1998 yılının Nisan ayıydı. İşlerim nedeniyle Hakkari'deydim. Hakkari'ye ilk gidişimdi ve her şehre ilk gidişimde olduğu gibi yine merak ediyordum... Muzaffer İlhan Erdost'un Şemdinli Röpörtajını okumuştum. Feodalizmi, içtenliği, aşiret kavgaları, düğünleri, doğası, Zap Suyu.. Okuduklarımı canlı görmek istiyordum... Hikayelere olan ilgimi merakımı bilen arkadaşlarım bana "mutlaka Zap Suyunun hikayesini anlatsınlar sana oranın halkı iyi bilir" demişlerdi. Ne yalan söyleyim bu benim merakımı daha da arttırdı. Yol boyunca, derin vadiler arasında akan bu görkemli nehri düşündüm durdum. Daha önce hiç görmemiştim ama hayalimdeki taslağından o kadar emindim ki oraya vardığımızda kafamdakinin aynısını görmek bile beni şaşırtmadı. Bir an önce işlerimi halledip bu görkemli nehrin hikayesini dinlemek istiyordum.
Nihayet işlerimi bitirip Zap Nehrine doğru yola koyulduk. Bizi oraya götürmesi için bir taksiyle anlaşmıştık. Ben günlerdir merak ettiğim bu nehri görmek için ne kadar heyacanlıysam taksici de bir o kadar tedirgindi. Yol boyunca bir çok kez Güvenlik Kuvvetleri tarafından durdurulduk. Taksicinin ağızından cımbızla çektiğimiz sözler sık sık aramalar sebebiyle kesiliyordu. Çok yaklaşmamıza rağmen daha hiç bir şey öğrenememiştik. Yüksekova Şemdinli yol ayrımına geldiğimizde taksici yüzümdeki hayal kırıklığını okumuş olacak arabayı yavaslattı, bana doğru dönüp "Hocam bu nehir iki derin vadi arasındadır. Ne canlar yakmıştır. Öyle derin öyle uçsuz bucaksız ki bu meret, nice kamyonlar, yolcu otobüsleri yutmuşta bir parçasını bile bulamamışlar. İşte Deniz Gezmiş ve arkadaşları derme çatma bir köprü yapmışlar. Köprünün adı da Deniz Gezmiş köprüsü kalmış..."
Arabadan inip de köprüyü gördüğümde sevinçle karışık bir hüzün kapladı içimi halkın güvenliği için, ulaşımı için ... Demem o ki halk için üç beş gencin inanarak tüm engellere olumsuzluklara göğüs gererek, emeklerini ortaya koyup yaptıkları bu köprüyü görenin duygulanmaması mümkün mü? ...
Fotoğraf makinasına gitti elim aniden, henüz kılıfından çıkamıştım ki 'dur' dedi biri, arkamı döndüğümde bir asker 'yasak resim çekmek, çekemezsin' dedi. Bir şey diyemedim tabii ama üzülmüştüm. Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi asılmıştı suratım. Bir savaş ortamını andırıyordu sanki ortalık... Yapılacak bir şey yoktu. Nedeni, nasılı düşünülecek zaman değildi.
Çekememiştim Deniz Gezmiş'in yaptığı köprünün resmini...
Yıl 2008 işlerim dolayısıyla yine Hakkarideyim. Tabii yatışmış ortalık, öyle eskisi gibi çok sıkı güvenlik önlemleri yok. Ancak yine de bir tedirginlik var havada. Bu sefer ki rehberim iri yari esmer, hafif kırlaşmış saçlarıyla tipik bir doğulu. Oldukça da konuşkan hoş sohbet biri. Yol boyunca konuştuk.12 Eylül olaylarında hüküm giymiş, hapse girip çıkmış. Adını bilmiyorum ama lakabı 'Bagerm' miş hatta lakabından dolayı başına gelmeyen kalmamış;
Yıllar önce lakabının azizliğine uğramış bizim kaptan. O zamanlar Hakkari yakınlarında bir kum ocağı işletiyormuş. Elinde telsiz var tabii... Başlamış 'Bagerm arıyor Bagerm arıyor' Ee o zamanlar da çatışma ortamı, ortalık gergin... Tesadüf bu ya bölgede silahlı mücadele veren grubun bölge sorumlusunun adı da Bagermiş. Olağan üstü hal nedeniyle kuş uçturulmuyor telsizler mi dinlenilmeyecek? 'Bagerm arıyor 'u duyan güvenlik kuvvetleri kum ocağını kuşatıyor. Bagerm de telsiziyle beraber apar topar göz altına alınıyor. On gün alıyor gerçeği ispatlaması, sonunda serbest bırakılıyor. Ama serbest bırakılmasında emniyet görevlisi bir arkadaşının etkili olduğununda altını çiziyor 'O olmasaydı n'olurduk kimbilir' diyor gülüyor.
Sohbete dalmışız çok çabuk geçti yol. Yine 10 sene önce durduğum yerdeyim elim yine fotoğraf makinesine gidiyor, kılıfından çıkarıyorum. Duruyorum. Ama kimse bana dur demiyor. Etrafıma bakınıyorum sanki bir asker gelip dur diyecek ama görünürde kimse yok... Sadece Bagerm arabaya yaslanmış bana bakıyor gülümseyerek...
İlk gördüğüm köprünün yerine betonarme bir köprü yapılmış. Zap suyu artık çok daha rahat geçiliyor.
Bagerm, köprünün yerine yenisi de yapılsa köprünün adının Deniz Gezmiş köprüsü olarak anılacağını söylerken "Devrimcilik işte böyle bir şey...Devrimci insan halkıyla buluşan insandır" diyor.
Zap nehrinin derin vadi boyunca akışına karşı, inadına biz de Hakkari'ye doğru akışa parelel yol alıyorduk. Vadi o kadar tedirgin edici bir coğrafyaya sahipti ki birden aklıma Avşar ile Cürek arasındaki derin vadi ve Çaltı Çayı geldi. Derin bir hüzün kapladı içimi. Her tren sesiyle derelerin nasıl ses verdiklerini, dağ keçilerinin tedirginliğini... ıssızlaşan istasyonları... vs.
Hakkari merkezine girdiğimizi anladım. Kısa bir rüya görmüş gibiydim. Hakkari girişinde son arama noktasında tekrardan iyice arandık. Ne için geldiğimiz, ne yapacağımız iyiden iyiye sorgulandı. Soruların çoğuna adımıza Bagerm cevap veriyordu.
Şehre girer girmez bir çay ocağına oturduk. Kaçak çaylar tüm yorgunluğumuzu almıştı. Sümbül dağı kentin hemen yakınında, kentin koruyucusu gibi dimdik ayakta duruyor. Sohbetlerin hemen hepsi politik. Savaş artık bölge halkını iyiden iyiye yıldırmış. İnsanlar işsiz, yoksul ancak onurlular. Barış içerisinde yaşamak istiyorlar. Ankara'da İstanbul'da yaşamayı istiyorlar. "Ortak vatan" cümlesini çok duydum. İçten söylüyorlardı. Ama tedirginlikleri ayrı bir boyut kazanmış. Şemdinli ve Yüksekova'daki olaylar güvensizliklerini artırmış.
Kimbilir bir gün bir Deniz Gezmiş daha doğar ve güvercin tedirginliğindeki halkla devlet arasında bir KÖPRÜ daha olur...
ALEVİ HABER AJANSI - 24 Haziran 2008