Türkiye, küreselleşen kapitalizmin mutlak hizmetine sokulma yolunda tüm kanallar temizlenerek, hedefe doğru gayet bilinçli olarak emin adımlarla ilerletiliyor. Yabancı işgali ile yabancılaştırılan ve çökertilen ülke ekonomisinin sosyal yapısı dincilikle tutulmaya çalışılmaktadır. Sanırım, liberalizmle dinciliğin birleştiği alan burasıdır. Ekonominin el değiştirmesi ve yoksullaşmasının üzerine bir perde gerekmektedir!
Kapitalizmin dünya çapında oynadığı oyunun sembolik adı sahte olduğu gibi, Türkiye’de bu oyunu ve sonuçları perdelemek için başvurulan yöntem de aynı şekilde sahtedir ve gerçekle bir alâkası yoktur. Bu iki konunun birleşmelerini sağlayan olgu da birbirine dayanarak gelişen ekonomik ve sosyal fenomenlerin özünün, onları simgeleyen sıfatlarla uzaktan yakından ilgisinin olmamasıdır.
Liberalizm, gerek ortaya çıkış döneminde anlaşıldığı biçimiyle, gerekse sözcük anlamı itibariyle tüm ekonomik ajanların davranış kalıplarında serbest olmaları ve hür iradeleri ile karar alma yetkisine sahip olmaları anlamına gelir. Oysa, kapitalizmin yeni sömürgeleştirme yöntemi olarak karşımıza çıkartılan küreselleşmede büyük sermaye hemen her şeye kâdirken, bunun karşısında küçük sermaye eriyerek alan kaybetmekte, emek ise tam köle durumuna geriletilmektedir. Öyle ki kendi kurallarını gittikleri ülke yönetimine dayatarak tüm yerküreyi dolaşabilen sermayeye karşın, emek yerinden kıpırdatılmamakta, hatta kendi ülkesinde bile asgarî ücret baskılanarak, çalışmaya mecbur bırakılmaktadır. Küreselleşmenin anladığı ve tüm dünya halklarına dayattığı liberalizm, bu niteliği ile, sosyolojik anlamda özgürlük adına hiçbir anlam ifade etmediği gibi, tam tersine, bireyleri ve halkları büyük sermayenin emrinde köleleştirmektedir.
Diğer yandan, dincilik fenomenine geldiğimizde, orada da, kapitalizmin hemen her aşamasında dinciliğin tam bir aldatmaca ve sömürüyü perdeleme işlevi yaptığını görüyoruz. Sanayileşmenin başlangıç dönemlerinde İngiltere’de Kalvinizmin ve Püritanizmin emekçiler üzerindeki dinsel baskının kapitalizmin sermaye birikimine nasıl hizmet ettiğini ve sosyalizme karşı nasıl bir kalkan işlevi gördüğünü iktisat tarihi çalışmalarından öğrenmekteyiz. Kapitalizmin hizmetinde siyasallaştırılmış din anlamındaki dincilik olgusuna, yoğun emek kullanımı dönemlerinde çalışmayı, işsizliğin yaygınlaştığı dönemlerde ise kaderciliği pompalayacak kadar çift yanlı sahtekârca esnek ve sömürgecilerin amacına hizmet edici bir nitelik kazandırılabilmektedir.
Türkiye’nin içine hızla sürüklendiği günümüz koşullarında yaratılan karmaşanın toz dumanı içinde, bir yandan küreselleşmenin bir nimet olduğu halka telkin edilirken, diğer yandan da yaşanan olumsuzlukların perdelenmesinde tarikat ve dincilik baskılama politikası uygulanmaktadır. Bu ilişkiler bağlamında, politikanın içine birinci derece aktör olarak sızdırılmış dincilik olgusu ile sermayenin birlikteliği yadsınamaz. Bugünkü kayıkçı döğüşü şeklinde karşımıza çıkmış olan sermaye arası çatışma, dinci kesimin de sermayeye ulaşmış ve siyasal erki ele geçirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Sermayenin renklendirilmesi, kurulu sermaye için mücadele aracı, yeşeren sermaye için ise piyasa kapma aracı olarak kullanılmaktadır. Yeşil denen sermayenin de “helâl kazanç” adına insan ögesini, emeği ve kamu kesimini nasıl kullandığı ve sömürdüğü ortadadır ve kapitalist sistem bağlamında bunda bir yanlış da yoktur. Zira, yeşeren sermayenin sömürücü kapitalist piyasada başka türlü tutunmasına olanak yoktur. Kapitalist piyasada emeği ve tüketiciyi sömürürken, vergi konusunda da diğer sermaye gibi davranan yeşeren sermayenin, özü kararan vicdanının görüntüsünü cilâlaması kaçınılmaz olmaktadır.
Siyasîlerle el ele yükselen yeşeren sermaye varlığını büyüttükçe, diğer sermaye kesimi ile ittifak içinde, asgarî ücretten vergi alınırken, memurun ve emeklinin aylıkları ancak enflâsyonun altında yükseltilirken, veraset vergisinin kaldırılmasına tabii ki onay verecektir. Böyle bir yaklaşım samimi dinsel ve ahlâksal duygular açısından kesinlikle tasvip edilemezken, sömürünün perdesi olarak yükseltilen dincilik açısından hiçbir şekilde sakıncalı görülmez. İşte dincilik tam da bu noktalarda ve bunun için gereklidir. Başka türlü bu iş halklara nasıl anlatılabilir ki!
Hal böyle olunca, siyasal iktidarın tüm çabaları da anlam kazanmaktadır. Halkın yoksullaştırılarak sömürüldüğü, ekonominin yabancılara teslim edilerek çökertildiği, tüm ulusal gözde varlıkların haraç-mezat satılarak bütçeye gelir sağlanmaya çalışıldığı, türlü manevralarla siyasal erki ele geçirmeye ve bir daha bırakmamaya çalışıldığı bir dönemde dinin tek simgesi türbanmış gibi, üstelik de kadınların özgürlüğü üzerinden böyle bir plânı devreye sokmak, sadece dikkatleri dağıtmak anlamına değil, ama dinciliğe hizmet anlamında fevkalâde anlamlı bir siyasal manevradır. Hukuksal kaos yaratarak hukuku ve üniversiteleri kaos içine atmak, tarafları hukuksuz bir zeminde güç ilişkisine ve mücadeleye sokmak demektir. Böylesi bir davranış, meseleyi suhuletle çözüme ulaştırmaktan çok, “Medenî yollardan ve hukuken benim çözemediğim şeyi sizler kaba kuvvetle yapın, ben üstünü kapatırım!” demekle eş anlamlıdır.
Türkiye üzerinde ekonomik ve siyasal hakimiyetini pekiştirmeye çalışan Batılı sömürgecilerin yüklediği misyon gereği anayasa tartışmaları ile yapıbozuculuğu işlevini başlatmış olan siyasal erk, türban üzerinden üniversiteler, yargı organları ve diğer tüm ana dokuları kaosa sürükleyerek, yıpratmaktadır. Kısacası, misyon büyük bir başarı ile yürütülmektedir.
İzzettin Önder
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy75293 = 'izo40' + '@';
addy75293 = addy75293 + 'hotmail' + '.' + 'com';
var addy_text75293 = 'izo40' + '@' + 'hotmail' + '.' + 'com';
( '' );
75293 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Evrensel - 2 Mart 2008