Kim Gerçek Alevi Önderi Kim Değil?

Kim Gerçek Alevi Önderi Kim Değil?Hüseyin DEMİRTAŞGeçenlerde Ülke TV’de izlediğim bir açık oturumda söz alan...

Kim Gerçek Alevi Önderi Kim Değil?

Hüseyin DEMİRTAŞ

Geçenlerde Ülke TV’de izlediğim bir açık oturumda söz alan bir konuşmacı Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ı Alevi önderi diye nitelendirdi. Bu tanımlama hemen aklıma kime “önder”, “lider” denir sorusunu getirdi.

Sahi kimdir Alevi önderi? Bir insan nasıl liderliğe yükselir bir hareket ve örgütlenme içinde? Prof. Dr. İzzettin Doğan’ı kim önder tayin etmiştir? Hangi yetkiyle ve meşruiyetle kitleler önüne çıkar ve bir inancın geleceği, kaderi hakkında icraatlara imza atar Prof. Dr. Doğan? Tabii ki derdimiz şahıslarla değil bir zihniyet ve örgütlenme tarzıyladır.

Malum bugün Aleviler iki şekilde örgütleniyorlar. Bunlardan birincisi dernekleşme, diğeriyse vakıflaşma yoluyladır. Dernekleşme şekli daha çok Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) ve Türkiye Alevi-Bektaşi Federasyonu (ABF) bileşenlerinde yaygın bir örgütlenme tarzıyken, vakıf kurma ise Cem Vakfı çevresinde ağırlık kazanmaktadır. İki çeşit örgütlenme tarzı Alevi hareketindeki liderlik yapısını da belirlemektedir. AABK-ABF kanadında liderlik belli aralıklarla el değiştirirken, Cem Vakfı çevresinde ise bu el değiştirme olmamakta; hem genel merkez hem de Cem Vakfı’nın şubelerinde başkanlık atama yoluyla gerçekleşmektedir. Zaten Cem Vakfı’nın Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan bu yapı içinde değişmez genel başkandır. Yani “ebedi şef”tir ve Anayasa’nın bazı maddeleri nasıl değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemezse, Prof. Dr. Doğan’ın Cem Vakfı’ndaki konumu da öyledir. Onu kimse değiştiremez ve koltuğundan kalkması yolunda imada bile bulunamaz!

Elbette böyle bir tarzda da örgütlenilebilir. Vakıf şeklinde örgütlenme zaten böyle olur. Bu bir tercih meselesidir. Getirirsiniz belli bir sermayeyi bir araya, bu Türkiye’de 500 bin TL’dir, kurarsınız bir vakıf. Vakfın bir mütevelli heyeti vardır. Buranın üyeleri de vakfa koydukları sermayeye göre veya vakfın amaçlarına uygun kişileri tayin yoluyla teşkil edilir. Aslında vakfın bir aile şirketinden farkı pek yoktur. Tek farkı kamu yararına çalışır olması ve yaptığı ticari faaliyetlerde vergiden muaf olmasıdır. O nedenle vakıflardan demokratik bir anlayış bekleyemezsiniz. Tüm karar ve icraatlar vakıf başkanı ve mütevelli heyetinin iki dudağının arasındadır. Hatta asıl belirleyici olan vakıf başkanıdır denilebilir. Tıpkı Türkiye’deki siyasi partiler gibidir vakıflar. Partilerin de yönetim ve karar organları vardır ama asıl belirleyici olan genel başkandır; o ne derse, o olur. Örneğin AKP’de Erdoğan, CHP’de Baykal ne isterlerse, onların olduğu ve yapıldığı gibi… İşler bizim örnek olayımız Cem Vakfı’nda da aynen partilerimizdekine benzer şekilde yürür. Orada Prof. Dr. Doğan’ın dediği ve istediği olur. Burada demokrasi ve şeffaflık aramak boşunadır.

Açıkçası ister Türkiye’de isterse başka bir ülkede varsa paranız ve geniş bir çevrede nüfuzunuz, kurarsınız bir vakıf ve oturursunuz başkanlık koltuğuna. Ve sizi ölüm hariç kimse bu makamdan indiremez…

Ya derneklerde nasıldır örgütlenme? Aynı düşünceye, inanca ve amaca sahip kişiler bir araya gelerek bir dernek kurar. İlkin geçici bir yönetim kurulu oluşturulur. Sonra bir genel kurul yapılarak, yeni yönetim seçimle belirlenir. Yönetim kurulu genelde kendi arasından birini başkan seçer. Bu kurul belli aralıklarla sürekli yenilenir. Derneklerde mükemmel olmasa da, hep demokratik ve şeffaf bir süreç işlemek zorundadır. Derneklerin gelir ve giderleri de her genel kurulda masaya yatırılır, mali rapor okunur ve yönetim kurulu, üye çoğunluğunu ikna edebilirse o takdirde aklanır. Bu kural derneğin çalışma ve icraat raporu için de geçerlidir. İşte bu nedenlerle, günümüzde dernekleşme tüm eksikliklerine rağmen yine de en demokratik ve en şeffaf yaygın bir örgütlenme modelidir. Türkiye ve Avrupa’daki Alevilerin çoğunluğu da bu model etrafında örgütlenmiştir. Ayrıca dernekleşme şeklinde bir araya gelen Aleviler, federasyon ve konfederasyon tarzı çatı örgütleri de kurarak, birlikteliklerini sağlamlaştırmışlardır.

Elbette bu çatı örgütleri de demokratik bir mekanizmaya sahiptir ve üst yönetimleri bağlı derneklerden gelen delegelerin özgür iradeleriyle verdikleri oylarla şekillenmiştir. Özetle derneklerde her şey tabandan tavana doğru oluşur. O yüzden de genel kurullarda, bir önceki dönemde başarılı olamayan ve örgütlenmenin amacına ters hareket eden yöneticiler bir daha seçilemezler ve görevlerine devam edemezler. Yani derneklerde belli bir dönem için seçilmiş yönetim kurulları vardır. Başkan dâhil görev süresi sonundaki kongrede başarılı görülenler tekrar seçilir, görülmeyenler artık bu makamda kalamazlar.

Peki, vakıflarda nasıl işler bu mekanizma? Nasıl işlediğini görmek için Cem Vakfı’na bakmak yeterlidir. Sadece çatı örgütlerini göz önüne getirdiğimizde, örneğin 20 yılı aşkın Alevi örgütlenmesinde vakıf tarzı bir yapı olan Cem Vakfı’nda Prof. Dr. İzzettin Doğan daima genel başkandır. Vakfın Mütevelli Heyeti de birkaçı hariç hep aynı kişilerden oluşmuştur. Keza Cem Vakfı’na bağlı dernek ve vakıfların çatı örgütü olan Alevi Vakıfları Federasyonu’nda da (AVF) durum farksızdır. Ağırlık vakıflarda olduğu için bu örgütün genel başkanlığını da kuruluşundan bu yana Doğan Bermek yapmaktadır.

Öte yandan bırakın üye dernekleri AABK ve ABF’ye dahi baktığımızda, bunların kaç genel başkan değiştirdiğini bu hareketin içindekilere sorsanız, onlar bile bilmemektedir. Şu an AABK’nın Genel Başkanı Turgut Öker, ABF’nin ise Ali Balkız’dır. Bu iki şahıs seçimle, Alevi deyimiyle söylersek rızayla bu makamlara geldikleri için sonuçta Alevi önderi, lideri vasfını kazanmayı önemli ölçüde hak ediyorlar. Ancak bunların önderlikleri tabanın iradesiyle sınırlandırılmıştır. Üye ve delege tabanı isterse, bir dahaki seçimde bu görevlerini sürdüremezler. AABK ve ABF liderleri hem genel kurullarda hesap vermek hem de görev süreleri boyunca attıkları her adımda tabanın sesine sürekli kulak kesilmek zorundadırlar. Aksi takdirde, meşruiyetleri zarar görür ve aldıkları rızalığa aykırı hareket etmiş olurlar.

İyi de tüm bunlar somut gerçeklikte ne anlama gelir? Şu anlama gelir; örneğin örgütlenme şekli olarak vakfı seçtiyseniz Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın yaptığı gibi, kıymeti kendinden menkul bir şekilde kendinizi Alevi önderi ilan edersiniz. Bu sıfatla Alevilerin yüzde 95’ini temsil ettiğinizi öne sürerek, 100 binin üzerinde Alevi’nin toplandığı 9 Kasım Ankara Mitingi’ne katılanları egemenlerin diliyle kolaylıkla suçlarsınız. Hatta “Bunlar terörist, karanlık odaklara hizmet ediyorlar, ateist ve Marksist” dersiniz, Cem Vakfı tabanından hiçbir itiraz sesi yükselmez. Bir tepki verilse de duyan ve dikkate alan olmaz bu tarz bir yapılanmada… Yine Prof. Dr. Doğan, kapalı kapılar ardında Başbakan Erdoğan ile içeriğini kimselerin bilmediği görüşmeler yapar. Geçen yıl katılmadığı hükümetin verdiği sözde Muharrem İftarı’na bu yıl katılır. Daha önceki seçimlerde Alevilere oy vermeleri yolunda sürekli bazı partileri işaret ederken, 29 Mart yerel seçimlerinde Başbakanla yaptığı görüşmelerin kesintiye uğramaması ve vardığı mutabakatın hatırına bu defa böyle bir çıkış yapmaz.

Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın gizemli, gizli ve çok nazik icraatları (!) bunlarla bitmez. Alevilere Fethullah Gülen’i sevmelerini ve anlamalarını tavsiye eder. AABK ve ABF aleyhine sürekli Zaman Gazetesi, Aksiyon Dergisi ve Samanyolu TV gibi Fethullahçı yayın organlarına demeçler verir. 12 Eylül öncesi katliamların mimarı MHP’ye kin duyulmamasını ve Alevilerin bu partiyle iyi ilişkiler kurmasını ister. Namık Kemal Zeybek, Musa Serdar Çelebi gibi tescilli Alevi düşmanlarını düzenlenen cemlere onur konuğu yapar. Cem Vakfı’na bağlı şubelerde abdesthaneler açılır, cemevleri minaresiz camilere, Alevileri kendi evinde eriten asimilasyon potasına dönüştürülür. Malatya Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Vakfı örneğinde Müftülükle birlikte Kutlu Doğum Haftası düzenlenir, burada Alevi erkânına aykırı şekilde mevlitler ve ilahiler okunur. Hocanın tüm bunlara hiç sesi çıkmaz. Niye çıkmaz, çünkü hesap vereceği bir merci yoktur da ondan… Nasıl olsa ebedi, değişmez-değiştirilemez şeftir, doğuştan Alevi önderidir! Öyle ya zaten kimse Cem Vakfı’nın başından kaldıramaz onu, zira seçimle, genel kurulla işi yoktur. Aldığı kararların ve yaptığı icraatların hikmetinden de kimse sual edemez!

Oysa iyi bir Alevi olmak demek her şeyden önce hesap verebilir ve şeffaf olmaktır. Normalde hem talip hem de dede her yıl görgü cemlerine katılarak, geçen bir yıl içinde yaptıkları ve yapmadıklarından dolayı dara dikilir ve orada toplanan halk huzurunda hesap verir. Örneğin kul hakkı yediyse, bunun karşılığını telafi eder, aklanır ve yeni bir yıla böyle temiz bir sayfa açarak başlar. Hâlbuki Cem Vakfı, Alevi Vakıfları Federasyonu’nda ve Prof. Dr. İzzettin Doğan’da tüm bunlar hak getire! Çünkü buralarda, derneklerde olduğu gibi görece de olsa demokratik mekanizmalar işlemediği için, hesaplar karışıktır ve vakıfların mali yapısını, gelir-gider ve kâr-zarar durumunu kimse sorgulayamamaktadır.

Hemen bir parantez açarak ekleyelim: Vakıflar tarihte birçok hayır-hasenat ve eğitim işini tam bir yetkinlikle yerine getirdilerse de zamanla bu kurumlarda büyük yozlaşmalar meydana gelmiştir. Örneğin Osmanlı’da tüm topraklar devlete ait olduğundan, bazı açıkgözler vakıf adıyla kurumlar oluşturarak, kamu mülkiyetindeki bu toprakların bir bölümünü kendi özel mülkleri haline getirmişlerdir. Vakıf müessesesi tarihte, kamunun malının çalınmasının da bir aracı olmuştur. Madalyonun bu yanının da kesinlikle görülmesi lazımdır. İşte Osmanlı’da vakıfların yozlaşması ve toprak sisteminin bozulması yüzünden daha 1600’lü yıllarda devlet 2,5 milyon akçelik vergi tahsil etmesi gerekirken, ancak 600 bin akçe civarında bir meblağı toplayabilmiştir. Kaldı ki vakıfların günümüz Türkiye’sindeki yapısı da Osmanlı’dakinden farksız bir hale gelmeye başlamıştır.

