Dersim’de 1937-38’de bir katliam yaşandı. Binlerce insan öldürüldü, sağ kalanlar ise sürgüne gönderildi. Dersim’in küçük kızların ise payına ailelerinin katliamında yer alan askerlerin yanına evlatlık verilmek düştü.
Sayıları bilinmiyor, Genelkurmay’da saklı. Nezahat-Kazım Gündoğan çifti Dersim’in kayıp kızlarının peşine düştü. Şimdi 80 yaşında bir çok kadınla görüştü. Ortaya “İki tutam saç, Dersim’in Yitik Kızları” belgesel filmi çıktı.
Kızların ve Dersim’de kalan ailelerin dramını filmin yönetmeni Nezahat Gündoğan ve eşi Kazım Gündoğan’dan dinledik.
»Bir kadın 80 yaşında kendi ailesinin katlinde rol oynayan bir askere evlatlık verildiğini öğrendiğinde ne hisseder?
Nezahat Gündoğan: Bugüne kadar hiç konuşulmamış bir konu bu. Konuşma isteği oluşturmak hiç kolay olmadı. Yıllardır konuşulmayan, kendilerine dahi itiraf etmekte zorlandıkları bir konuydu bu.
» Dersimli olduklarını biliyorlar mıydı?
N.G: Yaşı küçük olanlar bunu çok iyi hatırlamıyor. Fakat 6-8-10 yaşında olanlar süreci çok iyi anlıyor. Tepkilerinin ne olduğunu söylemek için travmanın boyutunu iyi anlamak lazım. Hangi koşullarda neler yaşadılar? Bugüne kadar anlattıklarını bir çocuk gözüyle aktarıyorlar. Şu an 80 yaşındalar ama onların hala çocuk olduğunu alıyorsunuz aslında. Kendisine ve ailesine zulüm uygulayanların farkındalar. Fakat kadınlar hayatta kalmış olduklarına bile şükredebiliyorlar. Genel olarak bu kişilerin kendi iç dünyalarında yaşadıkları ile birlikte değerlendirmek gerekiyor. Bunu uzmanlar tarafından incelenmeli. Çok rahat tanımlanabilecek bir şey değil. Dolayısıyla travması da daha boyutlu oluyor.
» Ermeni soykırımında da kurtulan zulme uğrayan kadınlar çocuklarına torunlarına o dönemi anlatamıyor, ya da ölmek üzereyken anlatıyor. Burada da benzer bir durum söz konusu mu?
N.G: Tabiî ki. Bizzat gözlemlendiğimiz bir durum bu. Korumacı bir mantıkla yanaşıyorlar olaya. “Ben yaşadım çocuklarım yaşamasın” durumu var. Çocuklarını korumak istiyorlar. Gelecek kaygısı da var.
» Dersim genelinde de bu durum var. “Biz yaşadık orda kalsın, çocuklarımız yaşamasın” diye olayı gizleme durumu var.
N.G: Yaşanlarla yüzleşememiş, hesaplaşmamış toplumlarda benzer refleksler var. Yaşamını devam ettirmek için yok sayarak yaşamaya çalışıyorlar. Röportajı kabul etmeyen kadınlar oldu. Kadınlarla tanıştıktan sonra günlerce ağladığım oldu. Hatta çekimi yapacağımız gün bir kadın konuşmayı reddetti. Bu insanlar artık 80li yaşlarda. Yaşadıkları ortama göre şekillenmişler. Onlar artık Dersimli değil. Dersim kültürü ve kendi dili ile artık konuşmuyorlar. Bu çok önemli. Köken olarak Dersim’den gelebilirler fakat yaşadıkları koşullar ortam ve kültür farklı. Kadınlar için “Tırki olmuş” bile deniliyor.Ne tam Dersimli ne de yeni gittikleri yerlere kendilerini ait hissediyorlar.
