- Z.POLİS- Keşanlı Ali de kim?
- NURİ- Ayıp ettin be abi!
- TEMEL- Ali’nin şanını duymayan kaldı mı memlekette?
- NİYAZİ- Bu Çamur İhsan, adı gibi vıcık vıcık bir herifti beyim. Astığı astık, kestiği kestik. Karı kızana da uzanır üstelik. Bu haller Ali’nin canına tak demiş.
- NURİ- Yok canım, Zilha yüzünden dendiydi ya. Ali kızı istiyor, İhsan dayısı değil mi, vermiyor.
- TEMEL- Günahı boynuna, yeğenini bilem satarmış dedilerdi.
- Z.POLİS- Kızılbaş mı bu?
- NİYAZİ- Ondanda beter beyim, ondanda beter…
Şimdi, hangi ortalama vicdan ve biraz siyasi ahlaka sahip insan böyle bir hakareti kabul edebilir? Alevilere ya da bilinen adıyla Kızılbaşlara öteden beri atfedilen bir iftiradır. İnanmak isteyenlerin çokça sarıldıkları çirkef bir yalan; mum söndü yapıyorlar…
“KEŞANLI ALİ DESTANI”ın da TARİHSEL KÜFRÜN DESTANLAŞMASI…
Haldun Taner üstadı tanımayanımız yoktur. Türk yazın tarihinin, özellikle Türk Tiyatro tarihinin önemli kalemlerinden biridir. 1915 İstanbul doğumlu olan yazar; Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra Almanya da ekonomi ve siyaset bilimi eğitimi almıştır. 1933’te Ülkeye dönen yazar ilk öyküsün “Töhmet’i Yedigün dergisinde yayımladı. Ardından ilk oyunu olan Günün Adamı’nı yazdı. Oyun Yazarlığını bilmeyenler Milliyet gazetesinde 12 yıl yayınlanan“devekuşuna mektuplar” köşesinden ve öykülerinden tanıyacaklardır. Yazarın bazı oyunları; Dışarıdakiler Ve Değirmen Dönerdi, Fazilet Eczanesi, Vatan Kurtaran Şaban, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı…
Günün Adamı adlı oyun; Şehir Tiyatrosundan provaları devam ederken sakıncalı görüldüğü için, kaldırıldı. Oyun; küçük burjuva partilerinde var olan ayak oyunlarını, aday belirleme kıstaslarını; aday, ne kadar namuslu olursa olsun; karısının, kızı ve oğlunun, kaynının, kayınpederinin bitmek bilmez iktidar isteklerini, iktidarı çıkarları için kullanma çabalarını, sınıf atlama telaşlarını en son, yıkımları anlatılır. 1949 yılında yazılmış olan oyunun ilişki ağı, 2007 de bile ne kadar tanıdık geliyor…1949 dan 2007 bu ülkede siyaset adına pek çok şeyin değişmediği görmek ne acı! Haldun Taner’in ustalığı…
1990 yılından beri tiyatronun içinde ve 9 Eylül Tiyatro, Yazarlık-Dramaturgi Bölümünde akademik eğitim almış bir tiyatro gönüllüsü olarak, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı adlı oyununda var olan ve beni yıllardır rahatsız eden bir olguyu, doğru bir tiyatro insanı olma çabam gereği en sonunda yazacağım… Oyun; sinekli dağ adlı bir gece kondu mahallesinde geçer. Ağa baskısından, topraksız olmaktan sıkılan, büyük umutlarla şehre göçen insanların
Sözde büyük şehirde tutunabilmelerini, kanunsuz gecekondu yapmaya çalışırken gecekondu ağalarının sömürüsüne maruz kalanları anlatır. Sadece gecekondu simsarları değil; devlet ve şehirlilerde bu varoş tutunamayanlarına ilgisizdir. Haraç, kavga, cinayet, siyasetin ayak oyunları; Sinekli dağın kaderidir. Beklenen bir kahraman bu kaderi değiştirecektir. Ali, tesadüfler sonucu, Sinekli dağın beklenen kahramanı olmuştur. (Tamda bu noktada oyun; Türk Tiyatro tarihinin en güzel Anti-kahraman oyunlarından biridir.) Ne var ki Ali’de alt-üst olmuş ekonomik ve siyasal durumda doğruluğunu koruyamamış; kendinden önce var olan bütün olumsuzluklar devam etmiş, düzene uygun davranmıştır. Kurtarıcı olma rolüne soyunan Ali, düzenin sürdürücüsü olmuştur…
Derdim oyunun çözümlemesini yapmak değil ki daha önce yüzlerce defa yapılmış. Özellikle, Sayın Ayşegül Yüksel hocam; Bilgi Yayın evinden çıkan;
Haldun Taner Tiyatrosu adlı yapıtıyla, Üstadın bütün oyunlarını en ince ayrıntısına kadar incelemiştir. Beni derdim, yazımın başlığında belirtilen bin yıllık ve artık birileri tarafından destansı hale getirilen küfürle ilgili. Aleviler için öteden beri yapıla gelen bir iftiranın, kabul edilmez bir küfrün Türk Tiyatrosunun başyapıtlarından biri olan, yurt içi ve yurt dışında yüzlerce kez oynanan böyle büyük bir eserde de yer alması!
Elimdeki Keşanlı Ali Destanı oyunu kitabı; Bilgi Yayınevinden çıkan (Ekim 2000) 8. baskısı. Oyunu bilmeyenler için kısa bir hatırlatma; Ali, sinekli dağın bir gencidir. Mahallede çamur İhsan diye bilinen şahsiyetin öz yeğeni Zilha adlı bir kıza âşıktır. (İhsan ve Zilha; dayı, yeğen) Yüzlerce pis işi olan İhsan, bir gün öldürülür. Cinayet Ali’nin üstüne kalır. Onu kahraman yapanda bu cinayettir. Herkesin illallah çektiği birinden kurtulmuştu mahalleli.