Burada Cem Vakfı ve Alevi Vakıfları Federasyonu örneğinden yola çıkarak konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışsak da, sayıları on binleri bulan diğer vakıflar da aynı açmazlarla maluldür. Mesela Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) ve benzerleri market işletmeciliğinden, kitapçılığa kadar onlarca dalda faaliyet gösterdikleri halde, aynı işleri yapan özel şirketler gibi vergi vermedikleri gibi, piyasada haksız rekabete ve de devletin vergi kaybına neden olurlar.

Açık konuşmak gerekirse, daha çok dini saiklerle oluşturulan vakıflar öyle sanıldığı gibi çok tekin ve temiz birer kurum değildir. Buralarda şeffaflık, hesap verebilirlik ve açıklık yoktur. Başta iyi niyetlerle toplum yararına bazı amaçlara ulaşmak adına yola çıkıldığı halde bu sistem her türlü istismara açıktır. Bunun en büyük göstergesi de, vakıf yönetimlerinin daima hükümetle ve devletle iyi geçinmek zorunda olmasıdır. Aksi takdirde sıkı bir denetlemeyi hiçbir vakıf kolay kolay atlatamaz. Bu yüzden olsa gerek, Türkiye’de vakıf çatısı altında örgütlenen hemen hemen tüm Alevi kurumları da benzerleri gibi hükümetin dümen suyundan hiç çık(a)mazlar. Muhalefet yapıyor göründüklerinde bile, bu şantaj odaklıdır, majestelerinin muhalefetidir ve istenen taviz koparıldığında derhal bundan çark edilir. Cem Vakfı çevresinin ve Prof. Doğan’ın ilişkileri bir de bu açıdan değerlendirilirse, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır…

Bir noktanın daha altını çizelim; özellikle Almanya’da AABF’ye bağlı bazı dernekler arasında da Cem Vakfı’na özenerek, vakıflaşma yoluna gitme heveslilerinin bir takım girişimleri kamuoyuna yansıdı. Bilinsin ki bu yol çıkmaz sokaktır. Çünkü Alevi Kültür Merkezleri başta dernek olarak kurulmuştur ve bunlar üyelerden toplanan aidatlar ve bağışlar yoluyla bazı gayrimenkullere sahip olmuşlardır. Şimdi vakıflaşmaya gidilerek, bu mallara mütevelli heyetleri el koyacak ve mevcut dernekler içinde bulunduğu binada yeni kurulan vakfın kiracısı durumuna getirilecektir. Yani Osmanlı’daki oyun burada da tekrarlanarak, ilgili yerleşim birimindeki Alevi toplumunun dişinden tırnağından artırdığıyla sahip olduğu bu mekânlar zamanla vakıfların mütevellisine çöreklenmiş kişilerin özel mülkiyetine geçecek ve çocuklarına miras bırakacağı birer hisse durumuna dönüşecektir. Aman bu “hileyi şerriyyeye” dikkat edile ve sonradan “ah vah” çekilmeye!

Nihayet sadede gelirsek, vakıflar üzerinden Alevi önderi olursanız işiniz çok kolaydır. Prof. Dr. İzzettin Doğan gibi yaptığınız hiçbir işin, aldığınız hiçbir kararın hesabını vermek; hitap ettiğiniz tabana ikna edici gerekçeler sunarak bunları anlatmak zorunda değilsinizdir. İmza attığınız icraatların hikmetinden sual olunmaz! “Ben yaptım oldu” der çıkarsınız işin içinden…

Oysa dernek bazında örgütlenen AABK ve ABF’de her şeyin hesabı teker teker sorulur. Kurum adına gittiğiniz bir yerde yaptığınız her konuşma, harcadığınız her kuruş, orada kaldığınız otel ve yediğiniz yemeğin faturası bile mercek altına alınır. Prof. Dr. İzzettin Doğan kapalı kapılar arkasında hükümetle ve diğer bazı karanlık odaklarla Aleviler adına pazarlık yapar bir şey olmaz, siz Turgut Öker veya Ali Balkız olarak sittin sene iktidara gelemeyecek bir muhalefet partisi lideriyle görüşseniz olay olur, kıyametler kopartılır! Tabandan binlerce telefon, mail ve mektup yoluyla tepki gelir. Verdiğiniz her beyanat didik didik incelenir. Zamanı gelince de bunlar derhal yüzünüze vurulur. Yaptığınız her hata bir kuruma mensup olan ya da olmayan Alevilerce bir kenara not edilir ve hesap sorulmak için bir sonraki genel kurul beklenmeye başlanır…

Öte tarafta Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın böyle bir derdi yoktur! Onu hesaba çekecek bir mevki ve makam mevcut değildir. Tabana böyle bir borcu bulunmadığından eli rahattır. O yüzden Alevilerin karşısına geçerek, profesör ünvanına sığınıp (uluslararası ilişkiler hukukunun Alevilikle doğrudan bir ilgisi vardır mıdır acaba?) Fethullah Gülen’i aziz de ilan eder, Çorum, Malatya, Sivas, Maraş vs. katilleriyle barış ayinleri de düzenler; kalkıp bağlı cemevlerine Hz. Ali ve Hacı Bektaş resimlerinin yanına kendi resmini de astırır kimse gık diyemez. Hızını alamayıp, düzenlediği danışıklı dövüş arenası haline gelen sempozyumlarda bazı yardakçıları eliyle kendini Nobel Barış Ödülü’ne aday göstertir. İzzettin Hoca’nın bu türden evlere şenlik icraatları saymakla tükenmez. O nedenle biz saymayı bırakıp, takdiri Alevilerin engin sağduyusuna bırakalım.

Kendiliğinden anlaşılacağı üzere manzara iki tarafta da böyle çok farklı şekilleniyor.  O halde söyleyiniz bakalım. İlk genel kurulda nitelikleriniz uygunsa kendiniz aday olabileceğiniz veya değiştirip yerine bir başkasını seçebileceğiniz AABK Genel Başkanı Turgut Öker ve ABF Genel Başkanı Ali Balkız’ı mı; yoksa hiçbir şeyinden sual edemeyeceğiniz, ölümüne kadar yerinden bir milim kıpırdatamayacağınız, tek adam Prof. Dr. İzzettin Doğan’ı mı Alevi önderi olarak görmek istersiniz? Ya da tersinden soralım: Hâlihazırda Öker ve Balkız mı, seçilerek tabandan tavana yükselmiş gerçek birer Alevi önderidir, yoksa kendi insanına tepeden bakan ve nobran tavırlarıyla dikkat çeken Prof. Dr. Doğan mı?

Şüphesiz bu iki farklı cephe arasından yapılacak bir seçim nasıl bir Alevi örgütlenmesi istediğiniz ve ne tür bir Alevilik anlayışına sahip olduğunuzun da ipuçlarını ele verecektir. Şöyle ki, bir yanda seçimle (biat) iş başına gelmiş Şah-ı Merdan İmam Ali yollu bir sürek, diğer yandaysa bin bir hileyle halifelik makamını ele geçirmiş kanlı Emevi Hanedanı’nın kurucusu Muaviye ve Yezid’in saltanat düzenine benzer bir yapılanma vardır. Sizce hangisi daha tercihe şayandır? Alevi kurumlaşması ve önderliğini hangi yapı daha iyi bir şekilde geleceğe taşır ve temsil eder?

İnsan elindeki verilere bakarak bir seçim yapar. Ben ortadaki bu ikili manzarayı çok yönlü bir analize tabi tutarak kararımı verdim. Ya sizler? Sizler de bir seçim yapın artık. Zira önümüzdeki yıllar Aleviler açısından “taraf olmayanların bertaraf olacağı” günlere gebe gibi duruyor…

----------- o O o ------------

Butzbach, 11 Mayıs 2009

— Bu Makale Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Aylık Yayın Organı Alevilerin Sesi Dergisi’nin 127. Sayısında (Mayıs) Yayınlanmıştır —

KAYNAK : Alevihaber.com - 3 Haziran 2009

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku