15 Kasım 1937 tarihinde Seyid Rıza, Uşenê Seydi, Fındık Ağa, Resık Uşen (Seyit Rıza’nın oğlu), Aliye Mırzê Sıli, Hesenê İvraime Qıji ve Hesen Ağa, Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilmelerinin üzerinden 83 yıl geçti. Birçok merkezde pandeminin gölgesinde anmalar düzenlenecek.
“SEYİD RIZA VE ARKADAŞLARININ MEZAR YERLERİNİ SORUYOR VE CEVAP İSTİYORUZ”
Dersim Araştırmaları Merkezi (DAM) de yaptığı açıklamada, “83 yıldır yanıtlanmayan sorular var ve bizler bir kez daha Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerini soruyor ve cevap istiyoruz” diyerek, şunları paylaştı:
“Dersim, Osmanlı’dan cumhuriyete sorun olarak kalmış bir bölge olarak tanımlandı. Osmanlı, Dersim’i kendi bakiyesi olarak görüyordu ve bunun içinde toprağına dâhil etmek istiyordu. 1800’lerin başından itibaren bölgeye sayısız sefer düzenledi. Yüzyıllara yayılan bu askeri seferler esnasında köyler yakıldı, ormanlar ateşe verildi, dağlar toplarla dövüldü, kılıçlar kan kustu. Ama bir türlü istediği hükümranlığı kuramadı. Devletsiz bir topluluk olan Dersim her türlü otoriteden bağımsız kendi toprağında, özgür ve kültürel değerleri ile bir yaşam sürdürdü. Bu yapısıyla da Osmanlı’nın hal yoluna koyamadığı bir sorun olarak cumhuriyete devrolundu. Cumhuriyetin ilk yılları havuç sopa politikasıyla geçti. Her fırsatta Osmanlıdan farklı oldukları propaganda edildi, vaatler ve hatta statü sözleri verildi. Ama Mustafa Kemal bütün iktidar dizginlerini elinde toplayınca inkâr ve tasfiye süreci başladı. Kürtler cephesinde bu hileli iktidar yürüyüşünün ilk yemi Koçgiri oldu. Lozan Antlaşmasından sonra inkar kurumsallaşınca bir itiraz da Şeyh Said hareketiyle gösterildi. Peşi sıra Ağrı, Zilan derken ittihatçı zihniyet bir kez daha baskın çıktı ve milyonlarca Kürdün hak ve adalet talebi kanla bastırıldı.”
“SEYİD RIZA VE ARKADAŞLARI ADALETTEN, HUKUKTAN UZAK BİR MAHKEMEDE YARGILANARAK İDAMA MAHKÛM EDİLDİ”
İtiraz eden tüm sesleri susturan ittihatçı kadroların yeni hedefi ”son kale” denilen Dersim olduğunun işaret edildiği açıklamanın devamında, şunlar dile getirildi:
“1935 Tunceli Kanunu, 1936 Genel Müfettişlik ve Silah Toplatma Programı ve 4 Mayıs 1937 Bakanlar Kurulu kararı da eklenince planlı, programlı bir katliamın şartları oluşturuldu. 1937 yılında Alişêr Efendi ile Zarife Xatun’un katledilmesi, Dersimin önemli liderlerinden biri olan Sahan Ağanın öldürülmesiyle başlayan ölümlü süreç, felaketin habercisi olarak okunmuştu Dersim’de. Akabinde Dersim ileri gelenlerinin türlü oyunlar sonucu Elazığ Cezaevi’ne konulmasıyla toplumsal dinamikler kırılmaya başlandı. Kırılmaların en büyüğü Seyid Rıza alilesin üzerinde uygulandı. 17 Ağustos 1937’de, Seyid Rıza’nın ailesinin nerede ise tamamı katledildi. Bu katliamda 33 kişi öldürüldü. Kanlı bir sürecin başladığını gören Seyid Rıza, daha önceden tanıştığı Erzincan Valisi ile durumu müzakere etmek için Erzincan’a giderken, hile ile yakalanıp, düzmece bir mahkeme ile asıldı. Elazığ’da görülen Dersim Davasında, 72 kişi yargılandı. Türkçe bilmeyen Dersimliler için ne tercüman bulundurulmuş ne de avukat tutmalarına izin verilmemişti. Savunma hakkından yoksun Dersimlilere, mahkeme kararın temyizi hakkı bile tanımadılar. Seyid Rıza ve arkadaşları adaletten, hukuktan uzak bir mahkemede yargılanarak idama mahkûm edildi. Hafif suç kapsamına aldıkları birkaç kişi serbest bırakıldı. Çoğu yaşlı olan aşiret ileri gelenleri ise müebbet hapse mahkûm edilerek Türkiye’nin değişik ceza evlerine gönderildi. Bu insanlardan hiçbiri sağ olarak geri dönemedi ve hala akıbetleri bilinmiyor.”
1937-1938 yıllarında, Dersim’de bir insanlık suçu işlendiğinin vurgulandığı açıklamada “Devleti işlediği bu suçla yüzleşmeye davet ediyoruz. Mahkeme tutanaklarının ve kararın açıklanmasını, katliam sonrasında sürgüne gönderilenlere ait belgelerin açıklanması, evlatlık verilen çocuklara ait bilgilerin açıklanması, başta Seyid Rıza olmak üzere idam edilenlerin mezar yerlerinin açıklanmasını istiyoruz” ifadelerine yer verildi.
(HABER MERKEZİ)