Kazım Gündoğan: Bu tür büyük travmalar yaşayan toplum bireyleri bunları unutmak zorunda kalıyor. Yoksa bu acıyla yaşamazlar. Büyük bir katliam yaşamış, ailesinden koparılmış, bilmediği bir araçla bilmediği yerlere götürülmüş, o yerlerde de bilmediği bir dille, tanımadığı ve kendisine düşman gibi davranan, hatta ailesini katletmiş subaylar ve onların aileleriyle yaşamak zorunda. Tüm bunları yaşamış kadınlara “Sizin ailenizi öldürmüş insanlara hala nasıl baba diyebiliyorsunuz? diye sorduk. Kadınlar babalarından bahsederken, Tanrı’dan bahseder gibi konuşuyorlardı. “Yaşıyorsam onun sayesinde yaşıyorum” diyorlardı. Siz bile babanızdan böyle bahsedemezsiniz.Çocuklarının geleceği, güvencesi ve kendi güvenlikleri için suskun olmak zorunda kalıyorlar.Belli bir yaşa geldiklerinde, ölüm korkusu, iç hesaplaşma gibi nedenlerle mesela “Ben ölürsem Malatya Kahta’da yolunun oralarda bir yere beni gömün, oralardan Tunceli arabaları geçer” gibi sözler söyleyebiliyorlar.Kadınların çocuklarının bazıları tamamen milliyetçi, ırkçı, babaannelerinin Dersim çocuğu olduğunu kabul etmiyor. Bunların aralarında çok ciddi milliyetçi partilerde çalışanlar, hacca gidenler var.
Görüşürken “sizin için ve benim için iyi olmaz” gerekçeleriyle, çocuklarına haber vermeden bizimle gizli görüşen kadınlar var. Çocukları hala subay oldukları için zarar vermemek maksadıyla görüşmeyenler var. Bir yandan da kadınları bulan Dersimli akrabaları, “Siz Kürtsünüz, Alevisiniz, neden böyle davranıyorsunuz” diyip yargılayanlar var. Bu da kadınlarda daha büyük bir travmaya yol açıyor. Ailelerini özlemle buluyorlar fakat ilişki kuramıyorlar.
» Askerler açısından bakarsak, katliamda yer alan askerler neden Dersimli kızları evlatlık almak ister?
N.G: Aslında bunu kutsal bir görev olarak görüyorlar. Millet birliği, tek bir ırka dayalı bir ulus yaratma fikri o dönem çok egemendi. Bu da o düşüncenin bir parçası.
» Kızların toplanması nasıl gerçekleşti? Resmi tarihte çağdaş bir öğretmen olarak sunulan Sıdıka Avar’ın rolü nedir?
N.G: Sıdıka Avar gitmeden önce, 37-38 sonrası bölgede kalanların kızlarını Jandarma alıyor. Sonra Avar gönderiliyor. Kızların asker zoruyla toplanması tepki yaratıyor. Bunu ulvi bir görev olarak gören Avar köy köy dolaşıyor. O günkü koşullarda Dersimde köy köy dolaşmak büyük bir iş, yaptıklarını gerçekten inanıyor.
K.G: Bu bir devlet politikasıydı. Dersim’de devlet hiçbir şeyi tesadüfe bırakmıyor. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya o dönem katliamdan sonra kız çocuklarının kalacağını öngörüyor ve çocukları Türk kültürüne kazandırmak için okullar açılması gerektiğini söylüyor. Elazığ’daki okul da böyle bir talebin sonucu açılıyor. Açıldıktan iki yıl sonra da Sıdıka Avar gibi bir misyoner öğretmen geliyor. Bir yandan Avar diğer yandan da jandarma katliamdan kurtulan kızlar topluyor ve devlet politikası dahilinde kızlar subaylara veriliyor. Subayların gönüllülüğünden ziyade, devletin zoru var. Evlatlık söz konusu değil, kızlar götürülüyor ve evler de Türkleştiriliyor. Zorla dil öğretiliyor, okula gönderilmiyorlar. Subaylar kendi nüfuslarına kaydetmiyor. Çocuklar tamamen hiçlik içerisinde yaşıyorlar.
» Subayların yanına verilen kızların sayısı belli mi?
K.G: Biz bu sürecin bütünlüklü olarak devlet kayıtlarında olduğunu düşünüyoruz. Devlet kayıtları açıklanmadığı için net bir sayı söylemek mümkün değil. Bizim yaptığımız araştırmalarda yüzlerce çocuğun böyle götürüldüğünü biliyoruz. 60-70 çocuğu biz isim olarak tespit ettik ve öykülerini dinledik. Bir kısmıyla röportaj yaptık fakat bazıları kabul etmedi. Bir kısmı ailelerini bulmuş ve görüşmüşler, yabancılaşmaya rağmen. Bir kısmı da hala aileleri tarafından aranıyor. Askerin çocuklarını götürdüğünü biliyorlar. “Aradık bulamadık” diyenlerin öyküsü de çok fazla. Bunları da kayıt altına aldık.
N.G: Belgeselde bu durumun iki yönünü ele aldık:Ailelerini bulanlar ve hala arananlar. Ailelerini bulmuş iki amca torununu buluşturduk, bir de hala aranan iki amca kızının öykülerine yer verdik. Bu öyküyü de en küçük kardeşler anlatıyor. Onların öykülerinin derinleşmesiyle konu daha rahat anlaşılabiliyor. Filmin sonunda bizim tespit ettiğimiz hala arananların isimlerini verdik. Biz özel olarak kız çocukları üzerinde durduk. Ortada bir travma var. O sizin benliğinize işliyor ve “Beni işle, gün yüzüne çıkar” diyor. Kadınların öykülerini dinlediğinizde kendinizi insani olarak sorumlu hissediyorsunuz. Kızların dramı herkesin bir şekilde vicdanına hitap ediyor.
» Asker çocuklarıyla görüştünüz mü?
K.G: Görüştük. Katliama katılan askerlerin 1970-80’li yıllara gelindiğinde Dersim’de yaptıklarının ne büyük bir vahşet olduğunu ve öbür dünyada bunun hesabını veremeyeceklerinin acısıyla öldüklerinin öykülerini dinledik. Asker çocuklarından ‘siz zannetmeyin ki bu travmayı sadece öldürülenlerin çocukları yaşadı. Öldürenlerin çocukları olarak biz de bu travmayı yaşadık” şeklinde öyküler de dinledik.
» Dersim’in kayıp kızları hakkında insanlar ne düşünüyor?
N.G: Bugün en azından belli çevreler Dersim’de yaşananları artık yok sayamıyor. Devletin resmi anlayışının çok etkisinde olanlar bile evlatlık verilen çocukları inkar edemiyor. Kabul ediyorlar fakat, “Tamam bir takım aşırılıklar yapıldı, fakat bu çocuklar ortada mı kalsalardı” şeklinde de hemen savunma geliştiriyorlar. Bu belgeseli askerlerin özellikle izlemesini istiyoruz. Galaya davetli listesinin geniş tutulmasının nedeni de bu: “Konuşmadan önce lütfen anlayın. Sonra konuşun. Ortada mı kalsalardı dediğiniz çözüm gerçekten çözüm mü? Neden ortada bıraktınız?” demek istiyoruz. Bu acıdan öncelikle devletin resmi teziyle düşünen insanların izlemesi gerekiyor. Film izlendikten sonra da bir tartışma sürecinin başlamasını istiyoruz.
K.G: Bu devlet kuruluşundan beri bir politika uyguluyor. Bu politika beraberinde kan, zulum, açlık ve acı getirdi. Halkları birbirine düşman etti. Savaşlar katliamlar yaptı. “Tüm bunlar ne kazandırdı?” diye devleti yönetenlerin kendilerine sorması gerekiyor. Başbakan’ın “Dersim’i katliamı” demesi de önemli. Cumhuriyet tarihinin en karanlık ve vahşi olaylarından birisidir Dersim. Bu nedenle Dersim’le yüzleşilmeli. Devlet çıkıp özür dileyebilmeli. Hükümet acısından da açılım konusunda somut bir adım olur. Yüzleşme, Dersimliler açısından da en azından yaralarına bir merhem olacaktır.
