Kırlangıcın Kuyruğu

Kırlangıcın KuyruğuFehmi SALIK(...) Öğretmenin, Ezgi’ye yönelik söylediği iki sözcük, bir soru tümcesinden çok,...

Kırlangıcın Kuyruğu

Fehmi SALIK

(...) Öğretmenin, Ezgi’ye yönelik söylediği iki sözcük, bir soru tümcesinden çok, bir karabasan gibi çöktü öğrencilerin omuzlarına.

“Sen Alevi misin?”

Ezgi, yanıtını bir soru tümcesiyle verdi ona:

“Evet öğretmenim; Alevi olmak suç mu?”

Öğretmenin rengi değişti; sarı tüyleri dikenleşti.

“Dinler ve mezhepler tarihini iyice okumamız gerekir. Olayları tek yönlü ele almak ve yorumlamak, bizleri taraf haline sokar. Sen burada hep Hz. Ali’den, Hacı Bektaş’tan söz edip durmuşsun.”....

Kırlangıcın Kuyruğu

Fehmi SALIK

“Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik; ancak
çok basit bir şeyi unuttuk: farklılıklarımızla bir arada yaşamayı…”
                                                                    -Martin Luther King-

Derslerin içinde en çok ‘edebiyatı’ seviyordu. Kitap seven, okumuş bir ana/babanın kızıydı. Her edebiyat dersinde bir rahatlık denizinde yüzer gibi oluyordu. Yorgunluğunu, üzüntüsünü, kırılganlığını sıyırıp atıyordu üstünden. Bu ders, onun belleğini besliyor; yürek çarpıntısını gideriyor; dupduru bir su olup baştan aşağı yıkıyordu onu.

Edebiyat derslerinin olduğu günler dünyalar onundu. Öğretmenleri de dersi, ballandıra ballandıra anlatıyordu; yeri geldiğinde konuyla ilgili bir şiir okuyor; yeri geldiğinde bir fıkra anlatıyor; uygunluk gördüğü zamanlarda da dersi özdeyişlerle, güzel sözlerle, kısa alıntılarla bir güzel besliyordu.

Sınıfı oluşturan otuz öğrenci, otuz yelkenliye oturmuş, bir sevgi okyanusunda savaşımcı birer yarışmacıya benziyordu.

Ezgi’nin yelkenlisi, bu yarışlarda ön sıralarda oluyordu hep…

Bir gün, bir kara haber, bu yarışçıların boynunu büküp yetim bıraktı onları. O “malumun ilamı” olan zihniyet, 11/A sınıfının o çağcıl öğretmenini, öğrencilerinden çekip aldı. O sevgi okyanusunda yelken açan öğrenciler, birer deniz vurgununa döndü.

Sınıfta en çok üzülenlerden biri de Ezgi’ydi.

Bir ay sonra 11/A sınıfına yeni bir edebiyat öğretmeni atandı.

Bu öğretmen, kısa boylu, sarı tüylü, badem bıyıklı, bol paça pantolonlu biriydi. Yüzüğü, saati, rozeti bedeninin sağ yanındaydı hep. Henüz genç denecek bir yaştaydı. Sınıfa ilk girdiği gün “Selamünaleyküm” diye seslenmişti öğrencilere. Sınıfta bir sessizlik olmuş; öğrenciler, öğretmenlerine karşılık vermemişti. Öğretmen bu durumu önemsememiş; kendisini tanıtmaya devam etmişti:

Adım Zübeyir Bedevi. Bundan böyle Allah’ın izniyle derslerinize ben gireceğim.

Ezgi, parmak kaldırmıştı o zaman.

Edebiyat dersindeyiz öğretmenim; din dersi değil.”

Öğretmen kızarmış; kararmış; öfkesini belli etmemeye çalışmıştı.

Günler geçip gidiyordu. O güzelim edebiyat dersinin yerinde yeller esiyordu.

