Murat Necip ARMAN / Radikal
Anayasamızın 24. Maddesinin ikinci paragrafına göre de vatandaşları dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Oysa ki, nüfus cüzdanlarında din hanesinin bulunması bizi inancımızı açıklamaya zorlamaktır.
AİHM Sinan Işık isimli vatandaşın, 2004 yılında nüfus cüzdanının din hanesine "İslam" yerine "Alevi" yazdırmak istemesi üzerine açılan davayı geçen hafta karara bağladı. Sinan Işık’ın İzmir Mahkemesi’ne açtığı davada mahkeme Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan görüş almış, Başkanlık, Aleviliğin başlı başına bir din olmadığı yönünde bir görüş bildirmişti. Bunun görüş doğrultusunda davasının reddedilmesi üzerine AİHM’e dava açan Işık’ın talebi mahkeme tarafından haklı bulundu. Kararda din ya da inancı ifşa etme özgürlüğünün olumsuz bir yönü olduğunu, kişinin din ve inancını açıklamak zorunda olmadığını belirtildi.
Bilindiği üzere, din hanesi konusu eskiden beri ciddi bir sorundu. Daha önce bu haneyi boş bırakmak için mahkeme kararı gerekirken, 2006 yılında yapılan bir düzenleme ile nüfus müdürlüklerine başvurma bu hanenin boş bırakılması için yeterli hale geldi. Nitekim hükümet bu düzenlemeyi mahkemeye savunma olarak gösterirkenoş bırakmak da aslında dini inancınızı -ya da inançsızlığınızı- açıklamak anlamına geliyor. Oysa ki anayasamıza göre hiç kimse dini ve felsefi inancını açıklamaya zorlanamaz. Bu hanenin bulunması devletin bizi dini inancımızı açıklamaya zorlaması anlamına geriyordu. AİHM bu kararla aslına bizi kendi anayasamıza uymaya zorluyor. Boş bırakmak da aslında dini inancınızı -ya da inançsızlığınızı- açıklamak anlamına geliyor. Oysa ki anayasamıza göre hiç kimse dini ve felsefi inancını açıklamaya zorlanamaz. Bu hanenin bulunması devletin bizi dini inancımızı açıklamaya zorlaması anlamına geriyordu. AİHM bu kararla aslına bizi kendi anayasamıza uymaya zorluyor., bu savunmayı yeterli bulmayan AİHM, kişinin din ve inancıyla ilgili değerlendirmenin de devletin görevi olmadığı, bunun devletin tarafsızlık ilkesine aykırı sonuçlar doğuracağı görüşüne vardı.
Anayasamızın 24. Maddesinin ikinci paragrafına göre de vatandaşları dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Oysa ki, nüfus cüzdanlarında din hanesinin bulunması bizi inancımızı açıklamaya zorlamaktır. Yani aslında din hanesinin bulunmasının Anayasa'ya da aykırı olduğu da iddia edilebilir. Bir başka ifade ile AİHM bu kararla aslına bizi kendi anayasamıza uymaya zorlamaktadır.
Basında bu konuda yapılan tartışmada, üzerinde sıklıkla durulan konu dinin kişinin kimliğini oluşturan öğelerden en önemlilerinden biri olduğu savunuluyor. Özellikle muhafazakar basın bu konuda fazla hassas. Dinin kişinin kimliğinin bir parçası olmadığını elbette iddia edilemez. İnsanlar hangi özelliklerini kimliklerinin birinci öğesi olarak görüyorsa, o özellik kişinin kimliğinin birinci öğesidir. Din, etnisite, meslek, cinsel kimlik vs. kişinin kimlik algısındaki birincil kimlik öğesidir. Ancak nüfus kağıdı vatandaşın devletle olan ilişkisinde, devletin bilmesi gereken kimlik bilgilerinin yazılı olduğu bir evraktır. Devlet,adımızı, soyadımızı, doğum yerimizi ve tarihimizi, kütük yerimizi bilmek isteyebilir. Bizi diğer kişilerden ayırt edebilmek için elbette devletin bu bilgilere ihtiyacı olacaktır. Ancak dinimiz, mezhebimiz ya da felsefi inançlarımızı devletle paylaşmak zorunda değiliz. Dilediğimiz inanca sahip olabiliriz ve yine dilersek bunu değiştirebiliriz. Ancak esas olan bu durumun bizim devletle ilişkimizde bir kriter olup olmamasıdır. Zannımca inançlarımız bizim devletle olan ilişkimizi değil, aksine özel yaşam alanımızı ilgilendiren bir husustur.
Devletin bizim dini inancımızı öğrenmek konusunda bu kadar meraklı olması durumu ancak bizlerde kötü bir niyeti olduğu hissini uyandırır. Acaba bizi inançlarımızdan dolayı sınıflandırıyor mu, birimizi diğerinden inancı nedeniyle farklı mı görüyor? Bir işveren olmak sıfatıyla kamu görevlerinde inancımızı zımni bir seçme kriteri olarak mı tanımlıyor? Bütün bunlara devletin vereceği yanıt hayır ise, laik olmak vasfıyla inancımızı öğrenmek konusunda, kendi anayasasını dahi ihlal etmek pahasına, neden bu kadar meraklı? Laik olmak iddiasındaki devletimizin 1926’da çıkan Memurin Kanununda, gayrimüslimlerin devlet organlarında görev almasını fiilen imkânsız hale gelmiyor muydu? Akademisyenlik dışında hiçbir gayrimüslimin devlet memuru olamadığı ülkemizde, 87 yıl sonunda, Ermeni bir yuttaşımızın (Leo Süren) Avrupa Birliği Genel Sekreterliği uzmanlık sınavını kazanması haberi ile bu iddiaların gerçekliğini fark etmedik mi?
Bu iddialar karşısında, nüfus kağıtlarındaki din hanesi ile ilgili olarak mantıklı yegâne hukukî dayanak yine azınlıklar konusu ile ilgili olabilir. Nitekim devletimizin kurucu anlaşması olan Lozan Anlaşması’nda azınlıklar olarak sadece gayrimüslim vatandaşlar tanımlanmış ve bu gruplar bir takım haklarla donanmışlardır. Öyleyse bu vatandaşlar azınlık haklarını kullanabilmek için gayrimüslim olduklarını ancak nüfus kâğıtları vasıtasıyla ispat edebilmektedir. Ancak bir hakkın kullanılmasının, diğer bir hakkın kullanılmasına engel olmaması gerektiği ilkesi göz önüne alındığında, kanun koyucunun kapsamlı bir değişiklik yapması gereği ortaya çıkmaktadır. Yani bir yandan nüfus kanununda din hanesinin kaldırılması ile ilgili bir düzenleme hem bir anayasal zorunluluk hem de AİHM kararı gereği yapılmalı; hem de azınlık haklarının kullanılması ile ilgili teknik bir düzenleme eşzamanlı olarak gündeme getirilmelidir.
Dr. Murat Necip Arman: Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü
Radikal / Tartışı-Yorum - 18.02.2010