Fehmi SALIK
“Körlerin ülkesinde tek gözlüler kraldır…”
-Fransız atasözü-
Önce yukarıdaki sözcüğü açımlamaya çalışayım:
Türk Dil Kurumu’nun (ilk kurum) 2009 tarihli baskısında sözcük, şöyle tanımlanıyor:
“ideoloji is. Fr. ideologie Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî moral, estetik düşünceler bütünü.”
Bu bölümceden yararlanarak şu özeti yapabiliriz: Bir partiye giren o partinin siyasal ve toplumsal görüşünü, bilime/dine verdiği değerini, tüzüğünü/izlencesini özümsemiş, kabullenmiş sayılır; ya da kendinde oluşturduğu siyasal, toplumsal, bilimsel birikimi, bir partide ya da bir ‘hareket’te bulduğu için oraya odaklanır.
Şimdi ben bu yazımda siyasi partilerin oluşumundan, bunları tanımlayan ‘komite’lerden, ‘ocak’lardan, ‘hücre’lerden, ‘milis’lerden söz etmeyeceğim. Ya da ‘muhafazakâr’, ‘dinî eksenli’, ‘ılımlı’, ‘liberal’, ‘sosyalist’, ‘komünist’, ‘katolik’, ‘sosyal demokrat’, ‘nasyonal sosyalist’, ‘demokratik sol’ yaftalı partilerden dem vurmayacağım. Bugünkü konum, bu değil. Bir başka yazımda “M. Duvarger’in Siyasi Partiler” adlı yapıtını el altında tutarak, siyasi partiler hakkındaki görüşümü, günümüz aynasında yansıtmaya çalışacağım. Bugün üzerinde durmak istediğim nokta, ülkemizde var olan günümüz siyasi partilerindeki ‘insan sirkülasyonu’dur. Bu sirkülasyonun, en çok da kendilerini ‘sosyal demokrat’ diye tanımlayan partilerde gerçekleştiğine tanık oluyoruz. Bu kişiler özellikle bu tür partilerin ‘ileri karakollarında’ görev yüklenmişlerdir. Oysa sosyal demokrasinin anlamı, sözlüklerde “Sosyal alanda emekçi toplum kesimlerinin çıkarlarının korunması ve üretimi artırmak yanında hakça bölüşümü de ön planda tutan sosyal ve siyası akım” olarak belirlenmiştir. Ama bizde sosyal demokrat diye geçinen kimi partilerde görev yüklenmişlerin çoğunun, bu öğretiye uymadıkları bir gerçekliktir. Günümüzde bu gerçekliğe yakından tanık olmaktayız.
Bu parti değiştirmelerin nedeni, tek değil kuşkusuz.
Değneğin iki ucu da berbattır; baş tarafına bakalım önce:
Bir kere piramidin tepesine ‘demokrasi simidi’nin oturmadığını, çoğumuz biliriz. Tepedeki bu eşitsizlik çatlağı, tabana doğru genişleyerek yayılır. Çekişmeler, sürtüşmeler, ayak kaydırma oyunları, tabanın tepeye olan güvenirlik bağını iyice koparır. Bunun sonucu da taban, tepeden hiç de geri kalmayacak biçimde tıpkı bir cadı kazanına dönüşür. Kazan ocaktadır artık; sağdan/soldan herkes, ocağın harlı yanması için elinden geleni yapar. Ocak iyice harlanır; kazan fokurdar.
Değneğin son tarafı daha da çetrefillidir.
Burada bulunanların çoğu, belli bir ideolojiyi özümseyip benimsedikleri için buraya girmemişlerdir; ya baba yadigârı olarak bilirler bu yuvayı; ya bir iş bulma kurumu gibi görürler; ya da parti içinde bir sıçrama tahtası olarak değerlendirirler; amaçlarına ulaşamadıkları zaman da öfkeleri sel olur tepelerinden aşağı akar. Böyleleri önce bir baskı unsuru olmaya çalışırlar. Amaçlarının gerçekleşmesini engelleyenlerin ardından dedikodu kartını oynarlar. Zaman zaman başta bulunanları kötülemeye başlarlar. Suçun çoğunu genel başkanlarına yüklerler. Başarılı olamayınca da bu kez soluğu ya benzeri, ya da zıt görüşlü bir partide alırlar. Bu tür insanlar için ideoloji, sözlüklerde saklı kalan bir sözcükten öte bir anlam taşımaz artık.
Gerçek sol/sosyalist olan partilerde ve ‘hareketler’de cadı kazanlarına rastlanmaz pek; buralar birer tartışma platformu, birer düşünce üretme merkezi olarak bilinir. Var olan sistemden, sınıf mücadelelerinden, diyalektikten, alt sınıftan, orta sınıftan, üst sınıftan uzun uzun söz edilir; etnisiteden, inanç ve düşünce özgürlüğünden, kapitalizmden, emperyalizmden dem vurulur; örnekler verilir; proleteryanın, burjuvazinin açılımı yapılır; herkes doyuma ulaşır; ancak seçim yarışında bunca güzel anlatımların berhava olduğu, alınan oy oranlarının % 1’e bile ulaşamadığı apaçık görülür. Ama bu partilerde sirkülasyon diye tanımladığımız partiden partiye bir akış olayına kolay kolay rastlanmaz. Ülkemizde bu akış, sosyal demokrat partilerde daha çok görülmektedir.
Adamın biri, bir zaman sosyal demokrat olduğu söylenen bir partinin genel başkanlığına soyunmuştu; amacına ulaşamayınca, günümüzde bilinen bir iktidar partisinde Kültür Bakanı olarak çalışıyor.
Çok yakından tanıdığım bir kadın doğum uzmanı olan bir bayan, ANAP’ta çığırtkanlık yapıp duruyordu; CHP’yi yerden yere vuruyordu; bugün CHP’de milletvekili.
Çıkar, inancın da üstüne biniyor.
Alevi diye bildiğimiz kimileri, Aleviliği hiç de sevmeyen bir partide milletvekili olarak kendi inançlarının köküne kibrit suyu dökmeye devam ediyorlar.
Örnekleri çoğaltabilirim.
Ama benim bu yazıyı yazmama neden, yine çok yakından tanıdığım iki kişinin, yerel bir gazeteye vermiş oldukları beyanattır.
İzninizle söylediklerimi doğrular derecede olan bu iki beyanattan yaptığım özeti, sizinle paylaşmak istiyorum: (Kaynakça: İzmir, Yeni Asır)
“CHP eski kurultay delegesi Fevzi Yılmaz, yerel seçimden bir ay önce adaylık beklentisiyle girdiği AK Parti’den ayrıldı. Bir buket çiçekle CHP İzmir İl Başkanı Ekrem Bulgun’u makamında ziyaret eden Yılmaz, ‘Sizden ve tüm CHP’li arkadaşlarımdan özür diliyorum. Hatamı anladım ve döndüm’ dedi…”
Varan iki:
“Konak’ta 1989-1999 yıllarında SHP’den iki dönem belediye başkanlığı görevinde bulunan Ahmet Sarışın, 1,5 yıl önce katıldığı AK Parti’den istifa etti.”
Bu zat-ı muhteremin, istifadan sonra söylediklerinin içtenlikli olmadığını düşündüğüm için dediklerini buraya almayı gereksiz buluyorum.
Şimdi yazımın başlığına döneyim:
Elbette her partinin bir ideolojisi vardır.
“İdeoloji yoksunu” dediklerim, parti içinde çıkar öbeğinde yer alanlardır…
KAYNAK : Alevihaber.com - 13 Haziran 2010