İsmet Berkan
Bütün gazetelerin manşetinde dün aynı haber vardı: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Alevi inancına mensup bir vatandaşımızın okullardaki 'Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi' dersi aleyhine açtığı davada Türkiye'yi kusurlu bulmuş ve tazminat ödemeye mahkûm etmişti.
Kararın anlamı, herkesin bildiği bir yalanın yüzümüze vurulması aslında. Çünkü, dersin adı sözde 'Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi' ve yine sözde bu derste dinler hakkında genel bilgiler veriliyor ama gerçekte hepimiz biliyoruz ki bu 'din dersi' yani 'İslam dini' dersi ve üstelik de bu dinin Türkiye'de en yaygın hali olan Sünnilik dersi.
Diyeceksiniz ki bu sakıncalı mı? Hayır değil. Elbette okullarda İslam dini ve uygulaması dersi olabilir, bu derslerde talebe bağlı olarak Sünni uygulamalar öğretilebilir. Çocuklarımızın dinlerini ve uygulamasını okulda öğrenmesi elbette daha iyidir.
Ama önemli bir fark var: İslam dinine veya Sünniliğe mensup olmayanları ne yapacaksınız? Onlara da zorla Sünni ve Müslüman olmayı mı öğreteceksiniz?
Gelin daha oralara varmadan AİHM'nin kararını doğru okumaya çalışalım:
1. Mahkeme, Anayasa'nın 24. maddesinde yazılı 'Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Dersi' verilmesine karşı değil. Mahkeme, bu dersin ders kitabını mahkum etti.
2. Ders kitabının mahkûm olmasının nedeni, kitapta Aleviliğin anlatılmıyor olması. Bir 'Bahai' yurttaşımız başvursa, bu kez Bahailik anlatılmadığı için, bir protestan hıristiyan yurttaşımız başvursa protestanizm anlatılmadığı için kitap mahkûm olacaktı.
3. Ders kitabının esas olarak İslam dinini (Sünniliği) öğrettiği, onun uygulamalarını anlattığı, hatta çok sayıda surenin kitapta verildiği ve öğrencilerin bu bilgilerden yazılı sınava girdiği karara etki etti.
4. Kararın en önemli cümlesi, mahkemenin ders kitabının demokratik ve çoğulcu toplumlarda olması gereken ve öğrencilerin dinlerle ilgili eleştirel olabilmesini sağlayacak minimum kriterleri yerine getirmediğine hükmettiği cümlesi.
5. Mahkeme, 1990 yılında Yüksek Eğitim Şûrası'nın hıristiyan ve yahudi vatandaşların bu dersten muaf tutulmalarına ilişkin kararını da bir 'çelişki' olarak yorumluyor. Çünkü mahkemeye göre eğer ders kitabı bütün dinlere eşit mesafede ve dengeli olsaydı, böyle bir muafiyete gerek olmaz, ders sadece müslüman çocuklara zorunlu hale getirilmezdi.
6. Kaldı ki, mahkemenin önüne gelen davada da görüldüğü gibi, 'Benim inancıma uygun değil, beni muaf tutun' demek de işe yaramıyor, bir Alevi çocuğunun bu derse girmesi zorunlu kılınıyor.
7. Mahkemenin bana göre en önemli saptaması, 'muafiyet' uygulamasının zaten 'uygun bir metot' olmadığı.
Bu karar, son haftaların hararetli tartışmalarından biri olan yeni anayasa tartışmalarını da bence etkileyecek nitelikte ve etkilemeli.
İdeal bir dünyada, Milli Eğitim Bakanlığı karardan sonra hemen çıkar ve herkesi ikna edecek nitelikte bir bilim kurulu oluşturduğunu, bu kurulun Anayasa'da yazılı 'Din ve Ahlak Kültürü' ders kitabını, dersin adının da belirttiği içeriğe uygun olarak ve bütün dinleri bi hakkın öğretecek bir içerikte yeniden yazdıracağını açıklardı.
Bu dersin adının ima ettiği içeriğe kavuşmasına sanırım kimsenin bir itirazı olmaz.
Milli Eğitim Bakanlığı, ikinci bir adım olarak da, İslam dinini ve onun Sünni uygulama biçimini öğretmek için de Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bir ders kitabı ister, yanı sıra Alevilik ve diğer yaygın farklı inanış veya uygulamalar için de ders kitapları sipariş verir, ilköğretim okullarının son üç ve liselerin tamamı için seçmeli 'Din Dersi' konulacağını açıklardı. Din dersi okumak isteyenler bu dersi seçerdi, okumak istemeyenlerin kendilerinin muaf tutulmasını talep etmesine gerek bırakılmazdı.
Ama maalesef bu ideal dünyada yaşamıyoruz. Yaşadığımız dünya, 'gerçek'i tekelinde tuttuğunu düşünenlerin kendi 'gerçek'lerini hepimizin çocuklarına zorla öğretmeye çalıştığı bir dünya.
Ama bakın, gerçekte olmak istediğimiz dünyanın nasıl bir dünya olduğu AİHM kararında yazılı.
İsmet Berkan
11/10/2007 - RADİKAL