Yasin Aktay / Yeni Şafak
Geçtiğimiz ay içinde Alevi söylem temsilcileriyle birincisi yapılan Alevi Çalıştayı'nın ikincisi İstanbul'da yapıldı. Bu seferki Çalıştay Alevilik üzerine akademik çalışmalarıyla temayüz etmiş bilim adamlarıyla yapıldı. Toplantıda Alevilik üzerine akademik çalışmaların bilimsel düzeyi, sorunları ve zorluklarının yanı sıra, bizatihi Türkiye üniversite hayatının akademik çalışmalar için genel sorunları tartışıldı.
Akademisyenlerin çalıştıkları alan dolayısıyla belli bir kimliğe sahip gibi görülmeleri (Alevilik çalışanların Alevi, Kürtlüğü çalışanların Kürtçü, İslam üzerine çalışanların dinci görülmeleri) gibi son derece basit ama o ölçüde de yaygın bir sorun Türk akademisinde derinleşmenin aynı zamanda büyük riskler içerdiğini anlatır. Ancak akademik hayatta derinleşmenin önündeki tek sorun kuşkusuz sadece bu da değildir.
Türk akademisinin şu veya bu nedenlerle kendi içine kapalılığı onun günlük hayat için ufuk açıcı bilgiler geliştirmesini de önlüyor. Fildişi kulesine çekilmiş akademi, bu kuleden yukarıya doğru bir yükselme veya derinleşmenin ortamını da sunamıyor, ne yazık ki. Üniversitenin ürettiği bilginin hayatın gerçekleriyle bir ilişkisini kurmak için apayrı bir çalışma yapmak gerekiyor.
Alevilik sorunu karşısında akademisyenler aslında bir vesileyle kendi sorunlarıyla yüzleşmiş oldular. Siyasetçinin akademisyenden daha ileri bir konumda olduğu düşüncesi Devlet Bakanı Faruk Çelik'in yaptığı konuşmaya neredeyse bütün katılımcıların yaptıkları atıflarla paylaşıldı. Gerçekten de Sayın Çelik'in hem açılış konuşmasında hem de kapanış konuşmasında ortaya koyduğu bakış açısı siyasetçinin akademisyene karşı isterse ne kadar avantajlı olabildiğini gösterdi. Tabi "isterse" diyoruz, çünkü siyasetçinin de her zaman akademisyenden daha ileride olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim Alevilik meselesinde şimdiye kadar hiçbir siyasi parti buna benzer ne bir irade ne de bir yaklaşım ortaya koyabilmiş değildi.
Çelik'in konuşmasında gerçekten de altı çizilebilecek birçok husus vardı. Şu mesela: "Bastırılmış kimlikler toplumsal yapıyı olumsuz etkilemekte uzlaşma kültürünün gelişmesine engel olmaktadır. Herkesin kimliğini rahatça söyleyebileceği toplumsal sorunların aşılabileceği ortamı hazırlamak siyasetin sorumluluk alanındadır."
Bu, sorunu münhasıran Alevilikten ibaret görmeyen, çok daha geniş bir bakış açısından gören bir yaklaşım. Bu bakış katılımcılardan Erol Göka'nın da ifade ettiği gibi, Kürt sorununu Alevi sorununa belki oradan Başörtüsü sorununa bağlayan bir yola işaret etmeyi gerekli kılmaktadır.
Ancak yine Çelik'in kapanış konuşmasında ifade ettiği gibi, sorunun kuşkusuz devlet veya yasal mevzuatla ilgili yanları olduğu kadar, bazı toplumsal boyutları da vardır. Alevilerin karşılaştığı sorunlar sadece yasal mevzuat farklarından kaynaklanmıyor, çözüm için toplumsal kültürümüzde de yapılması gereken bir ayarın olduğu da kuşkusuzdur.
O yüzden belki kapanış konuşmasında söylendiği gibi "… yasal düzenlemeleri beklemeksizin idari tasarruflarla çözüme kavuşacak sorunlar" vardır. "Bunların gerçekleştirilmesi de siyasi iradenin yanında toplumsal desteği de zorunlu kılmaktadır" Bunlar son derece soğukkanlı durum tespitleridir. Bir belediyenin Alevilerin çoğunlukta yaşadığı sokaklara "Yavuz Selim" ismi vermekte ısrar etmesi, cem evi inşaatları için arsa tahsislerinin zorlaştırılması yasaların gerektirdiği bir durum değildir. Alevi ve Sünni kesimlerin birbirini farklarıyla daha iyi anlamasını sağlayacak bazı toplumsal yakınlaşmalar, tanışmalar belli vesilelerle yakalanabilir. Muharrem orucunun giderek daha fazla yaygınlaşması bu tanışmayı hızlandırabilir. Eminim birçok Sünni böyle bir orucun varlığını bile yeni yeni öğreniyordur.
Çalıştayda ne çok tartışılan konulardan biri de Aleviliğin tanımlanmasının kimler tarafından yapıldığı veya yapılabileceği konusudur. Örneğin Alevilik üzerine çalışan akademisyenler sadece olanı mı yansıtmaktadır yoksa aynı zamanda Aleviliğin tanımına müdahale mi etmektedirler?
Aslında bu konu akademinin derin felsefi mevzularına uzanan boyutlara da sahiptir. Akademik çalışmanın, doğası gereği tanımlayıcı bir özelliği vardır. Alevilikle bilimsel düzeyde ilgilenen her çalışmanın bu tanımlama özelliğinden dolayı yadırganması doğru da değil gerçekçi de değildir. Her akademik tanımlama, tabii ki, aynı zamanda değiştirici, dönüştürücü bir özelliğe de sahiptir. Hiç kimse hiçbir zaman değişmeyeceğim diyerek, kendi özünü sabit tutma iddiası taşıyamaz. Her türlü karşılaşma bir etkileşimi, her etkileşim de bir değişim potansiyelini taşıyor.
Esasen bu insan olmamızın da en önemli boyutlarındandır. Ancak ideolojiler genellikle "değişmezlik" yanılsamaları üreterek var olurlar. Alevilik çalışmaları da en nesnel haliyle bile bir durum resmi çektiklerinde o durumu değiştirmekten kendilerini alamazlar. Bunu isterse Aleviliğin içinden yapıyor olsun isterse de dışından.
Bilgi değiştirir. Karşılaşma ve tanışma değiştirir, ama tek bir tarafı değil, her iki tarafı da değiştirir. Bilgi ve insani ilişkinin, anlaşmanın, karşılıklı saygının içerdiği değişimden her iki taraf için sadece bereket hâsıl olur, başka bir şey değil.
Yasin Aktay
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy98 = 'yaktay' + '@';
addy98 = addy98 + 'yenisafak' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
var addy_text98 = 'yaktay' + '@' + 'yenisafak' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
( '' );
98 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
YENİŞAFAK - 11 Temmuz 2009 Cumartesi