İki arada bir derede

İki arada bir deredeAlevilik bir inanç kadar muhalifliği de ima ediyor.Temsili demokrasiye geçiş, çoğunluk Sünnileri “siyasal...

İki arada bir derede

Alevilik bir inanç kadar muhalifliği de ima ediyor.

Temsili demokrasiye geçiş, çoğunluk Sünnileri “siyasal iktidar”ın belirleyicisi haline getirirken, azınlık Alevileri, “bürokratik devlet iktidarı” ve onun sosyolojik uzantısı olan laikçi zümrenin yanına itiyor

İshak TORUN / Radikal II

Değişen iç ve dış konjonktür, bir kimlik olarak Aleviliği Türk politikasının kalıcı gündemi haline getiriyor. Alevilik, Türkiye’de politik eksenleri belirleyen “laiklik”, “İslam-cılık-” ve “Kürtlük” parametrelerinin yanında dördüncü olma potansiyelini taşıyor.

Alevilerin siyasal bilinci, referansları ve Osmanlı geçmişi itibarıyla sivil bir siyasal kültüre dayanıyor. Hatta Alevilik, bir inanç ve kimliği ifade etmek kadar, protestoyu/muhalifliği ima ediyor. Ne var ki, bu muhalif siyasal kültür, çok partili sisteme geçtikten sonra, özellikle 1960’tan itibaren, aksi yönde bir mecraya giriyor.

Cumhuriyet’in kurulması, Osmanlı’daki “merkez-çevre” işleyişini ve bu şablon içindeki Alevilerin kenara itilmişliğini değiştirmiyor. Yalnızca, merkezle çevreyi ayrıştıran ideoloji ile merkez ve çevreyi oluşturan bileşenleri değiştiriyor. Gerçi, Sünni ideolojinin siyasal belirleyiciliğini ortadan kaldıran Cumhuriyet’in laikçi politikaları, Alevileri nispeten rahatlatıyor. Ancak, tekke ve zaviyelerin ayrım yapılmadan tümünün kapatılması, Aleviliği tekrar çevreye mahkum ediyor. Nitekim Dersim olayları, Cumhuriyeti iştahla desteklemiş Alevileri büyük bir sükutu hayale uğratıyor. Öte yandan, Alevilerin kırsalda yaşaması/yaşamaya mahkum edilmesi kimliklerini korumalarında yararlı oluyor. Alevilerin kimlik meselesi tam da Cumhuriyet’in homojenleştirici politikalarının etkisini kaybetmeye başladığı 1950 sonrası sürecin ürünüdür.

Bürokratik devlet, tek başına sürdürdüğü iktidarını, çok partili sisteme geçtikten sonra muhafazakâr iktidarların dominantlığındaki parlamento ile paylaşmak zorunda kalıyor. Bir yanda bürokrasiyi temsil eden “devlet iktidarı”, diğer yanda Sünni muhafazakâr çevreyi temsil eden “siyasal iktidar”. Devlet iktidarı bürokratik mekanizmalarla kamusal alanı kontrolü altında tutmaya çalışırken, siyasal iktidar ise temsili demokrasiden aldığı çoğunlukçu enstrümanla bürokratik devlete nüfuz etmeye çalışıyor. Kısaca, Alevilerin karşısındaki iktidar merkezi birden ikiye çıkıyor. Onlardan biri resmi üst kimlik kalıbında eritmeye çabalarken, diğeri sosyolojik üst kimlik (Müslüman Türklük) potasında asimile etmek istiyor. Bu iki dışsal etkene göç, kentleşme, eğitimin yaygınlaşması, ticarileşme gibi otonom etkenler de ilave oluyor.