Ali’nin mahpustaki dördüncü yılında af çıkar, Zilhanın canı sıkılır bu duruma Mahalleye yeni gelen bir polis geçmişi bilmez; oyun kişileriyle şu konuşmayı yapar. (Kitapta var olan replik akışından)
NURİ- Kolay mı beyim.Vuran sevdalısı, vurulan özbeöz dayısı.
Z.POLİS- Ne diyor bu?
Ş.POLİS- Meşhur kondu cinayeti. Dört yıl önceki.
Z.POLİS- Ben burada değildim o vakit.
HİDAYET- Keşanlı Ali adını da mı duymadın hiç?
Z.POLİS- Keşanlı Ali de kim?
NURİ- Ayıp ettin be abi!
TEMEL- Ali’nin şanını duymayan kaldı mı memlekette?
NİYAZİ- Bu Çamur İhsan, adı gibi vıcık vıcık bir herifti beyim. Astığı astık, kestiği kestik. Karı kızana da uzanır üstelik. Bu haller Ali’nin canına tak demiş.
NURİ- Yok canım, Zilha yüzünden dendiydi ya. Ali kızı istiyor, İhsan dayısı değil mi, vermiyor.
TEMEL- Günahı boynuna, yeğenini bilem satarmış dedilerdi.
Z.POLİS- Kızılbaş mı bu?
NİYAZİ- Ondanda beter beyim, ondanda beter…
Şimdi, hangi ortalama vicdan ve biraz siyasi ahlaka sahip insan böyle bir hakareti kabul edebilir? Alevilere ya da bilinen adıyla Kızılbaşlara öteden beri atfedilen bir iftiradır. İnanmak isteyenlerin çokça sarıldıkları çirkef bir yalan; mum söndü yapıyorlar… Bir sokak köpeği bile, yavrusunu korur kollarken; hangi insan evladı kendi kızı, oğlu ile bir ilişkiye girebilir? Yine ülkemizde belli bir kesimin gurur kaynağı, ölümsüz eserler sahibi, içinde benimde olduğum kaç kuşağın yaratıcısı, ışığı, Sayın Aziz Nesin; Sivas Katliamı sırasında bütün tepkileri (haksız olarak) üstüne çekerken. Sivas Kültür Merkezinde 1 Temmuz da ki konuşmasında sohbetinin bir yerinde şu cümleyi kurmuştu; “hiçbir dine inanmıyorum ama inananlara saygım var. İnsan, namusluca yapıyorsa, isterse taşa tapsın…” Adı, unvanı, yaptıkları ne olursa olsun kimse, ama hiç kimse namusluca inançlarına sahip çıkanlara küfür edemez, hangi dinden olursa olsun. Bu, ne aydın duruşuna ne de yazar sorumluluğuna yakışmaz.
Sayfa 45’te de Ali muhtarlık seçimleri için nutuk atarken ya Ali, ya Hasan, ya Hüseyin diye tempo tutanlara Nuri- Susun be. Alevi ayini sanıp zabıt tutacaklar… Diye serzenişte bulunur. Sanki Alevilerin ayini cem yapmaları sakıncalıymış gibi… Oysa aynı Ali’nin mahpusta bile beş vakit namazı bırakmadığı ve ehli din olduğu bilgisi verilir. Özdeşim kurduğu Alevilikte namaz, oruç, hac vb. zaten yoktur. (aynı sayfada) Bu replikte sapla saman iyice karıştırılmıştır…
Bu ülkede Tiyatro yapmanın ne kadar meşakkatli, kazançsız bir iş olduğunu bile bile Tiyatrocu olmak isteyen, başka fırsatlar var iken akademik eğitim alarak, Tiyatro serüvenine devam eden bir öğrenci olarak; Haldun Taner Hocamı karalamak, derdinde değilim. Kaldı ki haddimde değil 1962 yazılmış bu oyunun yeni sahnelemelerinde; yukarıda belirttiğim bölümler çıkarılmış olarak oynanmaktadır. DT, Şehir ya da Özel Tiyatrolarda metnin bu kısmı budanarak sergileniyor. Dikkatsiz ya da metne sadık kalmak istenen bir yeni çalışmada bu replikler (kavgada bile söylenemeyecek ağırlıkta olan bu replikler) Yeni acılara, kavgalara sebebiyet verebilir.
Sayın Ayşegül Yüksel bu oyunun; Brecht’in “epik” tiyatro anlayışı yöntemiyle şekillendiğini ancak, Brecht’in sorunlara “toplumcu gerçekçi bakmasına karşın; Haldun Taner’in eleştirel gerçekçi yaklaşımı yeğlediği ve bu epik-göstermeci anlatımında “eleştirme” kaygısı, gerçekleri toplumcu anlayış doğrultusunda değiştirme kaygısından daha yoğundur” diyebilmiştir. Yani, bu küfrü toplumsal bir gerçeklik olarak görüyorsa bile eleştirmemiştir ne Sayın Taner ne de Sayın Yüksel… Metin bu kısmı gözden kaçmış yahut inatla kaçırılmıştır…
Öğrenmeye devam eden bir tiyatro öğrencisi olarak Haldun Taner Hocamın varislerinden yahut Bilgi Yayınevinin yetkililerinden kitabın yeni baskılarından bu bölümün çıkarılmasını ve var olan eski baskılarının toplatılmasını rica ediyorum…
Serdar DOĞAN
(PSAKD Ankara Şube Başkanı)
ALEVİ HABER
01.11.2007
www.alevihaber.com