Kentimizi kim yönetecek: parlak isimler mi, kollektif akıl mı?

Kentimizi kim yönetecek: parlak isimler mi, kollektif akıl mı?Yüksel Işık(*)Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte, partilerin, başta büyük...

Kentimizi kim yönetecek: parlak isimler mi, kollektif akıl mı?

Yüksel Işık(*)

Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte, partilerin, başta büyük şehirler olmak üzere, aday arayışları, enteresan bir hale bürünmüş görünüyor. AKP’nin, CHP’nin “kalesi” görünümündeki İzmir’i almak için ürettiği kent politikalarına değil de, Hülya Koçyiğit gibi başka alanın “ün”üne ihtiyaç duyduğunu daha önce yazmıştım. Buna mukabil  İstanbul’u geri isteyen CHP’ninse Ali Müfit Gürtuna ihtimalini bile düşündüğü söyleniyor. Ankara ise bir kez daha Gökçek-Karayalçın çekişmesine sahne olacak gibi görünüyor. Öyle ki, adayların adlarının yarattığı “kamaşma”, bu yerel seçimlerde de kent halkının ihtiyaçlarına çözüm üreten dört başı mamur senaryoların tartışılmasını engelleyecek bir hale bürünmüş bulunuyor.

Modern kent yönetimleri, kentliler için, esas olarak, ucuz, zahmetsiz, rahat bir gündelik yaşam sunmayı hedefler. Bununla da yetinmez; bu hizmetleri sunmadan önce kentlilerin görüş ve düşüncelerini almayı; üretilen proje konusunda halkın katılımını da önemser. Dolayısıyla belediyelerin görevi, ürettiği hizmetleri, hizmetten yararlanacak olanların onayını alarak, kısa sürede ve olabildiğince nitelikli, kaliteli ve elbette kamusal açıdan uygun bir bedele üretebilmektir. Bu nokta, bizi, uzun süredir, yerel yönetimler söz konusu olduğunda mutlaka değinilme ihtiyacı duyulan “katılım” kavramına götürmektedir.

Rantcı politikalar, kenti yoksullaştırmaktadır

Kent yönetimleri, bugüne dek, katılımdan, kendilerince beğenilen iş ve işlemler hakkında kamuoyunu bilgilendirmeyi anlamışlardır; yani tek taraflı bilgi vermenin adına katılımcılık demişlerdir. Oysa katılım, karşılıklı ilişkiyi gerektirir. Kent yönetimi, kenti, seçimlerde yetkisini devraldığı halk adına kenti yönetir; hani terim uygun düşerse kent yönetimine vakfedilen görev, (Erbakan’ın kulakları çınlasın)bir çeşit “garsonluktur”. Bu nedenle de attığı her adımda, kentlilin o adımı atıp atmaması konusundaki düşüncelerini öğrenmekten; adım atıldıktan sonra da her etapta sürece doğrudan katılımını sağlamakla mükellef olmalıdır. Bu nokta, kent yönetiminin kendisini nasıl tanımladığıyla da doğrudan ilintilidir.

Bilinir ki, Türk kamu yönetimi anlayışı, her şeyi bilen yönetici elitlerden ibarettir. Yönetici elitler, kenti yönetme yetkisini bir kez aldıktan sonra, bu yetkiyi veren kent halkının ne istediğini pek merak etmezler. Bu nedenle seçim süreçlerinde, “kolay ve ucuz ulaşım, yemyeşil bir çevre, ucuz bir yaşam” vaatlerini, daha iktidarlarının ilk gününde unutarak, kentin her zerresinde rant üreten projelere meyletmektedirler. Rant projelerinden kent halkının istifade etmesiyse boş bir hayal olarak kalmaktadır. Kenti rant eksenli yönetme süreçleri, hem kent halkı açısından hayatı çekilmez hale getirmektedir hem de kent yoksulluğunu artırmaktadır.

Doç. Dr. Filiz Çulha Zabcı’nın da dikkat çektiği gibi, yoksulluk, ekonomik olması kadar, toplumsal, siyasal ve kültürel boyutları da bulunan bir durumdur. Giderilmesi de, ancak çok yönlü geliştirilebilecek bir kent senaryosuyla mümkün olabilir. Her kurumun amacını belirleyen, hedefe ulaşmasının yollarını çizen bir senaryoya, yani yol haritasına ihtiyacı vardır ve böyle bir yol haritasının varlığı, o haritaya uygun aktörlerin bulunmasını kolaylaştırır.

Mart 2009’da yapılacak seçimlerin ayırdedici sorusu şudur; kentleri, kente dair senaryosu bulunan ve bu senaryoya uygun görevleri üstlenecek şahsiyetler mi yönetecek yoksa parlak isimlerin deneme yanılma yöntemine yeniden mi teslim olacağı? Bu sorunun yanıtı kendi içindedir. Geleneksel yönetim modelinin başarısının şansa bağlı olduğu mevcut uygulamalardan da görülebilir. Nice “kahraman başkan” isim, yönettiği kenti içinden çıkılmaz hale getirirken, kente dair bir senaryosu bulunan yönetimlerin başarı şansı yakaladığı ortadadır. Sürecin nasıl bir sonuç üreteceğini önceden görebilmenin olanaklı olmadığı geleneksel yönetim modeli, bir yandan aşırı bürokratik ve merkezileşmenin baskısıyla karşı karşıyadır; öte yandan izlediği deneme yanılma yöntemi ve bunun sonucu oluşan riskli girişimler ve kent halkıyla gerçekleştirilen düşük iletişim sistemleri alt kadrolarda da hem güçsüzlük hissi yaratır hem de kuruma karşı yabancılaşmayı körükler.

Kentler bir işletme değildir

Elbette “kahraman başkan”ın bir de kadroları vardır ve herkes bilir ki, bu kadroların  seçimi de şansa kalmıştır. Hangi yöntemlerle seçildiği belli olmayan yöneticilerin en ayırdedici özelliği otoriter oluşlarıdır ve otoriter kadroların yönetme süreçlerinde şeffaf olabilmesi, hesap verebilirliği, demokratik aktif katılımcılığı dikkate alması bir çeşit mucize niteliğindedir. Nitekim, yasada olmasına rağmen, Kent Konseylerinin, birer formalite olmanın ötesine geçememesinin asıl nedeni, herşeyi bilen bir anlayışın kent yönetimlerine egemen oluşudur.

Her şeyi bilen kent yönetiminin halkın onayından geçen bir kent senaryosu, bir çeşit yol haritası bulunmadığı için kendisinin gördüğünü kentin ihtiyacı sanma yanılgısına düşmesi işten bile değildir. Örneğin, başkanlardan biri, “Türkiye’de en çok köprülü kavşak, alt üst geçit yapan belediye” diye övünürken, diğeri, “en çok tekerlekli sandalye dağıtan belediye” ünvanıyla; biri,  “okulların ihtiyacını en çok gideren belediye” ünvanını elinden bırakmazken, bir diğeri, “ören ve turizm yerlerine vatandaşı en çok götüren belediye” ünvanını öne çıkarmaktadır. Birinciliği ellerinde tuttukları “hizmetler”in, gerçekte halkın ve kentin ihtiyacı olan hizmetler olup olmadığının bir önemi yoktur. Zaten onların gözünde kent yönetimleri, kamusal hizmet aracı olmaktan çıkıp, “müşterisini belirleyen işletmeler” olmak durumuna gelmişlerdir.

Kentin neye ihtiyacı olduğunu belirlemek için halkın baş aktör olarak algılandığı bir kent yönetim modeline ihtiyaç vardır. Bu modelde “göz kamaştırıcı” yahut “kahraman başkan”a ihtiyaç yoktur. Bu modelin en önemli hareket noktası, kentin fotoğrafının kentliyle birlikte çekilmesini sağlayan mekanizmalardır. Buradan bakıldığında, son onbeş yıl içinde, yaşanmaz hale getirilen kentlerimizin nasıl bir anlayışla yönetilmesi gerektiğinin ipuçlarına rastlanılmaktadır. Bunun için öncelikle kentlerimizi yönetmeye aday her politik partinin o kente dair bir senaryosu; bu senaryoya uygun ve “ortak akla” riayet edecek bir başkan adayı ve “ortak akıl” ile hareket edecek bir kentli ekibinin olması gerekmektedir.

Görünen o ki, kentlerimizin parlak isimlerden çok, kenti yaşanabilir hale getirecek bir yönetim modeline ve bu modeli uygulayabilecek kollektif akla ihtiyaç vardır.

(*)Gazeteci-yazar
Alevihaber.com - 14 Ekim 2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku