ve putlar.. Halk saptı.. Üreyip doğan.. Diri gömülüp yok olan.. Terbiye, biçilip gitmiş.. Zengin ve yoksul.. İyi ve kötü.. Gafiller helak olsun.. İşçi, işini iyi yapsın.. Emel sahibi, emel peşine düşmesin.. Hayır, Allah birdir. Doğmamış ve doğurulmamıştır. İlk yaratan da, son yaratan da, öldüren de, sonra dirilten de odur. Erkeği ve dişiyi yaratan O'dur. Dünya ve ahiretin Rabbi O'dur.Muhammed ismi ya bu şiiri okuyan kişi Muhammed'e yaranmak istediği için geçiyor bu şiirde, kendi ekliyor araya ya da "Muhammed" bir isim değildir, sıfattır, "övülen, övülmüş" anlamında, Kuss b. Saide gelecek peygambere bu sıfatı yakıştırıyor övmek için. Tabi farklı açıklamalarım da var bunun için, eğer birisi çıkar da Kuss b. Saide'nin bir mucize gerçekleştirdiğini filan söylerse detaylıca inceleriz.
Şimdi ey İyad halkı! Nerede Ad ve Semud kavmi? Nerede babalar ve dedeler? Nerede hastalar ve yaşlılar? Hepsinin varacakları bir son vardı. Kuss, kulların Rabbine, yeri bir döşek gibi döşeyen'e yemin eder ki, sûra üflendiği, halkın çağrıştığı, yerin aydınlandığı, öğütçünün öğüt verdiği, rahmetten ümit kesenin kenara itildiği, hakkı düşünenin gerçeği gördüğü günde hepinizin birer birer haşr olunacağına yemin eder. Meşhur gerçekten, parlak nurdan, en büyük hedeften sapan kimseye; kudret sahibi Allah'ın hüküm verdiği, uyarıcı Muhammed (s.a.v.)'in hazır bulunduğu, yardımcının bulunmadığı, adalet terazisinin kurulduğu, kusurların ortaya döküldüğü, bir grup insanın Cennete, bir grubun da çılgın alevli ateşe gittiği günde yazıklar olsun!,."(5)
Genel olarak hutbenin Kur'an ile birebir aynı olduğu görünüyor zaten ama yine de altını çizdiğim yerlerin Kur'an'da yerlerini bulalım:
Şiir: ...Gece, karanlık; gündüz, durağan; gök, burçları olan; yıldızlar parlar; denizler kabarır; dağlar birer çivi; yer yayılıp döşenmiş...Zaten dağların birer çivi ve yeryüzünün yayılıp döşenmiş olduğuyla ilgili ayetleri vermiştim, gökyüzünün bir yükseltilmiş bir tavan olduğu da birçok yerde geçiyor:
Kur'an: Burçları olan göğe andolsun. (Buruc Suresi, 1)Kur'an: Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer çivi yapmadık mı? (Nebe Suresi, 6-7)
Ve yükseltilmiş olan o tavana... (Tur Suresi, 5)
Şiir: Nerede Semûd (toplumu), nerede Ad(toplumu)? Nerede babalar, atalar?Kur'an pek çok yerde eskileri anlatır ve; "onlar sizden daha zengin ve güçlülerdi, ama onları bile harap ettik" diyerek muhataplarını korkutmaya çalışır, devam edelim:
Kur'an: Âd ve Semûd kavimlerini de helâk ettik. Bu, onların (harap olmuş) yurtlarından size besbelli olmuştur. Şeytan, onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Hâlbuki onlar gözü açık kimselerdi. (Ankebut, 38)
Şiir: Yemin ederim, yemin ederim ki Allah’ın indinde bir din vardır ki şimdi içinde bulunduğunuz dinden daha sevgilidir!
Kur'an: ...Muhakkak ki Allah'ın indinde dîn, İslâm'dır... (Ali İmran Suresi, 19)
Şiir: Hani ya, dünya varlığından gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?’ diyen Firavun’la Nemrud? Onlar, zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe sizden çok daha üstün idiler. Ne oldular?
Kur'an: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” (Naziat Suresi, 24)
Kur'an: Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)
Kur'an: Ey münafıklar! Sizler tıpkı kendinizden evvel yaşayıp giden, münafık kimseler gibisiniz. Onlar kuvvetçe sizden daha güçlü, servetçe sizden daha zengin ve sayıca daha kalabalıktılar. (Tevbe Suresi, 69)
Kur'an: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu, baksınlar. Onlar yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından, kendilerinden daha üstündüler. Fakat Allah, onları günahları sebebiyle aldı (öldürdü). Ve onlar için (onları), Allah’a karşı koruyacak hiç kimse olmadı. (Mü'min Suresi, 21)
Şiir: Her şey fanidir; bâkî olan, ancak Allah’tır. Ki O, birdir, şeriki ve nâziri yoktur! İbâdet edilecek, ancak O’dur. Doğmamış ve doğurmamıştır!
Kur'an: Yerin üstünde ne varsa fânîdir. Ancak, yuce ve comert olan Rabbinin varligi bakidir. (Rahman Suresi, 26-27)
Kur'an: O, doğurmamış ve doğmamıştır. (İhlas Suresi, 3)
Şiir: "Doğu, batı., öksüzlük, topluluk.. Savaş, barış., yaş, kuru.. Tatlı, tuzlu.. Güneşler, aylar, rüzgarlar, yağmurlar.. Gece, gündüz.. Dişiler, erkekler..
Kur'an: Ve anar, ibret alırsınız diye her şeyi çift yarattık. (Zariyat Suresi, 49)
Şiir: İlk yaratan da, son yaratan da, öldüren de, sonra dirilten de odur. Erkeği ve dişiyi yaratan O'dur. Dünya ve ahiretin Rabbi O'dur.
Kur'an: Öldüren de dirilten de O'dur. Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. (Necm Suresi, 44-45)
Kur'an: Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.” (Şuara Suresi, 24)
Şiir: Kuss, kulların Rabbine, yeri bir döşek gibi döşeyen'e yemin eder ki, sûra üflendiği, halkın çağrıştığı, yerin aydınlandığı, öğütçünün öğüt verdiği, rahmetten ümit kesenin kenara itildiği, hakkı düşünenin gerçeği gördüğü günde hepinizin birer birer haşr olunacağına yemin eder. Meşhur gerçekten, parlak nurdan, en büyük hedeften sapan kimseye; kudret sahibi Allah'ın hüküm verdiği, uyarıcı Muhammed (s.a.v.)'in hazır bulunduğu, yardımcının bulunmadığı, adalet terazisinin kurulduğu, kusurların ortaya döküldüğü, bir grup insanın Cennete, bir grubun da çılgın alevli ateşe gittiği günde yazıklar olsun!,.
Ve sur’a üfürülmüş, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona (sur’a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar. Ve Rabbinin nuru ile yeryüzü aydınlandı. Ve kitap ortaya kondu. Peygamberler ve şahitler getirildi. Ve onların aralarında onlara zulmedilmeksizin hak ile hüküm verildi. Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. (Zümer Suresi, 68-70)
Bu ayetler de Sur'a üfürüldükten sonra herkesin bir araya haşrolunacağından(toplanacağından), inanmayanların kenara itilip cezalandırılacağından ve inananın gerçeği görüp ödüllendirileceğinden bahseder:
De ki: “Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu bilmezler.” (Casiye Suresi, 26)
Allah’ın düşmanları o gün ateşe haşrolunurlar. Böylece onlar (öncekiler ve sonrakiler) biraraya getirilirler. (Fussilet Suresi, 19)
Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!” (Fussilet Suresi, 30)
Bütün sırların ortaya döküleceği o kıyamet günü, artık insan için ne bir kuvvet vardır, ne de bir yardımcı. (Tarık Suresi, 10)
...Sonra kıyamet gününde kiminiz kiminizi inkâr edip tanımayacak; kiminiz kiminize lânet edecektir. Barınağınız cehennem olacaktır. Yardımcılarınız da olmayacaktır. (Ankebut Suresi, 25)
Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)Şairin bir başka şiiri şöyle:
"Aşırı tutkusuyla gönül andı onu.Arasında gündüz olan geceleri yad etti. Bulutlardan boşalan sağanak yağmur, Damlaları arasında ateş vardı.Ateş ışığı gözleri kamaştırıyordu.Şimşek parıltısı, gözler önünde uçuyordu.Sağlam köşklerde hayırlar vardı.Diğerleri ise, ıssız ve bomboştu.Yeri durduran, yüce dağlardır.Denizlerin suları ise engindir.Sanırım artık buna ayet vermeye gerek yok, Kur'an'da anlatılanlarla tamamen aynı.
Yıldızlar, gece karanlığında parlar,Bunların döndüğünü her gün görürüz.Sonra güneşi, gecenin ayı kışkırtır.Hepsi birbirini hızla takib eder. Büyük, küçük karışık olan her şey, Gün gelir toprağa girer, mezar olur. Şaşmayan kalblerin tahminleri bile,Bir çok şeyi kavrayamaz, aciz kalır. Doğruyu görüp ibret alan kimseler için, Benim bu söylediklerim, Allah'a giden yolu gösterir."(6)
Herhalde bu kadarı yeterlidir. Peki Kur'an Muhammed'in Kur'an'ı mı yoksa Kuss'un mu? Gördüğünüz gibi şiirler ile ayetler birebir aynı. Kuss b. Saide Kur'an'ın en büyük kaynaklarından biri görünüşe göre. Şimdi başkalarıyla devam edelim:
Yesar, siyer kitabının baş kısmında semavatm, yeryüzünün, Güneş ile Ay'ın ve diğer yaratıkların yaratılması hakkında Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e ait güzel bir şiir nakletmiştir. İbn Hişam ise bu şiirin Ümeyye b. Ebi Salt'a ait olduğunu söylemiştir. Sözü edilen şiir şudur:
«Övgü ve methimi, Allah'a hediye ederim. Beğenilmiş sözümü zaman durdukça eskitecek hiç birşey yoktur. Bu sözümü, fevkinde başka bir Rab ve ilâh bulunmayan en yüce melike sunuyorum. O melik, hiç kimseye boyun eğmez.
Dikkat et ey insan, çukura yuvarlanmaktan sakın, sen hiç bir şeyini Allah'a karşı gizleyemezsin.
Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmaktan sakın.
Çünkü doğru yol ortaya çıkmıştır.
O'nun şefkatine sığın, cinler de onun şefkatini umarlar.
Sen benim ilâhımsm Ey Rabbim, ümidimsin.
Seni Rab olarak seçtim, senden başka ikinci bir ilâha boyun eğecek değilim.
Sen ki lütuf ve rahmetinle,
Musa'yı elçi ve çağrıcı olarak gönderdin.
O'na dedin ki: Harun ile birlikte Firavun'a gidin.
O ki taşkınlık etmiştir, onu Allah'a davet edin.
O'na deyin ki: Sen mi şu yeri kazıksız olarak tesbit ettin ve onu bu sakin halinde meydana getirdin?
O'na deyin ki: Sen mi şu gökleri sütunsuz olarak diktin, insaf et, sen mi bunu bina ettin?
O'na deyin ki: Sen mi göğün ortasını aydınlatıcı kıldın, gece karanlığı bastırdığında Ay'ı sen mi oraya yerleştirdin?
O'na deyin ki: Sabah olunca kim Güneş'i Dünya'ya gönderir?
Işığı Dünya'ya varınca kuşluk vakti her taraf aydınlanır.
O'na deyin ki: Topraktaki bitkileri kim yeşertir?
Hububat, toprağı kabartarak yükselir.
Ondan çıkan taneler, bitki başlarında bulunur.
Bunda da aklı başında olan kimseler için ibretler vardır.
Sen kendi lütfunla ey Rabbim, Yunus'u kurtardın,
Oysa o balığın karnında bir kaç gece kalmıştı.
Ey Rabbim, senin adını teşbih ile anarsam günahımın çok olduğunu görürüm. Ancak sen, benim hatalarımı bağışlarsın.
Ey kulların Rabbi, benim üzerime bağış ve rahmetini gönder, malımı ve çocuklarımı bereketli kıl, mübarek yap.»(7)
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, kendi şiirlerinin birinde şöyle demiş:
"Dünya durdukça övgü ve sitayişlerimi, Beğenilen sözlerimi, kendisinden daha üst, Bir İlah ve daha yüksek bir hükümdar, Ve kendisine denk bir Rab bulunmayan, Allah'a hediye ve ithaf ediyorum."
Bu şiirin, Ümeyye b. Ebi's-Salt'a ait olduğunu söyleyenler de olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. Muhammed b. İshak, Zübeyr b. Bekkar ve diğerlerinin rivayetlerine göre Zeyd b. Amr, tevhide dair bir şiirinde de şöyle demiştir:
"Ağır kayalar yüklenen yerin teslim olduğu Allah'a yöneldim, o yer ki, dümdüz oldu, düzelince de onu, Tespit etmek için üzerine dağlar yerleştirdi. Tatlı ve berrak suları taşıyan bulutların yöneldiği, Allah'a yöneldim, o bulutlar ki, her nereye sevk edilirlerse, emre itaat ederler, gönderildikleri, Beldelere sağanak sağanak yağmur yağdırırlar. Rüzgarların kendisine yöneldiği Allah'a yöneldim. O rüzgarlar ki, halden hale dönüp giderler."(8)
Şiir: Tatlı ve berrak suları taşıyan bulutların yöneldiği, Allah'a yöneldim, o bulutlar ki, her nereye sevk edilirlerse, emre itaat ederler, gönderildikleri, Beldelere sağanak sağanak yağmur yağdırırlar.
Kur'an: Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.(Nur Suresi, 43)Kur'an'a göre de Allah bulutları sevk ediyor, ayrıca dolu yağdırıp onunla istediğini vuruyor, ilginç... Şu da muallaka şairlerinden Zuheyr b. Ebî Sulmâ'nın bir şiirinden bir beyit:
Kim ölümün sebeplerinden korkarsa, merdivenle göğün kapılarına yükselse bile, ölümün sebepleri ona ulaşır. (9)Kur'an'a göre de ölümden kaçış yoktur, "gök kapıları" ve "merdivenle göğe çıkılması" da Kur'an'da işlenir:
Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma. (En'am Suresi, 35)Bu konuda ayrıntılı inceleme için şu linke tıklayabilirsiniz:
Gördüm ki Allah haktır, arttı,
Bu düşüncemden sonra Allah korkum,
Bilmez misin Allah Tübba'yı helak etti,
Lokman b. Ad'ı ve Adiyâ'yı da helak etti,
Bunlardan daha önce de Zü 'l-Karneyn'i,
Firavun'un ordusunu ve Necaşıyi de helak etti.
Allah kahretsin o çapulcuyu ki geceleyin,
Taşlık ve bataklıklardan geçip deve kesilen yerlerde yaşar
Allah'ın memleketlerini gez, zengin olmaya çalış
Ya bolluk içinde yaşarsın ya da ölüp mazur görülürsün
...Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar! (Tevbe Suresi, 30)Her şeyin yok olup sadece Allah'ın kalacağına dair Zuheyr b. Ebî Sulmâ'dan bir örnek:
Hiçbir varlığı kalıcı ve sonsuz görmüyorum,
Sadece yüksek dağlar, gök, toprak
Ve Rabbimiz kalıcıdır
Bir de sayılı giinlerimiz ve geceler kalıcıdır
İnsan ve şeytan cinlerini kendimden uzaklaştırdım,
Mert ve cesur kişi böyle yapar,
Ne Uzza’ya taparım ne de iki kızına,
Ne de Tasm Oğullarının iki putuna,
Aklımın ermediği çocukluğumda,
Rabb bildiğim Hubel'e de tapmam,
Büyüyüp kendimi kurtardığımda tek bir Rabb 'e mi,
Yoksa bin Rabb'e mi tapacağım.
Bilmez misin Allah yok etti,
Yolunu şaşırmış birçok kimseyi,
İyi olanları ise bıraktı,
Onların küçükleri büyüsün diye,
Kişi elbet bir gün gerçeği yakalayacak,
Aynen susuz bir dalın yeşillenmesi gibi.
Ben ancak Rahman'a Rabb 'imize kul olurum,
Şefkatli Rabb'im günahlarımı bağışlasın diye,
Allah 'tan Rabb'inizden daima korkun,
Böyle olursanız felakete uğramazsınız,
İyilerin yurdu cennet,
Kafir'lerin ise yakıcı cehennem.
Dünyada rezildirler, ölünce de,
Gönülleri sıkıp daraltan azapla karşılaşırlar.
Zii'l-Kanıeyn'in peşine koştum; fakat yetişemedim
Az kaldı Davud'u da görecektim
Ebedi olmak ise mümkün değildir
Hepimiz son bulacağız
Sadece tanrı ve onun vech-i mabudu hariç
Allah ile beraber sakın başka bir tanrıya tapma. Ondan başka tanrı yoktur. Allah'ın vechinden (zatından veya O'nun rızasına uygun olanından) başka her şey yok olucudur. Hüküm O'nundur ve ancak O'na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 88)Muhammed'in belki de en önemli vahiy kaynağı Muhammed'in eşi Hatice'nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'dir, ondan bir şiir aktaralım:
Bazı insanlara nasihat ettim şöyle dedim
Ben uyarıcıyım, sakın kimse sizi aldatmasın,
Yaratıcınızdan başka ilahlara tapmayın,
Sizi buna çağırırsalar deyin aramızda büyük bir engel var~
Tesbih ederiz o arşın sahibini ona sığınırız,
Daha önce de Cudi ve Cumud dağları onu tesbih etti,
Gök kubbesi altında her şey ona hizmet eder,Kur'an'la benzerlik ortada, şiirde geçen konuları zaten yukarılarda işlemiştik. Şimdi Kuss b. Saide'den bir şiir daha verelim:
Kimse onun egemenliğinden kaçamaz,
Gördüğümüz hiçbir şeyin parlaklığı baki değildir,
İlah bakidir, mal ve evlat helak olur,
Hürmüze hazineleri bir fayda sağlamadı,
Ad kavmi de uğraştı ama ebedi olamadı,
Süleyman da, bütün milletler,
Emrinde olduğu halde insanlar cinler
Ölüm habercisi! Ölüler mezarlarındaZaten bu şiirdeki benzerlikler de belli ölülerin uyanacakları, çıplak olacakları, yeni bir yaratılışla ahirete geçecekleri filan İslam'ın temel konularıdır, herkes bilir yani ama birkaç ayet verelim yine:
Üzerlerinde parça parça ipek kalıntıları
Bırak onları nasılsa bir gün çağrılacaklar
Uykularından uyandıklarında dağılacaklar
Sonunda yeni bir şekle girecekler
Yeni bir yaratılış, aynen ilk yaratılış gibi
Bir kısmı çıplak, bir kısmı giyinik,
Bir kısmının elbisesi yeni, bir kısmının da eskimiş olarak
İnkâr edenler dediler ki: 'Siz büsbütün parçalanıp dağıtıldıktan sonra mutlaka yeni bir yaratılışa tabi tutulacağınızı bildiren bir adamı size gösterelim mi?' (Sebe Suresi, 7)Tamam bu şairler putları reddeden birer hanif olabilirler ama sözleri neden Kur'an'la bu kadar benzerlik gösterir? Kelimesi kelimesine? İşte bunlar ilginçtir. Varaka'dan bir şiir daha:
Amr'ın oğlu! Doğru yolu buldun nimete erdin,
Allah'ın yakıcı ateşinden kendini kurtardın,
Rabb'e boyun eğerek, onun dışında yoktur Rabb,
Azgınların putlarını terk ederek,
Aramış olduğun dini bularak,
Rabbini tek bir Rab olarak kabulden hiç şaşmadın,
Güzel bir diyarda bulunuyorsun,
Orada eğlenir devamlı ikramlar görürsün
Orada Allah dostuyla karşılaşırsın,Bu kadar da olmaz! dediğinizi duyar gibiyim ama şaşırmayın vahiy denilen şey bunlardır işte, bu kaynaklardan gelir, diğer pek çok kaynak dışında. Ümeyye'den bir şiir daha verelim:
İnsanları ateşe iten zorbalardan olmazsın,
Rabbinin rahmeti ulaşır elbet insana,
Yerin yetmiş kat altında bulunsa da,
Korkulu bir diyarı ziyaret ettiğimde derim,
Bana merhamet eyle, düşmanlarımı muzaffer eyleme,
Bana merhamet eyle, onlar cinlerden umarken,
Benim ilahım sensin, Rabbim ve ümidim,
Duaları kabul eden Rabb'e boyun eğerim,
Asla davetçiye kulak vermeyen kimselere ise boyun eğmeyi kabul etmem.
Rabbimizin alametleri apaçıktır,Yukarıda da vermiştik ama biraz daha peygamber adları ve eski kavimlerin geçtiği şiirlerden verelim, Adiyy b. Zeyd el-Ibadi'nin bir şiiri:
Bunları ancak inkarcılar tartışır,
Gece ve gündüz yaratılmış, hepsi,
Belli bir ölçüyle ortaya çıkarlar,
Sonra Yüce Rab, gündüzü ortaya çıkarır,
Işıkları yayılan güneş vasıtasıyla,
Hanif dininden başka her din,
Kıyamet günü Allah katında yalandır.
Nerede bu toprakların sahipleri,Selame b. Cendel:
Nuh halkı Sonra Ad ve Semud.
Davud yapımı sağlam bir zırhEski kavimlerden, Zuheyr b. Ebi Sulma:
Yarılıp kabuğundan çıkmış bakla tanesi gibi
Sonra bu savaşta uğursuz çocuklarınız doğar,Zuheyr b. Ebi Sulma, İrem Kavmi:
Ad kavminden Ahmer gibi, savaşta süt emerler savaşta sütten kesilirler
Diğerlerini ise görürsün ki zırhlarını hazırlamışlar
İrem 'den beri gelen Davud yapımı zırhlarını.
Yine muallaka şairlerinden Amr b. Külsüm'ün bir şiiri:
Ölüm bize nerede olsak yetişecektir. Çünkü biz ona mukadderiz, o da bize mukadderdir.
Her nerede olsanız olun, ölüm size yetişir, göklere yükselmiş burçlarda da olsanız... (Nisa Suresi, 78)
Ulaşabildiğim şiirler sınırlı olduğu için şimdilik bu kadar yeter. Zaten bunlar şiirlerin Kur'an'ın önemli kökenlerinden biri olduğunu net bir şekilde gözler önüne seriyor, fazla bile vermişimdir belki de. Yine de bulabildiğim şiirleri eklemeye devam edeceğim. Konuyla ilgili olarak şu linkleri de incelemenizi öneririm:
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) (4) (5) (6)İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi, 2. Cilt,7. Bölüm, Çağrı Yayınları’ndan.
(2)http://dilaverkom.blogcu.com/sakku-s-sadr/2575884
https://www.youtube.com/watch?v=Ht6q5f734Yc
(3)Kurtubi,El Camiul Ahkamul Kur'an, Naziat Suresi, 30. ayetin tefsiri.
(7)İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi, 1. Cilt, 2. Bölüm, Çağrı Yayınları’ndan.
(8)İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi, 2. Cilt, 8. Bölüm, Çağrı Yayınları’ndan.
(9)http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/920/11483.pdf
Diğer alıntıların kaynakları makale içerisinde verilmiştir.