Muhafazakâr değil

Aleviler, çevrede olmakla birlikte tarihsel ve sosyal nedenlerden dolayı muhafazakâr çoğunluk içinde değiller. Devlet iktidarı ile siyasal iktidar arasındaki siyasal kutuplaşma sağ kitle partilerinin Sünni İslam yönünü öne çıkartıyor. Bu durumda, Aleviler kaçınılmaz olarak öteki siyasal merkeze, bürokratik devlet iktidarına yaklaşıyor. Bunun aşılabilmesi demokrasinin yerleşikleşmesine, yani temsili demokrasinin hak ve özgürlükler temelinde çoğulcu demokrasiye dönüşmesine bağlı. Böylelikle, Alevi ve diğer sosyolojik azınlıkların kültürel/kimliksel hakları korunabilir. Ve, Alevilerin devlet iktidarına yakınlığını bir stratejiye/takiyyeye mi, yoksa bilinçli bir tercihe mi hamlettiği konusunda sağlıklı bir yargıya varmak böylelikle mümkün olabilir.

Temsili demokrasiye geçiş, çoğunluk Sünnileri “siyasal iktidar”ın belirleyicisi haline getirirken, azınlık Alevileri, 1950’li yıllar hariç tutulacak olursa, “bürokratik devlet iktidarı” ve onun sosyolojik uzantısı olan laikçi zümrenin yanına itiyor. Bu yanaşma, bazılarına göre Stockholm sendromuyla ilgili görünse de, karşılıksız kalmadı. Nitekim, bürokratik devlet iktidarının inisiyatif sahibi olduğu yer ve zamanlarda muhafazakârlara kapanan bürokrasi kanalları, Aleviler için sonuna kadar açık kalıyor. 28 Şubat sonrasında devlet iktidarının çevreyi terbiye etmek için kamusal alana, türban ve dindarlık gibi konularda koyduğu sınırlamalar dolaylı olarak bu amaca hizmet ediyor. Alevilerin egemen söylemlerle özdeşleşip statükoya eklemleşen yaygın imajı bu süreç içinde gelişiyor.

Öte yandan, Alevilerin devlet iktidarı ve onların sosyolojik uzantıları olan laik kesimle içiçe geçmesinin anlaşılır nedenleri vardır: Solcuların dine bakış açılarının sağcılara göre daha nötr olması, mesela namaz kılmak, oruç tutmak zorunda kalmamaları, geleneksel Sünni dışlayıcılığıyla karşılaşmamaları, Alevi gençlerine Sol-Marksist-Kemalist çizgiyi sempatik hale getiriyor. Bu içsel nedenler, bürokratik (derin) devletin Alevileri Sünnilere karşı sosyolojik denge unsuru olarak görmesiyle kesişince sonuç doğuruyor. Aleviler, özellikle 28 Şubat ile başlayan süreçte, bürokratik devlet elitlerince, AKP ve onun dayandığı muhafazakâr çevreye karşı çözüm ortağı olarak görülüyor.

Nihai analizde, AKP gibi sağ kitle partilerinin temsil ettiği Sünniler ile bürokratik devlet iktidarının çözüm ortağı görüntüsü veren Aleviler arasında çözülmesi gereken bir güven sorunu var. Bunun için her iki tarafa sorumluluk düşüyor. Alevilerin Sünnileştirilme kaygılarını gidermek AKP’ye düşerken, şeriat korkusuna sığınarak devletin ideolojik aygıtı olmaktan vazgeçmek ise Alevi örgütlerine düşüyor.

Sonuç olarak, Türkiye’deki “devlet iktidarı-siyasal iktidar” şeklindeki ikili yapı, küreselleşme ve neoliberalizm etkisiyle, bilhassa AB giriş faktörünün zorlamasıyla, değişmeye başlıyor. Birinci lehine olan güç dağılımı giderek ikinciye doğru kayıyor. Siyasal iktidarın güçlenmesi, devlet iktidarına yaslanarak var olmayı giderek işlevsiz bırakıyor. Böylelikle, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin vaat ettiği “eşitlik ve özgürlük temelinde, vatandaşlık bağıyla, ötekilerle bir arada yaşama” söylemi yükselen değer haline geliyor.

İSHAK TORUN: Yrd.Doç., Niğde Üni.
Radikal 2 - 06.12.2009

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku