Ankara 6. İdare Mahkemesi, önceki gün verdiği kararla; “Cemevlerinin ibadethane sayılması ve genel bütçeden pay ayrılması, Alevi inanç önderlerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kadro verilmesi” gibi isteklerle Cem Vakfı tarafından açılan davayı reddetti. Mahkeme kararına gerekçe olarak, mevcut Anayasa ve yasalara göre cemevlerinin ibadethane olmadığını, Aleviliğin de ayrı bir din ya da mezhep sayılmadığını gösterdi.
Yine mahkeme, cemevlerine bütçeden pay ayrılmasına karşı çıkarken, “Silahlanmaya karşı olanlar ya da nükleer enerji ve teknolojiye de karşı olanlar ‘Bizden hükümet vergi alıyor, o zaman bize de bütçeden pay ayrılsın’ talebinde bulunabilir” benzetmesiyle de; Aleviliğin Türkiye’de devlet (elbette Anayasa ve yasalar) karşısındaki yerini tarif etmiş oldu.
Burada ilk bakışta mahkemeye, “Bu ne biçim karar!” (*) diye çıkışılabilir. Muhtemeldir ki, AKP ve CHP cenahından böyle gösteri amaçlı çıkışlar da gelecektir. Ancak burada asıl sorun, bugün yürürlükte olan ve geçtiğimiz yılın ilk yarısı boyunca sokaklara dökülen yüz binlerin “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganının aslında tam bir aldatmaca olduğu gerçeğidir. Çünkü Türkiye, bir din devleti olarak tarif edilmemektedir Anayasa’da. Ama laisizm diye ifade edilen bir “devlet dini”dir. Ve eğer 1-) Bu “devlet dini”ne mensup değilseniz, 2-) Lozan Anlaşması’yla dini azınlık (**) statüsüne sokulmamışsanız; devlet sizin dininizi, inancınızı din, mezhep olarak tanımamaktadır. Dahası, laisizm denilen bu “devlet dini”nin devletleşmiş biçimi olan Diyanet İşleri Başkanlığı, son 60 yıl içinde, bütün Sünni tarikatların içinde örgütlendiği fetvalar yayımlamak da dahil, her tür dini faaliyeti çekip çeviren, yüz bini aşkın, maaşı devlet tarafından ödenen, din görevlileri ordusuna sahip bir dini kuruma dönüşmüştür. Alevilik işte bu “devlet dini”nin dışında olduğu için bir “dini inanç kümesi” olarak tanınmamaktadır. Ve Alevi inancı yasaktır diye bir madde de yasalarda yazılı olmadığı için mahkeme, Aleviliği din ve mezhepler alanı dışında “farklı inançlar” kategorisine sokup; “nükleer karşıtları”, “silahlanma karşıtları” örgütleri gibi bir dernek statüsüne sokmaktadır. Cem Vakfı’nın açtığı davada sorun da burada başlamaktadır. Çünkü Cem Vakfı etrafında örgütlenen kesimler; “Sünnilik gibi Aleviliğin de devlet dini katına çıkarılmasını”, “Diyanet’e bağlanıp, Alevi din görevlilerinin devletten maaş almasını” talep etmektedirler. Yani tüm olarak devletin dinler ve mezhepler karşısında yansız ve onlara karışmadığı bir laisizm yerine, mevcut sözde laisizm anlayışına bağlanmak, ama burada devletin eksiğini gidermesi istenmektedir. Tayyip Erdoğan’ın da Aleviler içinde bir bölünme yaratmak için giriştiği hamle, bu doğrultudadır. Muhtemelen CHP’nin de ‘Biz neden önceden düşünmedik’ diye dizlerine vurduğu yaklaşım da budur.
Evet, mahkeme kararı sorunludur. Bir mahkemenin Aleviliği bir “dernek birliği inancı” düzeyine indirgemesi gerçekleri görmemek, art niyet yoksa bile aşırı yüzeyselleştirmektir; ters yüz etmek, demagojik bir benzetmedir. Ama asıl sorun; Türkiye’deki “laisizm anlayışı”dır.
Yani burada sorun; Aleviler, sözde laiklik diye sunulan devlet dininin bir mezhebi olarak ona bağlanmak mı istenmektedir, yoksa Türkiye’de; devletin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olmadığı, mezheplerin ve dinlerin birbirine karşı üstünlük kuramadığı, tam bir inanç ve ifade özgürlüğü üstünde biçimlenen bir laisizm mücadelesi mi, sorunudur. Doğru olan bu elbette; gerçek bir laisizm için mücadeledir. Aleviler de ancak bu demokrasi mücadelesi içinde yer alırlarsa, özgürce kendi inançlarını yaşayacakları bir ortam edinmiş olurlar. Burada asıl sorun budur. Mahkemenin kararı yetersiz ve dardır ama gerçekleri görmemize yardım ederse; bir işe yaramış olacaktır.
Çünkü ancak gerçek bir laisizmde partiler din üstünden siyaset yapamaz, devletin ve egemen dini güçlerin diğer din ve mezheplerin, inançların üstündeki baskısını ortadan kaldırabiliriz. Aksi halde Aleviler Diyanet’e katılsa bile ezilen bir mezhep olmaktan kurtulamayacakları gibi, Sivas, Çorum ve Maraş benzeri katliamların şekli değişir belki; ama baskı ve şiddet değişik biçimler altında sürüp gider.
(*) Elbette mahkeme, Cem Vakfı’nın istemleri karşısında yasal ve anayasal engellere işaret ettikten sonra gerçek bir laisizm ihtiyacına da işaret eden daha adil ve yasaya olmasa da “hukuka uygun” ve laisizm tartışmalarının önünü açacak bir karar verebilirdi. Ancak mahkeme, yasa ve Anayasa’nın ruhundaki “devlet dini”ni esas alan anlayışa bağlı kalarak karar vermiştir.
(**) Lozan Anlaşması’yla batılı güçler, sadece Hıristiyanları korumaya alıp onların dinsel inançlarını azınlık din ve mezhep statüsüne sokarken, İslam içindeki farklı mezhep ve inançları, inanç özgürlüklerini görmezden gelmişlerdir.
İhsan ÇARALAN
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy98562 = 'caralan' + '@';
addy98562 = addy98562 + 'evrensel' + '.' + 'net';
var addy_text98562 = 'caralan' + '@' + 'evrensel' + '.' + 'net';
( '' );
98562 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
EMEK DÜNYASI / EVRENSEL - 14 Ocak 2008