Necdet SUBAŞI / Sabah
"Alevi Çalıştayları Nihai Raporu" geçtiğimiz hafta Devlet Bakanı Faruk Çelik tarafından kamuoyuna takdim edildi.
Rapora ilişkin tepki ve değerlendirmeler henüz tam bir netlik kazanmış olmasa da alışılagelmiş refleks ve tavırların ortaya çıkmasında hiçbir gecikme yaşanmadı.
Oysa rapor "hepten kabul" veya "hepten ret" şeklindeki bildik karşılamaların ötesinde bir değerlendirmeyi hak ediyor.
Her şeyden önce rapor, şimdiye kadar hiçbir şekilde adı konulmamış, üzerine gidilmemiş, anlaşılması için gayret sarf edilmemiş bir konunun sorundan olguya kadar değişen tabiatını deşifre etmeyi amaçlıyor. Devlet ve toplum katında hiçbir şekilde müzakereye tabi tutulmamış bir gerçeğin, gündelik-politik mülahazalar eşliğinde içeriklendirilen yapısını bugün yeniden okunmayı gerektiren bir evsafa kavuşturuyor.
Uzun yılların, tarihsel ve kültürel referanslarının ağırlığını taşıyan Alevi gerçekliği, eklektik ve senkretik yapısının bir uzantısı olarak bugün pek çok sorunla karşı karşıyadır. Türkiye'nin fiili şartları, inanç gruplarının ehliyet ve olgunluğu, sürecin çoklukla güvenlik ve ihtiyat bağlamında ele alınmasına yönelik alışkanlıklar hatta gereklilikler sorunun iyice kabarmasına yol açmıştır.
Bu çerçevede, Hükümet birikmiş sorunların üstesinden gelme konusundaki heyecan ve arzusunu bir dizi faaliyetle gerçekleştirme çabası içinde olduğunu kamuoyuna deklare etmiş, toplam yedi çalıştaydan oluşan ve içinde diyalog ve müzakere etaplarını barındıran sürece start verilmiş, toplumun oldukça parçalı ve çeşitlenmiş yapılarıyla defalarca bir araya gelinmiştir. Alevilerin konuşup Alevilerin duyduğu bir sorun dünyası böylece tüm toplumun derinlemesine hissetmesini sağlayacak bir şekilde adeta kamuya mal edilmiş, buna bağlı olarak herkesin eteğindeki taşı orta yere koyması için gerekli ortamın sağlanmasına gayret edilmiştir.
Hazırlanan Alevi Raporu da, Aleviliği başta kendi tarihinden beslenen bilgi ve tecrübesi olmak üzere, devlet ve Sünni toplumla ilişkileri çerçevesinde yeniden ele alma gayretinde olmuştur. Giderek kendini sorunsallaştıran bir olgunun demokratik- laik bir hukuk devletinin normları içinde nasıl çözümlenebileceği konusu sadece ilgili paydaşlar nezdinde değil tüm toplumun ortak ilgi, duyarlılık ve beklentileri içinde değerlendirilmeye alınmıştır.
Aslında sorunun dini ve kültürel müktesebattan hareketle tanımlanması ve çözümlenmesi pekâlâ mümkün olabilirdi. Ne var ki mevcut yapılar konunun bu çerçeve içinde ele alınmasını bir hayli zorlamıştır.
Sorunun tüm maliyetinin İslam ya da Müslüman kültürünün dinamikleri içinde ele alınması, birkaç yüzyılı bulan kopmalar nedeniyle bir hayli zor olmuştur.
Aleviliğin bu raporda ele alınışında hangi kriterlerin öne çıktığı sorgulanabilir. Bu sorgu birbirinden farklı ve yer yer ayrışmış Aleviliklerin varlığı söz konusu olduğunda fazlasıyla açıklayıcı olacaktır. Nitekim Alevilikle Aleviler arasında hemen her gözlemcinin rahatlıkla fark edebileceği bir açıklık, çalıştaylarda da hissedildiği gibi bir hayli genişlemiştir.
Aleviliği bir kültür ya da inanç manzumesi olarak görenlerin sonuçta bu tercihleriyle neleri ima ettikleri hesaba katıldığında ortaya çıkan durum son derece şaşırtıcıdır.
Sorunun tanımlanması ve çözüme kavuşturulması konusunda bu tür detay ve analizlere yer olmadığı düşünülebilir. Ancak raporda da vurgulandığı gibi sorunun açıklık kazanmasının en temel şartlarından birisi, Alevilerin referans ve aidiyet vurgusunu tam bir açıklıkla ortaya koymalarıdır. Kimliğin ve beyanın hangi köklerden beslendiği atlanmaması gereken bir noktadır. Bugün kendine özgü bir müfredat talebinde bulunan Alevilerin bu çerçeveyi nasıl içeriklendireceği sorusu asla ihmal edilemez.
Rapor, Alevilerin modern Türkiye koşullarında kendi Alevilikleriyle birlikte nasıl dönüştüklerini de tartışmaya açmaktadır. Çoklukla şimdiye kadar taşra dünyasında inanç ve ritüellerini gerçekleştiren Alevilerin toplumsal görünürlük kazanmaları, paradoksal bir şekilde aynı zamanda kendilerini açıklanmaya mahkûm bir gruba dönüştürmüştür. Önyargılar, dışlama ve göz ardı etmelerle şekillenen kimlik politikalarının bugün ulaştığı sertlikte sadece devletin değil Sünni Müslümanların da payından söz etmek gerekir.
Alevilerin tarihte ve şimdiki zamanda yaşadıklarını tam bir yetkinlik içinde ortaya koymak yerine, bütün bunları çoğu siyasi ve ideolojik dikkatlerden beslenen bir lehçeyle kapatmak sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacaktır.
Bu çerçevede Rapor, sorunun çalıştaylara yansıyan boyutlarını bir referans olarak almakta ve mevcut durumun bir resmini çekmektedir.
Aleviliğin ülke içinde bir ada ya da bir getto olarak tanziminden yana olmayan her aklı başında vatandaşın düşünebileceği gibi birlikte yaşamanın öngörülebilir şartları içinde konunun açıklığa kavuşturulması gerekir.
Esasen rapor da bu dikkat içinde Alevilerin tarihsel ve gündelik gerçeklik içindeki boyutlarını göz ardı etmeksizin, kendilerini ne devlet ne de Sünni toplum nezdinde tanımlamaya ihtiyaç duymaksızın eşit birer yurttaş olarak kabullenilmelerinin önünü açmaktadır.
Sabah - 09.04.2011