Kemal Özer'le 'Temmuz İçin Yaralı Semah'
‘Yakılmak istenen...’
2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas Kıyımı’nın 15. yılında Kemal Özer, son şiir kitabı Temmuz İçin Yaralı Semah’la kıyıma yeniden bakıp suçüstü yapmaya çağırıyor okuru. Yangın Şiirleri alt başlığıyla yayımlanan kitap, “Çözüldü işte düğüm, söz hazır dile gelmeye” diyerek başlıyor ve Özer’in bunca yıl sustuğu duyguları dizelere taşıyor. Kıyımı, kıyımda yaşananları ve yitirilenleri, şiirinin tanıklığıyla zamana bildiren yapıt, unutmamayı değil unutturmamayı amaçlıyor. (…) Yakılmak istenen bu tertemiz ve dopdolu tutku, bu canlılık, bu düş. Korkulan da bu. Filizlenirse, ortalığı sarıp sarmalarsa, dal budak salarsa durdurulabilir mi? Daha filiz vermeden dal kırılmalı öyleyse. Yangın, o gençleri yakmak için değil yalnızca. O yangının asıl yapmak istediği, filiz verecek dalları kırmak.” Özer’le Temmuz İçin Yaralı Semah’ı konuştuk; yitirilenleri anarak, yitirilenlerin anısına…
- 2002 yılında başlayıp 2008’de sona eren bir çalışmanın ürünü Yangın Şiirleri. Başlangıç nasıl oldu, arada geçen zamanda neler yaşandı ve kitabın son şiirini yazdığınızda, onun son şiir olduğuna, dosyayı noktaladığınıza nasıl emin oldunuz?
- Yanıtlamadan önce belki küçük bir anımsama, anımsatma gerekli. Şiir kitaplarımda, yazılmış şiirleri bir araya toplamakla yetinmedim hiç. Bir sorunu, bir olayı, kısacası ‘yaşanan’ın bir kesitini odak alarak, bir bütünü gözeterek oluşturdum. Kimlikleriniz Lütfen, Sınırlamıyor Beni Sevda, Oğulları Öldürülen Analar gibi. Son kitabım da aynı yoldan giderek izleksel bir tasarıma dayanıyor. 2 Temmuz 1993 Sıvas Yangını’nı, ‘yaşanan’ın bir kesiti olarak ele alıyor. Aslında 2002, ancak yazılır hale gelişinin başlangıcı. Yoksa olayla birlikte başladı denebilir. Olayın hemen ertesinde ortaya çıkan ağıtsı duygularla, öfkeli tepkilerle birlikte. Bunlar elbet olayın içinde bulunanlardan başlayarak kamuoyunca yankı buldu önce. Kısa zamanda genişleyerek bütün topluma yayılan güçlü bir duyarlık yarattı. Bu duyarlığın, gösterilerden yazılı ve sözlü protestolara, araştırmalardan sorgulamalara, belgelerden yargılamalara çeşitli yansımaları oldu. Birinci yıldönümünde Avrupa’nın çeşitli ülkelerini kapsayan uzun bir tepki gezisine katılanlar arasında ben de bulundum. Bu arada, ‘yaşanan’ı, ‘yaşanan’ın toplumda yarattığı duyarlığı sanatlarında yansıtmayı benimseyenler, çeşitli yapıtlar verdi. Yazılan pek çok şiirin yanı sıra, Zerrin Taşpınar’ın Tavra, Lütfiye Aydın’ın Kül Tablet, Hidayet Karakuş’un Ateş Mektupları, Burhan Günel’in Ateş ve Kuğu kitapları sayılabilir. Benim çalışmam, zihinsel olarak ilk günden başladıysa da, yazma süreci 2002’ye kadar gecikti. Bu döneme, ‘yaşanan’ın ertesinde gelişmeleri de kapsayan bir açılımlar toplamı diyebiliriz. Çünkü suçun arkasındakilerin ortaya çıkarılması, olayın bir daha yinelenmeyecek biçimde belleklere kazınması gibi beklentiler zamanla gerçekleşmedi. Duygu sıcaklığının yerine konacak olan, tam anlamıyla yaşama geçmedi. Kıyım’ın yakın çevresinde olanlarla ilişkiler, bir süre sonra yalnız yıldönümleriyle sınırlı kalmaya başladı. Yazma süreci, bütün bunlardan sonra, yeni yorumları gündeme taşıdı. Çalışmamın ne olacağı belliydi; ama nasıl olacağı, getireceği yorum, sözünü ettiğim gelişmelerden sonra değişime uğradı. Yazmakla başlayan süreç; hem içeriğin ele alınışı, hem biçimin izleyeceği yol, kazanacağı özellikler açısından açılımlar getirdi. Kurgu ortaya çıktı. Bu aşamadan sonra, tasarının neyle ve nerde sonuçlanacağı da belirlilik kazandı.
TOPLUMCU ŞİİRİN GÜCÜ
- Kitap hakkında genel bir bilgilendirmede bulunur musunuz?
- Benim yorumum, sözünü ettiğim gelişmelerden sonra, önemsenir olmasını düşündüğüm bir suçüstü eylemine özdeş. Şiirin, özellikle toplumcu şiirin böyle bir gücü olduğunu örnekleriyle biliyorum. Anti-faşist Bulgar ozanı Geo Milev, gözaltında yok edilmesinden 30 yıl sonra, bir toplu gömütte bulunan kafatasındaki takma gözüyle, onu yok edenlere suçüstü yapmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nda bir toplama kampına götürülen Macar ozanı Miklos Radnoti, yine yıllar sonra bir toplu gömütte bulunan şiirleriyle kendini öldürenlere suçüstü yapmıştı. Yangın Şiirleri, aynı geleneğin yeni bir örneği olarak, Sıvas Kıyımı’na, o kıyımda yitirilenlere, onlardan geriye kalanlara, giderek toplumun duyarlı varlığına karşı işlenen suçu sorgulamak, suçlulara bir suçüstü yapmak amacı güdüyor. Kitabın bu amaca uygun bir sözü var. Pir Sultan Abdal’dan geçip gelen bir yolun Sıvas Kıyımı’yla önü kesilmeye çalışılıyor, ama ‘yolun sona erdiği yerde yeniden yola çıkan’ı görülür kılmak istiyor kitap. O yüzden de Pir Sultan’a bir göndermeyle başlıyor, onun “dostun attığı gül” imgesiyle bir sınava çağırıyor, yolun belirlediği imgelerle ilerliyor ve yürüyüş imgesiyle noktalanıyor. Bu anlamda ‘bakılan’ı görünür kılmayı amaçlıyor.
- Şiirlere temel oluşturacak bilgiler için nasıl bir araştırma yaptınız, nelerden yararlandınız?
- ‘Yaşanan’ın yazılı ve sözlü çeşitli tanıklıkları vardı. Sözünü ettiğim yapıtlar, gazetelerde yer verilen ayrıntılar, yine sözünü ettiğim Avrupa’daki gezi sırasında ‘yaşanan’ı aktaranlara kendi tanıklığım, en çok da Edebiyatçılar Derneği’nin yayımladığı Sıvas Kitabı. Yitirilenler içinde tanıdığım yazar ve ozan (Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan gibi) arkadaşların bendeki görüntülerini de sayabilirim bu arada.
- Kitabın bir diğer adı, ikinci adı mı demeli, Temmuz İçin Yaralı Semah. Neden “semah”?
- Aslında kitabın adı Temmuz İçin Yaralı Semah. Yangın Şiirleri, alt başlık. “Semah” sözü iki nedenle yer alıyor. Birincisi, ‘yaşanan’ın odağındakileri buluşturan etkinlikte semah gösterilerinin önemli yeri. İkincisi, kitabın yorumunda odak alınan ‘yolun sona erdiği yerde yeniden yola çıkan’ı semahta da görmemiz. “Ayaklar ayakları çoğaltırdı onlar döndükçe/ eller ellerde açılıp kapanırdı/ soluklar kanatlanıp uçardı göğüslerden/ deyişler deyişlere değdikçe hızlanırdı/ biçilenler doğrulurdu biçildikleri yerden” dizelerini anımsarsanız...
‘ÖMRÜ KISA KELEBEKLER’
- Kitapta, Sivas Kıyımı’nda yaşamını yitiren sanatçılara ve aydınlara yazılmış şiirler için bir bölüm, yine kıyımda yaşamını yitirmiş gençlere yazılmış şiirler için de ayrı bir bölüm var. İnternet aracılığıyla yayımladığınız günlüklerde de yakılanları iki gruba ayırıp gençlere dikkat çekiyorsunuz. Böyle bir gruplandırma yapmanızın nedeni nedir?
- Ortak bir duyarlıktan, bir ahlaktan, bir dünya görüşünden geliyor hepsi. Hepsinin günlük tuttuğu, yaşam karşısında canlı bir ilgiyle, sevgiyle dolu olduğu, geleceği düşlediği, yaşama sevincinin ardına düştüğü, kendini hazırlamak, geliştirmek istediği anlaşılıyor. Kendisi için, kendini düşünen bencil bir tasarım yapmıyor hiçbiri. Dünyayı olduğu gibi kabul edip kendine bu dünyada yer aramıyor. Olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi bir dünyada düşlüyor kendini, o dünyaya göre oluşturmak istiyor. Bu dünyada başkaları var, başkalarıyla paylaşmanın güzelliği uğruna yaşanmalı bu dünyada. Paylaşılacak kadar güzel, paylaşıldığı için güzel. Kimsenin ellerinden alamayacağı, tertemiz ve dopdolu bir tutku. Bütün kırılışlara karşı kendi aşısını kendi içinde taşıyor. Yine dediğim gibi, yangın tam burada giriyor işin içine. Yakılmak istenen bu tertemiz ve dopdolu tutku, bu canlılık, bu düş. Korkulan da bu. Filizlenirse, ortalığı sarıp sarmalarsa, dal budak salarsa durdurulabilir mi? Daha filiz vermeden dal kırılmalı öyleyse. Yangın, o gençleri yakmak için değil yalnızca. O yangının asıl yapmak istediği, filiz verecek dalları kırmak. Gençlerin içinde mayalanan özsuyu, dallara yürümeden, daha çiçeğe dönüşmeden kurutmak.O gençlerin dünyayı olduğu gibi kabul edip bu dünyada kendilerine bir yer arıyor olmalarıydı istenen. 1980 sonrasında yaratılan Türkiye’ye ayak uydurmalarıydı. Oysa onlar öyle yapmadılar, öyle yapmamanın tohumunu taşıdılar içlerinde. Sunulan yaşamı kabul etmek istemediler, kabul etmemenin olanaklı olduğunu gösterdiler üstelik. Bunu hazırlayan kaynaklardan beslendiler. Hâlâ kurutulamamış kaynaklardan. İşte bu dediklerimden dolayı, kitapta ve kitabın taşıdığı yorumda onların ayrı bir yeri ve önemi var.
- Gençlere yazılmış şiirlerin yer aldığı bölümün başlığı Ömrü Kısa Kelebekler. Kelebeklerin ömrü zaten kısadır, neden bunu ayrıca vurgulamayı tercih ettiniz?
- Nedeni belki o bölümü sunan şu dizelerde görebiliriz: “Yeni bir dile açılacak ağzımız/ el yakan harflerine o dilin/ dokundukça ürpertili kanatlarına/ ömrü kısa bir kelebeğin”
- Her kitabınızda gözettiğiniz üslup birliği, ses uyumu ve imge ortaklıklarından ayrılan bir tutum sergiliyorsunuz bu kitabınızda. Bu seçimi doğuran nedir? Genel itibarıyla, kitabı hazırlarken, nasıl bir biçim kullanmanız konusunda nelere özen gösterdiniz?
