İsmail ASIL : "Hak" Yok Yükümlülük Vardır !

İsmail ASIL : “Hak” Yok Yükümlülük Vardır…!  Ülkemizde gün olur bütün milliyetçi-mukaddesatçı...

İsmail ASIL : “Hak” Yok Yükümlülük Vardır…!
 
Ülkemizde gün olur bütün milliyetçi-mukaddesatçı devletlileri ayrımsız harekete geçiren günler vardır. Hele biri vardır ki adı her ne kadar bayram da olsa o da 1 Mayıs'tır. O gün olanca hışımlarıyla ceberut yüzlerini gösterirler. Tüm muktedirler bir telaşla, emeğin ve solun karşısında nasıl da ortaklaşırlar. Nasıl da siyasal “zoru” hemencecik devreye sokarlar, sormayın.. Düşünsenize nasıl da gürlemişti sayın haşmetli başbakan, hemen 1 Mayıs öncesi; “Ayaklar baş olamaz, olursa kıyamet işte o zaman kopar” sözleri günlerce yankılandı emekçilerin ve sıradan her bir bireyin zihninde. Akabinde öyle bir saldırı dalgasıyla sarsıldı ki sokaklar, caddeler ve Taksim Meydanı, bu ülkenin “ayak takımı” dediği işçiler, emekçiler, bir kez daha vahşice ezildiler. Hem de kendi günlerinde. Günlerce, bazen de bir hafta dini bayramlarda tatil yapanlar - ki Hanefi Sünni mezhebinin dışındakilerin bayramlarını yok sayarlar- onlara bir günlük tatili çok görüp, sermayenin o günkü çıkarları doğrultusunda zararın maliyetini -iki katriliyon- hemencecik yapıverdiler. Gelir dağılımdaki adaletsizliğin, açlığın, yoksulluğun üstünü örtercesine.. Öyle ki bırakın bayramı, hak aramanın ve talepkar olmanın da ne demek olduğunu “ayak takımına” böylece göstermiş oldular..

Gelin şimdi sonradan “baş”olmuş “kendilerine müslüman sözde dindarlara” birazcık mercek tutalım. Bir kere başbakanın kusmuş olduğu bu söz öyle durup dururken bir anlık gafletle ağızdan çıkmış söz değildir. Tam da akarsuyun gözünden söylenmiş bir sözdür. Onların ideolojik zihniyetlerini şekillendiren, taa genlerine sirayet etmiş olan sol ve emek düşmanlığının dile gelişidir. İçlerinden çıkmış olduğu halka, ihanetin sözüdür. Gerçi bu zevatların her seferinde övünçle bahsettiği kendi tarihleri olan Osmanlıda, aynen bunlar gibi kendi içlerinden çıktığı Batini Türkmen halklarına ihanetin, her türlü kıyım ve zulümlerle biçimlendiği, onları “ayak takımı baldırı çıplak şakiler” olarak gördüğünü bilmiyor değiliz. Tüm bu olup bitenleri tanrı ve onun yeryüzündeki temsilcisi otorite adına kutsadığını… Mazlum halklar için türlü türlü fetvalar verip boyun eğdirildiğini, olmadı ortadan kaldırıldığını. İşte bu gün için Osmanlıyı sahiplenenler, kendilerinde kudret ve kuvvet sahibi görenler, daha dün başka bir “kemalist” gücü ve zoru karşısında “mağdur ve mazlumu” oynayanlar bükemedikleri bileğe eyvallah diyen bir pozisyondalardı. Bu gün ise kılıç kuşanıp devletin “zor” gücünü arkalarına alıp, “hak” arayanlara göz dağı verenlerin, dinsel algılarında zaten, yaratan birde yaratılan mutlak “kullar” vardır. Efendiler birde köleler ve dahası güçsüzler, birde onlardan gücünü alan güçlüler vardır. Öyleyse “en alttakiler, ayaktakımı ve baldırı çıplaklar” hadlerini bilmeli “baş” olma gibi bir talepleri olmamalı ve her zaman tanrıya, O'nun kutsadığı otoriteye “kulluk” görevini yerine getirmeliler. Kaldı ki bu eşitsizliğin müsebbebi onlar değiller. Kuran bu dünyayı böyle kurmuştur. Onun içinde bu dünyada verebilecekleri bir hesapları yok, olsa da zaten öbür dünyada tanrı katında verilecek olandır. Solun “emek en yüce değerdir” sözüne sakın itibar etmeyin, "kutsal ve yüce” olan “sadaka ve zekattır”. Demokrasilerde eşitlik mücadelesi bir “hak” olarak görüle dursun, onlara bu “hakkı” tanrı tarafından ,”rızkı” ise kimine az kimine çok verilen, kullarında buna rıza göstermesi öngörür.”Hak” mücadelesine değil, tanrının “ipine” sarılmaları gerekir. İşte bu eşitsizlikler üzerine kurulmuş dünyada, kulun çıkarları adına “hak” talep etmek, hele emeğin sermayeye karşı sendikal örgütlenmesini savunmak, tanrının saptadığı bu dünyada “nizamın” bozulmasıdır,”fitne” ve “fesatçılıktır”,dahası “nifaktır”. Kulların hakları olamaz ancak yükümlülükleri vardır. Sonuç itibariyle, bu yükümlülüklerini her şart altında yerine getirmeli ve her türden otoriteye “biat”etmeli, hizmet için çalışılmalıdır.. Rızk mı? onu verende, alanda Allah'tır. Özetle “birlik ve beraberlik” adına toplumun kontrolü ve denetimi için gerekli olan “zor”da dahil, dinsel kutsallıkları da kullanmaktır. Yeni mülk sahiplerin zihniyet dünyalarını şekillendiren işte budur.

Sonuç olarak, bu kavramlarla anlam dünyalarını belirleyenlerin, 1 Mayıslarda takınacağı tavrın farklı olabileceğini beklemek saflık olurdu. Bunun dışında her “hak” ve talep için verilecek mücadele, bunların “kutsal din ve manevi, milli değerlerine” birer saldırı olarak görülür. Bir diğer yandan, tüm bu pervasızlığın ve hışmın başka bir boyutu, iyice palazlanmış olan kendi sermayelerini ve uluslararası çıkarlarını korumaktır. Daha dün nasıl ki emperyalizm ve onun yerli işbirlikçilerinin hizmetinde, solun yok edilmesinde taşeron olarak onlara güç temin ettilerse, bugün de küresel neo-liberalizimin ülkemizde bire bir uygulayıcılığına soyunmuşlardır. Bunun içinde kendilerine engel olarak gördükleri sola ve her türden muhalefetin yanında emek güçlerine var güçleriyle saldırıyorlar. Bakmayın siz onların iki yüzlü demokratlıklarına, sahte hoşgörü ve “mazlumu” oynadıklarına. Çıkarları gereği, tüm eşitsizlikleri tanrı adına kutsayanların muradı, tüm farklılıkları ve “ötekileri” “hak yoluna” sokmak, beraberinde “tektipleştirmeyi” dayatmaktır. Devletine, işverenine itaatkar, görmeyen, duymayan, ”şükürcü” kullar yaratmakdır. İşte bu ölçülere uymayanların, emekçilerin kendi paylarına düşende 1 Mayıs'ta meydanlarda yaşananlar olmuştur.

İsmail ASIL
ALEVİ HABER AJANSI - 4 Mayıs 2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku