İzzettin ÖNDER : AKP’nin oyunu: Kimin adına!
AKP, meclisde çoğunluğu ele geçirdiğinde muhtemelen çok mutlu olmuştur, ama bu çoğunluk oluşumu AKP için olduğu kadar, ulus için de yararlı olmamıştır! Ne var ki, çoğunluk dayatmasının acı sonuçları AKP’nin iktidardan uzaklaşmasından çok sonraları alınacağı için, tam bir politik bilinçsizlik ve miyopi yanında, oy avcılığı mantığı üzerinden, hem ülke hem de bizzat siyasal kadro açısından büyük bir hızla ve tehlikelice yol alınmaktadır. Bilindiği gibi, nesiler arasında kopukluğun olduğu durumlarda, yâni varolan neslin gelecek neslin refah düzeyi hakkında fazla endişe taşımadığı durumlarda, gelecek nesiller zararlı çıkar. Bunun çok tipik örneğini çevre kirlenmesi ve doğal kaynakların hoyratça sömürülmesi oluşturmaktadır. Buna benzer şekilde, farklı zamanlarda iktidara gelen siyasî kadrolar arasında da politik çıkar ilişkinin olmamasına bağlı olarak siyasetin miyoplaşma derecesi yükselir. Çünkü, genellikle bir dönemde uygulanan politikaların meyvası, ya da bir kesim için sağladığı avantaj, o dönemde toplanırken, maliyetler zaman içinde ileri dönemlere yayılır. Böyle bir ortamda, politikacılar da politik tercihlerinde, doğal olarak, gelecek nesillerden çok, varolan kuşağın çıkar ve tercihleri doğrultusunda karar almayı yeğler. Türkiye’de bu tabloya çok uyan en yakın dönem 1980’lerdir. 1980 politikalarının olumlu görülen sonuçları o dönemde alındığı halde, olumsuzlukları yıllar sonra yaşanır oldu. Nitekim, uygulandığı dönemde halkımızca olumlu olarak algılanmış olan sıcak para hareketleri ve vergi yerine borçlanma politikalarının tüm olumsuzlukları günümüzde acı olarak yaşanmaktadır. Oysa, uygulandıkları dönemde söz konusu politikalar alkışlanmış ve ülke açısından büyük dönüşüm haleleleri olarak görülmüş idi!
Bugüne geldiğimizde, yapılan türban tartışmaları ve anayasa değişikliği teşebbüslerinin, ileride ağır sonuçlar doğuracak nitelikte basiretsiz adımlar olduğunu düşünüyorum. Ama, politikacıları bir tarafa bırakalım, ki onlar ne yaptıklarını konuyu tartışan entellektüel takımdan maalesef daha iyi idrak ediyorlar, tüm tartışan çevreler tam bir tarih körlüğü içinde ve göstermelik özgürlük havası içinde, dayatılan politikalarda AKP’ye tam destek vermede bir beis görmemektedir. Tartışmaların içeriğini bir tarafa bırakarak, entellektüel çevreler ile politikacılar çevresinin karşılıklı konumlarını dikkate aldığımızda, politik açıdan entellektüellerin politikacılar kadar basiretli olmadığını görürüz. Zira, çok kısa dönemli ve demokrasi kuralları çerçevesinde oy endişesi ile hareket eden politikacılar, toplumun en duyarlı noktası üzerinden politika yapmada siyaset tekniği açısından fazla hatalı görülemez. Ama, entellektüel çevrelerin böylesi bir oy kaygısı olmadığına göre, politikacılara göre çok daha uzun dönemli ve toplumsal bakış açısına sahip olmaları gerekir. İşte, sıkıntı tam da bu noktadadır. Zira, entellektüel çevreler hem politikacılar hem de toplum üzerinde etkili olma gücünü haizdir olduğu ve bu gücün, etik kurallar çerçevesinde, uzun dönemli toplumsal çıkarlar doğrultsusunda kullanılması gerektiği halde, her nedense sçz konusu çevrelerden böyle bir etiksel davranış görülmemektedir!
Böyle bir çözümlemenin ışığı altında AKP’nin türban manevrasına baktığımızda, maalesef, çok acı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Gerek siyasiler gerekse söz konusu entellektüel çevreler tarafından bireysel özgürlüklere saygı görüntüsü altında savunulan türban politikasının, ne yazık ki, özgür birey, özgür düşünce ve üniversite özgürlüğünün en tehlikeli dinamiti olduğu algılanamamakta ya da kasıtlı olarak algılanmamaktadır veya algılatılmamaktadır. Her şeyden önce, meseleyi türban konusundan çıkarmak ve türbanlaştırmanın alt-yapısına indirgemek gerekmektedir, ki kimse bunu yapmamaktadır ya da çok küçük bir çevre konuyu bu bağlamda tartışmaktadır. Türbanlaşma, tarihsel olarak oluşumu ve coğrafî olarak uygulanışının yanında, aynı tip takılışı itibariyle, bireysel özgürlüklerin değil, yoksulluk, çaresizlik ya da sosyal devletin olmaması gibi çok çeşitli nedenlerle arayış içine giren kesimlerin, tercihan gençlerin, tarikatler veya dinci kesimler tarafından esir alınışının çok belirgin bir simgesidir. Türban, toplumun tarikatleşmesi, cemaatleşmesi ve dincileşmesinin göstergesidir. Böylesi bir sosyal gelişmenin bireysel özgürliklerle bir ilgisi olmadığı gibi, tam tersine, geri kapitalizmin tarikatler marifetiyle insanlar üzerinde kurduğu baskının göstergesi olduğu yadsınamaz. Bu durumda türbanın üniversiteye girmesi, samimi duyguları ya da inancı gereği kendi isteği ile kafasını kapatmış bir genç kızın üniversiteye girmesi ve eğitim hakkından yararlanması anlamına değil, ki bu hak çok doğaldır ve kimse buna müdahale hakkına sahip olamaz, türbanın arkasındaki gerici ideolojinin üniversiteye girerek, bilimsel özgürlüğü engellemesi ve toplumu ortaçağ karanlığına sürüklemesi anlamına gelir, ki insan haklarına saygılı ve toplumun ilerlemesinden yana her kesimin buna karşı olması gerekir!
Kapitalizmin neden böyle bir baskılama politikasına ihtiyacı olduğu konusuna eğildiğimizde ise, yoksullaşma ve fakirleşme ile karşılaşmaktayız. Yoksullaşan geniş halk yığınlarının pasifize edilebileceği ve sisteme zararsız bir halde tutulabileceği en etkili doku din sömürüsüdür. Bu nedenledir ki, sadece Türkiye’de değil hemen tüm çevresel konunmlu gelişmekte olan (daha doğrusu gelişemeyen) ülkelerde dincilik yükselmekte, hatta merkez kapitalist ekonomilerde de tarikat ve dinscilik alanları giderek yaygınlaşmaya yüz tutmaktadır. Kısacası, türban meselenin doğrudan bireysel özgürlükler bağlamında ele alınması yanlış olduğu kadar, çok ciddî bir saptırmadır da! Türbana yeşil ışık yakmanın, insanları özgürleştirme anlamına değil, yaygınlaşan yoksulluğa rağmen sömürgeci düzene hizmet ederken bilincinin köreltilmesi anlamına geldiğini tartışmak ve düşünmek durumundayız. Tartışmanın ve düşünmenin bir tür entellektüel görev olduğu kabul edilirse, entelleltürellerin türbanla birlikte, ama onun çok üstünde ve derinlemesine, dünya ekonomik sistemi, küreselleş(tir)me ve yaygınlaşan sömürüye koşut olarak, yoksulluk vb gibi kavrtamlar üzerinde kafa yormaları gerektiğine inanıyorum!
Prof. Dr. İZZETTİN ÖNDER
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy36173 = 'izzettin' + '@';
addy36173 = addy36173 + 'acikgazete' + '.' + 'com';
var addy_text36173 = 'izzettin' + '@' + 'acikgazete' + '.' + 'com';
( '' );
36173 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
AÇIK GAZETE - 10 Şubat 2008