- Kitapta 6 bölüm var; bölümler kısalı uzunlu. Kiminde tek şiir var, kiminde 9-10. Her bölüm ‘yaşanan’a ayrı kesitlerden bakıyor, ama görünür kıldığı yorum tek. Bölümler kendi söyleyiş özellikleri içinde o yoruma hizmet ediyorlar. O özellikleri kimi zaman o bölümde sözü edilen kişilerin sanatları belirliyor, kimi zaman daha başlamadan biten yaşamların ayrıntıları, kimi zaman da onlardan geriye kalanların duyarlıkları. Bunların hepsi aynı üslûpla, aynı sesle verilemezdi. O özellikleri yansıtmaya elverişli imgeler, kurgu ve söyleyiş gerekmekteydi. Saz ozanının anası konuşurken, “Ağaç desem ağaca assam sazını/ hangi dalın kıvrımına güvensem// Yol desem yola sorsam nerdedir/ kimden gelir kime gider bilmeden// Rüzgârı eğlesem suyu yormasam/ yaramın azmasına küskün kalmasam” dizelerindeki üslup, ses ve söyleyiş özelliği, sözgelimi Metin Altıok için yazılanda kullanılabilir mi?
‘SUÇÜSTÜ KİTABI’
- Yangın Şiirleri, yalnızca “yangın”ı çıkaranlara karşı bir tepki mi içeriyor, yoksa tepki alanına “yangın”ı görmezden gelen, unutan aydınlar da dahil mi?
- Her 2 Temmuz’da tepki göstermek, tepkiyi dile getirmek yeterli mi? ‘Sıvas’ı Unutmayalım’ demekle yetinmek?.. Oysa asıl sorulması, yanıt aranması gereken şu: Ne yaparsak Sıvas unutulmamış olur? Herkes gibi benim için de geçerli bu soruya ben, kitabımın yorumuyla yanıt verdiğimi düşünüyorum: Ozanın gözü yeniden bakmalı; Sıvas’a yeniden bakmalı ve suçüstü yapmalı. Yangın Şiirleri, ozan gözüyle bir daha bakmanın, olayı yaratanlara suçüstü yapmanın somut bir göstergesi. Yitirilenler adına bakmak, onların yapacakları suçüstünü ozan gözüyle dile getirmek. Onlar adına bakmak, onların duygularıyla, anılarıyla bakmak, onlarda ve onlarla yok edilmek isteneni yeniden ayağa kaldırmak. Yok edilmek istenene bakmak, yok etmek isteyene suçüstü. Gömülmek istenenin üstünü yeniden açmak, gömmek isteyenin karşısına dikilmek. Madımak Oteli’ni değiştirerek olay yerini göz önünden kaldırmaya çalışmakla Sıvas’ı unutmamanın ne anlama geldiğini belirleyememek arasında koşutluk yok mu?
- Bugün, azımsanmayacak sayıda bir kısım şair, çağın getirileri ve dolayısıyla götürüleriyle iyice yalnızlaşan, bencilleşen insanın, bireyin şiirini yazmayı yeğliyor. Hal böyleyken, günümüzde toplumsal sorunları işleyen şiirleri, şiirin toplumla ve toplumun dahil olduğu tüm konularla ilişkisini, bu ilişkinin olması, gelmesi gerektiği düzeyi nasıl değerlendirirsiniz?
- Bireyin şiirini yazmak mı, bugün yazılanların büyükçe bir bölümüne böyle denebileceğini sanmıyorum. Bireye nereden bakılabildiği önemli. Sizin söyleminizle, bireyi yalnızlaştıranın, bencilleştirenin ne olduğunu görerek bakıyorsa sorun yok. Bireyi anlatırken toplumsal sorunların bireyde yansımasını görüyor demektir ki, toplumsal sorunlara sırt çevrildiği anlamına gelmez. Çünkü toplumsal sorunlar birey olmadan, bireye bakmadan ne kavranabilir, ne yazılabilir. Önemli olan, yazanın önce yaptığı seçim. Nasıl bir yazar, ozan olacağını seçmesi, kendini ona göre gerçekleştirmesi. Seçimine uygun bir sanat anlayışı olması ve onu uygulaması. Sözgelimi ‘yaşanan’a bakmak, benim seçimimle ilgili. ‘Bakılan’ı görünür kılmak ise sanat anlayışını uygulamakla ilgili. mhmt.ckrhotmail.com
Temmuz İçin Yaralı Semah/ Kemal Özer/Yordam Kitap, Haziran 2008/80 s.
Mehmet ÇAKIR
CUMHURİYET KİTAP - 3 Temmuz 2008