Evren’in eşinin Dersimli olduğu gerçek olabilir
» Kenan Evren’in eşinin Dersimli olduğunu iddia etmiştiniz? Bu iddiayı kanıtlayacak yeni bilgiler geçti mi elinize?
N.G: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bu iddiayı güçlendirecek bazı bilgiler var. Güçlü bir iddia bu. Aslında Evren’in de bu iddiaya apar topar aksi yönde açıklamada bulunması bile dikkate alınması gerekiyor. Araştırmaya devam ediyoruz.
K.G: Bu iddiayı aslında devletin açıklaması gerekiyor. Araştırmalarımız sonucunda bu iddianın gerçek olabilirliği yükseldi. Şehir efsanesi değil.
» Hrant Dink, Atatürk’ün manevi kızının Ermeni olabileceğini yazmıştı. Sonrasında bir linç kampanyası başlatılmış ve katline varan süreç yaşanmıştı. Siz her hangi bir tehdit aldınız mı?
K.G: Kenan Evren, Atatürk gibi kurucu unsur olmadığı için çok fazla tepki almadık. Fakat rahatsız olanlar oldu. Evren ve çevresi de rahatsız oldu.
» Kozmik oda tartışmaları var. Bu odalardan Dersim’in kayıp kızlarıyla ilgili belgeler çıkar mı?
N.G: Devletin arşiv tutma geleneği, Osmanlıdan beri iyi. Dersim’de yapılanlar gün gün planlı. Hatta Seyit Rıza’nın saat kaçta yakalandığı bile yazılı. O dönemde Dersim’de iki kız çocuğu askerler tarafından götürülüyor. Aile de sürgün olarak gittikleri Manisa- Salihli’de çocuklarını arama çalışmalarını sürdürüyor. Devlete bir dilekçe veriyorlar çocuklarla ilgili. Genelkurmaydan yanıt geliyor. Yanıtta, kızların Yarbay Münip Yılmaztürk’ün nezaretinde, yanında olduğu yönünde bilgiler veriliyor. Bu da bize çocukların kayıtlı olduğunu gösteriyor. Sağ kalanların toplandıkları yerlerde kayıt altına alındığını biliyoruz. Hangi çocuğun nereye götürüldüğü tek tek kayıt altına alınıyor. Genelkurmay’da genel bir belge olduğu uzak bir ihtimal değil. İnsanlar yakınlarının akıbetlerini, nerede ve nasıl yaşadıklarını bilmek istiyor. Anneler yıllardır ağlıyor çocukları için. Her günleri ızdırap içinde geçiyor. Filmde de ailenin en küçük kızı, nasıl annesinin yıllarca kayıp kızının acısıyla yaşadığını ve bu acının nasıl kendisine geçtiğini anlatıyor: “Bizim üstümüzü örterdi, ağlardı annem. Acaba onlar açlar mı, dövülüyorlar mı, üstünü örten birisi var mı?” diye.Bir hayatı bu acıyla geçirmişler.
» İki tutam saçın hikayesi nedir?
N.G: Biz bu iki tutam saçı İstanbul’da yaşayan bir Dersimli ailede gördük. Bir anne Dersim’den götürülen kızının saçını saklamış. O gün sarıldığı bezle yüreğinin üstünde, ölene kadar. O saçlar 74 yıldır ailede. Biz o saçları gördüğümüzdeki ilk duyguyu anlatamam. Yanımızda ilk açıldığında ürperdik.
K.G: : Bu filmde ömrünün tamamını çocuklarından kalan saçları koynunda taşıyarak yaşayan bir annenin dramı var. İnsanlar o annenin dramını, koynunda taşıdığı saçın bir telini bile yüreğinde hissetse emin olun çok şey değişir.
OZAN BİLİR - İBRAHİM VARLI / BİRGÜN PAZAR - 21 Şubat 2010