Batini öğretiye dayanan, islamiyeti kabul etmeden önceki batini ekollerin devamı niteliğinde olan ve son olarak İslam ile şekillenen bir inançtır. İsmaililik içerisinde, sabi inançlarından, Neo Platonculuktan, Hermetizmden gelen öğretiler hem dinsel hemde felsefik bir yoğrulma sonucu islamiyetin ALİ yandaşlığının kabulü ve İmam Cafer Sadık’ın oğlu İsmail’e bağlılığın bir sentezi olarak ortaya çıkan bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sünni islama karşı bir duruş olarak varlığını devam ettiren İsmaililer bunun sonucu olarak, “sapkınlar” gibi birçok iftiraya maruz kalmışlardır. Sünni İslam anlayışını reddeden İsmaililerde, yaratana tapınma yerine, Tanrı evren-insan üçlemesinden oluşan varlık birliğine inanma vardı. İsmaililer, imamın yeryüzünde Tanrı’nın tezahürü olduğuna inanırlardı. İmamlık soydan soya geçer ve İmamın söylediği ve yaptığı her şey doğru kabul edilirdi. Nitekim tarikatin lideri olan Şeyh el Cebel imam soyundan gelmekteydi.
İsmaililik batini ekol üzerine kurulmuştur dedik, bunun doğal sonucu olarak sünni baskısı karşısında “sır saklama” cemaat içinde çok önemliydi. Sırlar kişiye verilmeden önce gerekli güvenin sağlanmış olması ve sırrını açıklamayacağına dair ölümüne yemin etmesi gerekirdi.
İsmaililer “takiyye”nin de ilk uygulayıcıları olmuşlardır. Çünkü ismaililerde, namaz, oruç, hac gibi ibadetler kabul görmemiş ve Sünni baskısı sonucu takiyye yapmak zorunda kalmışlardır.
İsmaililerin 7 derecelik öğretisinin daha açıklayıcı olması açısından Cihangir Gener’in yazısını yazacağım.
İsmaili öğretisi, 7 dereceli bir tekamül zincirini içermektedir. Örgüte üye olmak isteyen aday, bir yıl boyunca incelemeye alınmakta, uygun görülmesi halinde özel bir törenle, kabulü yapılmaktaydı. Örgüte kabul edilenlere beyaz elbise giydirilir ve sonsuz itaat ve ketumiyet yemini ettirilirdi.
Birinci derecenin adı “Müminler” derecesiydi. Bu derecede İslamiyet ve Kuran öğretilirdi. İsmaililer için, semavi bir dini tam manasıyla tanımayan kişi, bu dinin ötesindeki öğretileri. anlayamazdı. Müminler derecesinden ikinci dereceye en erken iki yılda geçilebilirdi.
İkinci derece sahiplerine “Mükellefler” adı verilirdi. Mükelleflere, İslam dininin yanı sıra diğer dinler de öğretilir ve tek geçerli dinin İslamiyet olmadığı, aksine tüm dinlerin aynı hedefe yöneldikleri gösterilirdi. Mükelleflerden beklenen, dış dünyada aday olabilecek kişilerle temasa geçmeleri ve onları yanlarına çekmeleriydi. Bu derecede de yükselme süresi iki seneydi. Daha sonraki derecelerde müritler altıncı dereceye kadar en erken, birer sene arayla yükselirlerdi.
Üçüncü derece, “Dai’ler” derecesiydi. Sır saklama ve ketumiyetin öğretildiği bu derecede, müritlere Muhammed ve ondan önceki yedi peygamberin yaşam ve görüşlerinin yanı sıra, tarikatın sırları da yavaş yavaş verilmeye başlanırdı. Marifet kapısı denilen bu dereceye haiz Dai’ler, tarikata girmek isteyenler hakkında araştırma yapar, haklarında karar verirlerdi. Dai’lerin bir başka görevi de, mezhep hakkında propaganda yapmaktı.
Dördüncü derece “Dai-yi Ekber” yani, Büyük Dai derecesiydi. Dai-yi Ekber derecesini alan müritlere “Baba” da denirdi. Onlar gerçek kapısından Tarikate girmeye hak kazanmışlardı. Daha sonraki yüzyıllarda Yesevilik’te ve Bektaşilikte, en üst mertebeye ulaşanlara verilen “Baba” lakabı, İsmaililerin bu geleneğine dayanmaktadır. Dai-yi Ekber’ler tüm Dai’lerin başı durumundaydılar. Onlar, Mecalis el Hikme’lere de başkanlık ederlerdi.
Tarikatın gerçek sırlarının verilmeye başlandığı derece, “Tarikat kapısı” adı verilen beşinci dereceydi. Bu derecede tüm dinlerin, bu arada İslamiyet’in sadece, gerçeğe ulaşmak için yetersiz kalan birer yöntem olduğu anlatılır ve saliklerine, “bir yudum emenler” anlamına gelen “Zu Massa” denilirdi.
Hüccet adı verilen ve “Hakikat Kapısı” denilen altıncı derece, bir İsmailinin ulaşabileceği son dereceydi. Bu derecede evrende varolan ikilik, Tanrının üçlü vasfı ve kainatı meydana getiren dört büyük güç gibi Batıni doktrinin en önemli sırları verilir, tüm peygamberlerin, diğer bütün din kurucular gibi sadece birer Kâmil İnsan oldukları öğretilirdi. Tanrısal nurun “Işık” olduğunun belirtildiği bu derecede ona ulaşmak için derece salikleri ruhlarını arındırmak ve Kâmil İnsan konumuna yükselmekle mükelleftiler. İsmaililer, Tanrıya ancak altıncı derece sahiplerinin mükemmel bir yaşam sürdükten sonra, öldükleri zaman ulaşabileceklerine inanırlardı. Yedinci derece en mükemmel dereceydi ve Tanrısal bir niteliği vardı. Bu dereceye sadece, Tanrının yeryüzündeki tezahürü olduğuna inanılan, Şeyh el Cebel (Doğanın şeyhi) sahipti. Tüm İsmaililerin lideri olan şeyhin diğer unvanları da, “Belag-ı Azam (Kutsal Kelam Üstadı)” ve “Namus-üI Ekber (Büyük Sır Üstadı)” idi.