10 NİSAN 2008 / İSTANBUL
TÜRKİYE’ DE DİNSEL ÇOĞULCULUĞUNUN SINIRLARI VE ALEVİLER
“Türkiye’de ki din devlet ilişkileri ülkenin farklı kesimlerini farklı biçimlerde mağdur eden bir süreç olarak nitelendirilebilir. Elbette ki devlet ve yasa önünde farklı kesimlerin tarihsel ve politik konumları oldukça eşitsiz bir nitelik arz etmektedir. Bu nedenle de bazı kesimleri diğerlerinden çok daha farklı biçimlerde ve çok daha derinden mağdur eden bir yapılanmadan söz edilebilir. Bu kolektif mağduriyet haline ve de kolektif mağduriyet ortamından nasiplenmeyi başaran kesimlerin haksız düzenine son vermenin yollarından birisi din devlet ilişkileri sorunsalında ezber bozmak ve yeni bir yapılanmanın inşası yolunu açmaktır.” ( Yrd. Doç. Aykan Erdemir, Kırkbudak Dergisi sayı: 9)
Devlet- dinsel inanç ilişkisi konusunda üzerinde durulması gereken konular içinde, devletin duruşunun/ tutumunun en belirgin göstergesi olan “laiklik” ten ne anlaşıldığı ele alınmalıdır.
Bunun için de ,devletin temel kuruluş paradigmasının, mantalitesinin, temel ilke ve yaklaşımının tartışılması gerekiyor.
Demokrasi ve demokratikleşme üzerine değil de, “ savunma” ve “ güvenlik” konsepti üzerine kurulmuş olan Cumhuriyet ve öncesinde siyasal erkin genel ve değişmez eğilimi “ tek etnik yapı” ve “tek inanç” olmuştur. Bunu en vurgulu biçimde “ millet-i hâkime” ve “ millet-i mahkume” anlayışı ortaya koymaktadır. Oysa bu anlayış Anadolu’nun tarihsel ve toplumsal gerçeklerine ters düşmektedir. Çünkü Anadolu bir uygarlıklar beşiği ve kavşağı, bir inançlar ve kültürler çeşitliliğin coğrafyasıdır.
Aslında, Cumhuriyet yönetiminin yeni olarak ilan ettiği ideolojilerin arkasında Osmanlı’dan devraldığı statü toplumunun değerlerini koruma anlayışı vardır. Tekçi anlayış/ kabul ve buna göre yapılanma, yapıyı ve kurumları sürdürmeye yönelik hukuk düzeni ve yasalar, yaklaşımlar, uygulamalar “toplumsal barışı” bozan yanlışlıkların kaynağıdır.
Demokrasi, halkın;
- Kendi siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel sistemlerini belirlemek için, istencinin özgürce ifade edilmesini ve,
- Kendi yaşamlarının tüm yönlerine/veçhelerine/ aspect tam katılımına
dayanır. ( Birleşmiş Milletler, Dünya İnsan Hakları Konferansı Viyana Belgesi)
Çoğulculuğun yadsınamaz bir gerçeklik olarak dar düşünce kalıplarını zorladığı ülkemizde artık “tekçi” anlayışı dayatmanın ve zorlamanın anlamı kalmamıştır.
Bu konuda değişim ve gelişme; insanın özgürleşmesine, devletin demokratikleşmesine ve demokrasi kültürünün içselleştirilmesine bağlıdır.
Çözüm yolu 85 yıllık Cumhuriyet’in demokratikleşmesinden geçmektedir. Aslında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden Kopenhag Kriterlerine geliş sürecinde temel sorun; erki elinde bulunduran bir siyasal örgütlenme olan “devlet” karşısında “insanın nasıl korunacağı ve özgürleşeceği” olmuştur.
“Din ve İnanç özgürlüğünün içe ve dışa dönük olmak üzere iki boyutu vardır. İçe dönük yönünü “inanç” boyutu oluşturmaktadır. Bu en sert ve dokunulmaz alandır. Kişinin dilediği seçimde bulunması; inanması, inanmaması ve yaptığı secim nedeni ile kınanmaması, din veya inancını değiştirmesi bu içsel sert korumanın kapsamına girer. Bu alana olağanüstü koşullarda dahi dokunulamaz. Din ve inanç özgürlüğünün temelini, sert çekirdeğini ve kısıtlanamaz özünü oluşturan inanç özgürlüğüdür. Bu özgürlük (BM) İnsan Hakları Komitesinin çok net biçimde ifade ettiği gibi, mutlak bir özgürlüktür. Olağanüstü durumlarda bile hiçbir sınırlama kabul etmez. Bu noktada inancın açığa vurulmasından farklılaşır.
Dinsel özgürlüklerin dışa dönük yönünü oluşturan dini buyrukların yaşama geçirme, dini buyruklara göre yaşama vb. özgürlüklerin daha sınırlı bir korumadan yararlanmaktadırlar. Din ve vicdan özgürlükleri ile ilgili uluslararası belgelerde dile getirilen kamu düzeni, genel sağlık ve ahlak vb. sınırlama gerekçeleri ancak bu alanda sonuç doğurabilecek sınırlamalıdır. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken nokta dinsel pratiklerin inancın ifade biçimi olduğu gerçeğidir. Nasıl ki ifade özgürlüğü olmadan düşünce özgürlüğü tek başına bir anlam ifade etmiyorsa, inanç kimliği ve tapınma biçim ve anlayışı açığa vurulamayan din ve vicdan özgürlüğü büyük oranda içi boşaltılmış bir özgürlüktür.
Dinsel özgürlüklerle bağlantılı olarak sıkça kullanılan hoşgörü kavramının, din ve vicdan özgürlüğüne tekabül etmediği unutulmamalıdır. “Anlayışla karşılama, katlanma” anlamların içeren hoşgörü, eşitliği referans alan bir kavram değildir. Bu bağlamda hakim dinlerin, otoriter ve teokratik devletlerin zaman zaman farklı din ve mezheplere gösterdiği hoşgörünün hak ve özgürlük anlamına gelmediği unutulmamalıdır. Din ve inanç özgürlüğü, ancak tüm dinler karşısında yansızlığı öngören laik bir düzende gerçekleşebilir.” ( Av. Selahattin Esmer- Aleviliğin Güncel Sorunları)
Devletten beklenen; tüm insanların/ yurttaşların dil, din, ırk, cinsiyet, renk, siyasal görüş, felsefi düşünce ve inanca dayanan ayrımcılığa maruz bırakılmadan taraf olunan uluslararası belgelere uyulması, temel hak ve özgürlüklere sahip olmaları için gerekli ortamı hazırlamaktır.
LAİKLİK
Laiklik, laisizm, laikleştirme, sekülarizm, ateizm, ladini, laruhani, hoşgörü ve yercilik kavramları çok tartışılan, aynı zamanda birbirine karıştırılan kavramlardır.
Laiklik:
- Genelde; din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.
- Felsefi olarak; inancın yerine aklın egemenliğinin kabulüdür.
- Siyasi olara; siyasi iktidarın, dinsel güç ve erkten arındırılarak, bağımsızlaşmasıdır.
- Hukuksal olarak; devlet ile dinin birbirinin alanlarına karışmaması, devletin tüm
- inançlara eşit uzaklıkta durması
olarak tanımlanmaktadır.
Farklı disiplinlerin tanımlarını aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:
- Devletin yansızlığı: Devletin yansızlığının “hukuk devleti” içinde yorumlanması,
- “ ……laisizm, devlet işlerine, yani milletin hayati konularına esas olarak başka membalara müracaat etmeksizin BMM. nin hükümlerini sağlamaktır. Din ile dünya’yı ayırmanın manası budur.” ( Şemsettin Günaltay 8 Haziran 1949 günlü oturum.) Bu laiklik anlayışı ve yorumunun en özlü anlatımı ise “Egemenlik, Kayıtsız Koşulsuz Ulusundur.” belgisidir.
- Devletin din üzerindeki denetimi: Ülkemizde Cumhuriyet döneminin “modernleşme” uygulamaları kültürün kişilik yaratıcı alanında yeni bir şey yaratamadı “rakip ideoloji” rolünü oynayamadı. Laiklik yerine “laikleştirme” yi programladı. Devletin din üzerindeki denetimi yerine, dinin devleti denetlediği bir noktaya gelindi.
- Laiklik bir hoşgörüdür, bir hümanizmadır/ insancılıktır. Laiklik, farklılıklara ve herkesin hukukuna saygı göstermek, hiçbir kimseyi inancından dolayı dışlamamaktır.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Anayasa’nın 136. maddesinde Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili olarak “Genel İdare içerisinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir” denilmektedir.
633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Yasanın 1. maddesinde ise “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur” denmekte.
1- Yalnız İslam Dini ile ilgili çalışma yapılacaksa/ yapılıyorsa
2- Denetleme ve düzenleme görevi değil de, hizmet üretmekle / vermekle görevliyse
3- “…milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç” edinmesine karşın sürekli ayrım yapılıyorsa
4- Genel idare içinde yer aldığından, bir devlet memuru olan ve bu da Anayasa Mahkemesince açıkça belirtilmesine karşın yaşamın her alanına müdahale ediliyorsa ( yargı ve siyasi iradeye karşı) her konuda açıklama yapılıyorsa, (1.Din Şura’sında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın” “meşihat”ın bir devamı olarak algılanması gerektiği vurgusu nasıl bir laiklik uygulaması ile karşı karşıya olduğumuzu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Şimdi şunu kendimize sorabiliriz: Devlet mi dini denetliyor, din mi devleti denetliyor?
5- Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi de ayrı bir sorun.
Son 3 yılın bütçesi:
2006 yılı 1 milyar 308 milyon 187 bin YTL.
2007 yılı 1 milyar 638 milyon YTL.
2008 yılı 1 milyar 998 milyon 412 bin 595 YTL.
Tüm bunlara karşın Anayasa’nın 2. maddesinde “…Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti’dir.” denilmektedir. ACABA?
— Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyet ve uygulamaları laiklik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
— Diyanet İşleri Başkanlığı “ bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında” değildir.
— Diyanet İşleri Başkanlığı “…milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi …” sağlama yerine açıkça ayrımcılık yapmaktadır.
— Bir “devlet memurunun” yetki sınırını aşarak yaptığı bu açıklamalar suç oluşturmaktadır.
— Bir Diyanet İşleri Başkanı, “ Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Dini konusunda taraftır. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Dini ile Hıristiyanlığı, Yahudiliğe, Budizm’e eşit mesafede değildir. Bir defa bunun altını çizelim….İslam Dini tek kurtuluş dinidir.” demektedir.(Kırbudak Dergisi sayı.3)
Laik bir devlette resmi bir “ devlet dini” olur mu?
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Yasanın 1. maddesinin Anayasa’nın 136. maddesine aykırı olduğu savıyla Ankara 7. İdare Mahkemesi’nde bir dava açılmış olup, dava şu anda Danıştay’dadır.
ZORUNLU DİN DERSİ
Zorunlu Din Dersi, 12 Eylül’ün ülkemize ve insanımıza bir dayatması, kötü bir mirasıdır. Çünkü:
A- Laik bir toplumda “ din eğitimi” olmaz. Din öğretimi ( içeriği ve kapsamı bir yana) ile din eğitimi ayrı şeylerdir. Hem Anayasa’ya, hem de uluslararası belgelere aykırıdır. AHİM ve Danıştay’ın bu konuda verdiği son kararda;
b- Din eğitiminin devlet tarafından verilemeyeceğine,
c- Dinsel bir inancın eğitiminin yapılmasının hukuka aykırı olduğuna açıklık getirmiştir.
Bireyler Anayasa da bulunan sınırlamalara uymak koşulu ile istedikleri dinin seçimi yanı sıra eğitimini de kendileri yaptırabilirler.
B- Şu anda İlköğretimin 4. sınıfından başlayarak 8. sınıfa kadar ( 10 yaşından- 15 yaşına kadar) haftada iki saat zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi okutulmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı Din Öğretim Genel Müdürlüğü’nün Tebliğler Dergisi’nde yayımlanan ders program ve ders kitapları incelendiğinde açıkça yalnızca Sünniliğin okutulduğu görülecektir.
C- -“Zorunlu”nun olduğu yerde “ özgürlük” yoktur. Yapılan “sistematik işkencedir” ve pedagojik – psikolojik sonuçlar doğurmaktadır. Bu ders yalnız Alevileri değil, çağdaş eğitimden yana olan herkesi ilgilendirmektedir.
Ayrıcı, son zamanlarda okullarda Alevi öğrencilere karşı yapılan kötü muamelelerin artması da çok anlamlıdır.
Eğer bir zorlama;
— Bilinçli, kararlı bir biçimde ve belli bir amaca yönelikse,
— Ülke çapında yaygın olarak yapılıyorsa,
— Sürekli ve periyodik olarak yapılıyorsa,(bir eğitim öğretim yılında haftada iki saat)
Bu bir insanlık suçudur.
CEMEVLERİ
Alevi köylerine cami yapılması, cami olmayan köylere imam atanması uygulaması hala sürdürülmektedir. Oysa Alevilerin ibadet yeri cemevleridir ve Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda da “fetva” vererek yine ayrımcılık yapmaktadır.
Avrupa Birliği süreciyle ilintili olarak bazı yasalarda yapılan değişiklikler sonucu yasalarda yer alan “cami” ve “mescit” sözcükleri çıkarılarak yerine “ibadet yerleri” ya da “ibadethane” sözcükleri konmuştur.
2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu kararında;
Elektrik abonesi bazı kişi ve kurumların indirimli tarifeden yararlanmaları sağlanmış olup kararın 2. maddesinin F bendinde “ibadethaneler ( cami, mescit, kilise, sinagog ve havra) sayılmış olup, cemevi yoktur.
Oysa Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun 21- 03 -2003 gün ve 112 sayılı kararında ibadethane kapsamına cemevi de alınmasına karşın uygulanmıyor.
Ayrıca bu maddede “ ibadethane aydınlatması: Toplumun ibadetine açılmış ve ücretsiz girilen yerlerdir.” Denmekte ise de Aleviler Hacı Bektaş Veli Türbesi’ne para ödeyerek girmekteler.
Bunların dışında 24 Mayıs 1985 gün ve 18763 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanan Camilerin Bakımı, Onarımı, Temizlik ve Çevre Tanzim Yönetmeliği’nin 1. maddesinde ibadethane olarak yalnızca cami ve mescit esas alınmış olup bu konuda sekiz kuruluşa görev verilmiştir.
TÜRK CEZA YASASI
Türk Ceza Yasası’nın 175 ve 176. maddeleri 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı yasa ile değiştirilmiş olup 115,125 ve 216 maddeleri Anayasa’nın 10. maddesinde ki eşitlik ilkesine ve 24. maddesine aykırıdır. Bu maddelerde geçen “dini”nin “dini inanç” olarak değiştirilmesi istenmesine karşın dikkate alınmamıştır.
Bu durum pratikte birçok sorunlar yaratmaktadır.
SON SÖZ YERİNE
Yukarıda ele alarak incelediğimiz konular ışığı altında nasıl bir laiklik anlayışı ve uygulaması ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır.
Bu sorun bir hükümet sorunu olmaktan çok, bir devlet sorunudur.
Cumhuriyetin demokratikleşmesi sorunudur.
Bu nedenle de;
— Uluslararası belgelere, insan haklarına ve özgürlüklere dayalı bir “ toplumsal mutabakat sözleşmesi” olan eşitlikçiliği, özgürlüğü ve çoğulculuğu esas alan yeni bir demokratik- sivil Anayasa’ya ve bu Anayasa’ya uygun duruma getirilmiş, uygulanma amacıyla çıkarılmış yasalara gerek var.
— Ancak bu düzenlemelerle bu ülkenin eşit haklara sahip yurttaşı olunur ve vatandaşlık hukuku demokratikleşir. Özellikle de bu düzenlemeler yapılırken Lozan Barış Antlaşmasının 38 ve 39 maddeleri göz önünde tutulmalı ve uygulanmalıdır.
— Devletin görevi de her türlü inanç sahibi, gerekse inançsızın kendi düşüncelerinin gereklerini özgürce yerine getirecekleri ortamı sağlamak olmalıdır.”Farklılıkları dahil edici politikalara” gerek vardır. ( J. Habermas, Öteki Olmak, Ötekiyle Yaşamak)
— Artık tekçi anlayışlar terk edilmeli; çoğulculuk bir kültürel zenginlik olmanın ötesinde düşünsel ve toplumsal gelişmenin dinamiği olarak görülmeli. Barışçı ve hoşgörülü bir toplumun özgür, demokrat, hak arayan ve başkalarına da hak tanıyan insanı/ bireyi/ vatandaşı olmalıyız.
— Çözüm, demokrasiye önce inanmaktan ve tüm boyutlarıyla işler kılmaktan geçmektedir. Önce, bizler “demokrat insan” olmalıyız. Çünkü demokrat insan, laik insandır.
Son olarak Aleviler, gerek Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nca hazırlanan 1992 tarihli Bildirgede belirtilen, gerekse diğer uluslararası belgeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihatları doğrultusunda ortaya çıkan;
— varlıklarının korunması,
— dışlanmama,
— ayrımcılığa uğramama,
— zaman içinde eritilmeme (asimilasyon)
koşullarına uyulmasını istemektedirler.
HAK İHLALİ YARATAN ULUSAL DÜZENLEMELER
Yasa ve Diğer Düzenlemeler Madde
- Anayasa 24/4 madde
- Siyasi Partiler 89.madde
- Köy Yasası 2. ve 13. maddeler
- Nüfus Yasası 43.madde
- İmar Yasası 18.madde
- 2981 sayılı yasada 3290 sayılı yasa ile yapılan değişlik Ek madde 3
- Kadastro Yasası 16.madde
- Tekke ve Zaviyeler Yasası 1 / 2.madde
- Türk Ceza Yasası (5237 sayılı) 115.,125.,216. ve 131. maddeler
- Bakanlar Kurulu Kararı (2002/4100) madde 2/f ve 3/a
- Camilerin Bakımı Yönetmeliği madde 1
- (24 Mayıs 1985-18763 sayılı Resmi Gazete)
DİN VE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ İLE İLGİLİ ULUSLARARASI BELGELER
- - İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 2,7,18 ve 26. maddeler
- - Avrupa İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi (1No.lu Ek Protokol madde2) madde 9
- - Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi madde 2/1 ve 13/3
- - Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi madde 18/1-4, 24/1, 26 ve 27
- - Helsinki Sonuç Belgesi
- - AGİT Paris Şartı
- - Kopenhag Toplum Kalkınma Deklarasyonu
- - Çocuk Hakları Sözleşmesi madde 14 ve 30
- - Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme madde 5/1
- - Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Uluslararası Sözleşmesi
- - Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme madde 5/1,8 ve 12/1
- - Avrupa Parlamentosu(AP) Dış İşleri, İnsan Hakları Güvenlik ve Savunma Komisyonu 41.paragraf (2004 yılı)
- - Din ya da İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılması Bildirgesi
KAYNAK : ALEVİ HABER AJANSI - 07 Mayıs 2008