Zübeyir Öğretmen, bir gün bir kompozisyon ödevi verdi öğrencilerine. Konu başlığı, “Kırlangıçlar”dı. Ödev, bir öykü biçiminde yazılacaktı. Uzunluk/kısalıkla ilgili bir sınırlama yoktu.

Ezgi de, diğer arkadaşları gibi ansiklopedileri karıştırdı; tıpkı bir fare gibi kitaplar arasında gezindi; ‘Google’ adı verilen sihirbaza başvurdu; kırlangıçlar hakkında yeterince bilgi topladı: Bu yaratıkların, ötücü kuşlar içinde en güzellerinden olduğunu, böcek ve sinek avladıklarını, gagalarının yeterinden daha çok açıldığını, bu yüzden de çok böcek avlayabildiklerini öğrendi. Daima havada avlanan, su içişini bile havada yapan bu minnacık yaratıkların ağaçlara çok az konduklarını, serçeler ve diğer uçanlarda olduğu gibi yiyeceklerini yerde aramadıklarının nedenini o zaman daha iyi anladı. Yeterli bilgiye ulaştığına inandıktan sonra durumu annesine de açtı. Annesi güldü; onu alıp komşuları Selime Hanımların evine götürdü; balkonun altında yuva yapmaya çalışan kırlangıçları gösterdi ona.

Ezgi, ağzı açık, uzun bir süre kırlangıçları temaşaya koyuldu.

Annesi, onun bu dalgınlığını bozmaya çalıştı.

Bak kızım; biz Alevilerce, kuşların içinde ‘turna’nın ayrı bir yeri vardır. Turna, bir bakıma kutsal sayılır bizde. Güvercine bakışımız da bir değişiktir. Bugün herkesin ağzında dolaşan ‘barış’ dediğimiz o güzel kavramın simgesidir güvercin. Ulu Pir’imiz Hacı Bektaş Veli’nin, Horasan’dan sökün edip adını verdiği bugünkü Hacıbektaş İlçesi’ne ‘güvercin donunda’ geldiği söylencesi vardır. Hatta ona sormuşlar: ‘Pirim, neden ille de güvercin donunda?’ Pir’imizin verdiği yanıt olabildiğince açıktır: ‘Güvercinden daha barışçı, daha mülayim bir yaratık olsaydı onun donunda gelirdim…’ Uçanlar içinde üçüncü bir sevdiğimiz de kırlangıçtır. Dikkat ediyor musun bir yuva yapmak için kaç kırlangıç çalışıyor. Ağızlarında getirdikleri çerçöple yuvalarını örüp sıvasını yapıyorlar. Sapasağlam oluyor bu yuvalar. İnsanlar, dokunmuyorlar onlara. Bir sonraki yıl, bu yuvalara gelip yerleşen kırlangıçlar var. İyice bak; biri yuvada iken, diğerleri telefon tellerinin üstünde, yuvadakinin ayrılmasını bekliyor. İstersen yarın yeniden gelip bakalım; yuva yapımının nasıl ilerlediğini rahat görürüz. Bunlar, ‘göçmen kuşlar’ sınıfına girer. Belli mevsimde gelir, yavrularını çıkarır, belli bir zamanda giderler. Ötüşleri cıvıltı gibidir. İnsana mutluluk verir. Kırlangıçlar, ‘yiğit kuşlar’dandır; korkusuzdurlar. Kanatları kara/mavi karışımıdır; madeni bir cisim gibi ışıldar. Kanatlarının uçlarına bak; sivri bir bıçak gibidir. Kuyrukları, Hz: Ali’nin Zülfikar’ına bezer; çataldır…

Ezgi, kulakları annesinde, gözleri kırlangıçlarda, uzun bir süre kalakaldı öylece; daha sonra biyoloji öğretmeni olan annesinin bu konuşmasıyla, kendisinin daha önce araştırma ve incelemesiyle elde ettiklerini harmanlayıp güzel bir kompozisyon hazırladı. Öyküleme yöntemini göz önünde tuttu. Turna kuşundan, güvercinden, Hacı Bektaş’tan, Hz: Ali’nin kılıcından söz edip güzel örnekler serpiştirdi öyküsünün içine. Giriş, gelişim, sonuç bölümlerini belirgin bir biçimde ortaya koydu. Noktalama imlerinin yerli yerinde olmasına, yazım kuralının doğru uygulanmasına, elinden geldiğince büyük özen gösterdi.

Toplanan ödevlere sınıf kürsüsünde şöyle bir göz atan Zübeyir Öğretmen, önceden bir hazırlığı varmış gibi onca kompozisyonun içinden Ezgi’ninkini çekip çıkardı; Ezgi’ye döndü; “Gel bakalım, oku da dinleyelim” dedi.

Ezgi, elini kalbine bastırarak yerinden kalktı; sınıf arkadaşlarını şöyle bir süzdü; bir iki kez yutkundu; sonra ödevini okumaya başladı.

Öğrenciler hayranlıkla, Zübeyir Öğretmen’se yüzü asık bir biçimde okunanı dinledi.

Öğretmenin, Ezgi’ye yönelik söylediği iki sözcük, bir soru tümcesinden çok, bir karabasan gibi çöktü öğrencilerin omuzlarına.

Sen Alevi misin?

Ezgi, yanıtını bir soru tümcesiyle verdi ona:

Evet öğretmenim; Alevi olmak suç mu?

Öğretmenin rengi değişti; sarı tüyleri dikenleşti.

Dinler ve mezhepler tarihini iyice okumamız gerekir. Olayları tek yönlü ele almak ve yorumlamak, bizleri taraf haline sokar. Sen burada hep Hz. Ali’den, Hacı Bektaş’tan söz edip durmuşsun.”

Arka sıralardan kalkan bir parmakla birlikte yükselen bir ses, sınıfın dikkatini o yana çekti.

Öğretmenim, arkadaşımız kompozisyonunu çok güzel yazmış. Yeri gelmiş de o ululardan söz etmiş. Yeri gelseydi Bekir’den, Ömer’den de söz ederdi.

Öğretmen, öğrencinin sözünü kesti:

Ulu kelimesi, Allah ve peygamberimiz için söylenebilir ancak.

Ezgi, dayanamadı.

Öğretmenim, ulu sözcüğünü, sözlüğümüz şöyle tanımlar: ‘Erdemleri bakımından çok büyük, yüce…’ Hz. Ali, büyük bir kahramandır. Peygamberimizin en yakını ve damadıdır. Sadece İslam’da değil, insanlık tarihinin de en yüce orununa oturmuştur. Hacı Bektaş Veli’nin büyüklüğü, düşünürlüğü, yüceliği günümüzde kabul edilen bir gerçekliktir. ‘Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız. İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. İnsanın cemali, sözünün güzelliğidir. Bizim nazarımızda kadın/erkek farkı yoktur…’ Daha bunlara benzer nice güzel özdeyişler sıralayan ve onları yaşama uygulayan bir insana ‘ulu’ denmez de ne denir?

Ezgi, burada soluklandı.

İsterseniz öğretmenim, şu Alevilikten de size bir iki söz edeyim; bu söyleyeceklerimi de ‘Sözlü kompozisyon’ olarak kabul edersiniz?

Zübeyir Öğretmen’den tıs çıkmadı.

Tam da bu zaman dersten çık zili çaldı.

Sınıf, koro biçiminde bağırdı:

Gelecek derse öğretmenim; gelecek derse!…

Fehmi SALIK

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy33704 = 'fehmisalik' + '@';

addy33704 = addy33704 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text33704 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

33704 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

KAYNAK : Alevihaber.com – 7 Kasım 2010

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku