Aydın’ın, ister Roj TV’de isterse de Cumhuriyet’in Haftasonu ekinde milliyetçi söyleme prim vermeden düşündüklerini dile getirdiği biliniyor. Üstelik, Kürtlerin ve Türklerin eşit, özgür ve kardeşçe bir arada yaşamalarının mümkün olduğunu tarihsel örneklerle anlatıyor. Buna rağmen Roj TV’deki konuşması, yazılarının yayınlandığı Cumhuriyet ekibini rahatsız ediyorsa, tıpkı Copeaux’un, dikkat çektiği gibi, kamuya açık bir alanda ‘milliyetçi değilim’ demesinden kaynaklanıyor. Çünkü, izlerin karıştığı ortamda “milliyetçi değilim” demenin, “bölücüyüm” demekle eş anlama geldiği, deneyimlerden de anlaşılıyor.
Hüseyin ÇAKIR : Erdoğan Aydın’ı Susturmak
ISTANBUL- Milliyetçilik ideolojisinin, halkı “ikna” edebilmek için “biz” ve “öteki” ayrımını bilinçli olarak yaptığı biliniyor. Bu süreç, aynı zamanda yanılgıları gerçekmiş gibi kabul ettirme biçiminde işliyor. Egemen ideolojinin önemli harçlarından biri olan milliyetçi retorik, toplumun her şey siyah beyaz olarak görmesini hedefliyor. Toplumsal hassasiyetin yükseldiği dönemlerdeyse “milletini sevme hali” tuhaf bir hal alıp tam bir “Mccarthyci”liğe dönüşüyor. Öyle ki, Hükümet’teki pozisyonu nedeniyle sık sık karşımıza geçip “içimizdeki İrlandalıları” teşhir etmekle ünlü Cemil Çiçek bile, Maraş’a, Çorum’a, Sivas’a ve de 6-7 Eylül olaylarına atıfta bulunarak sükunet önerebiliyor.
Tam da böyle bir ortamda, çoğunlukla farklılıkları zenginlik olarak görenlerin kalem oynattığı Cumhuriyet Gazetesi’nin, Roj TV’de bir programa katılan yazar Erdoğan Aydın’ın Haftasonu ve Kitap eklerine yazdığı yazılara son verme kararı aldığı açıklanıyor. Yazarın okura ulaşmasını engelleyen sıradan bir sansürleme olarak algılanmanın ötesinde anlamlar içeren bu tavır, tarihin görüp görebileceği en kötü sansür anlamına da geliyor.
Milliyetçiliğe karşı çıkma bölücülükse
Yazıları, yorum ve kitapları, milliyetçilik sosuyla bulanmış egemen ideolojinin tel örgüleri arasına sıkıştırılmış konuları gün ışığına çıkarmayı hedefleyen Erdoğan Aydın’a yönelik bu tavır, yasakçılığın, tahammülsüzlüğün nerelere vardığına işaret ediyor. Aydın’ın tabuların üstüne gitmesi, gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını istemeyenleri rahatsız ettiği görülüyor. Aydın’ın çıkışları, bugünlerde gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle PKK üzerinden Kürtlere gönderme yaparak, “soğuk savaş ortamı” yaratılmasında medet umanları rahatsız ettiği anlaşılıyor.
Aydın’ın, yıllardır varlığını sürdüren temel problemlerin çözümüne ilişkin açılımları, kan dökülmesini engellemeyi amaçlıyor. Ortamın sakinleşmesi, ülkemizin, bölgemizin geleceğini sükunet içinde konuşmamızın zeminini yaratırken, şiddet, sükunete çağıranları bile kendi sarmalı içine alıp bataklığa sürüklüyor. İşte böyle bir ortamda, tırnağı taşa değince gözlerimizin kararmasına vesile olan çocuklarımız da, bizim irademiz dışında, “küresel imparator” öyle istiyor diye gözlerini kırpmadan canlarını teslim ediyorlar. Görünen o ki, karanlık bir el, şiddetin artarak devam etmesini istiyor; zira şiddet devam ettikçe, mazot kaçakçılığı, eroin satıcılığı ve kara para baronluğu da tuhaf bir biçimde artıyor.
Etienne Copeaux, Türkiye’deki milliyetçiliği, “çoğu kez dünyaya kafa tutmanın ve ‘biz varız’ demenin bir yolu” olarak tanımlıyor. Bu tanım, sadece, sokaklara dökülüp, “hepimiz Mehmetiz” sloganının peşinden koşanları anlamamızı sağlıyor. Anlamak, hak vermek anlamına gelmiyor; zira, slogandaki masumiyet bile sokaktaki Kürt’e yönelik şiddet içerikli hareketlenmeyi gizleyemiyor. Bu sloganın arkasına gizlenen gazete, akıntıya karşı duran yazarını susturuyor; kamu yöneticisi, bu sloganı kullanarak hakkından gelemediği çalışanını cezalandırıyor. Belediye Başkanı, hizmet götürmediği mahallede protesto edilince, “hepimiz Mehmetiz” diyerek kendisini aklamanın yollarını arıyor.
Aydın’ın, ister Roj TV’de isterse de Cumhuriyet’in Haftasonu ekinde milliyetçi söyleme prim vermeden düşündüklerini dile getirdiği biliniyor. Üstelik, Kürtlerin ve Türklerin eşit, özgür ve kardeşçe bir arada yaşamalarının mümkün olduğunu tarihsel örneklerle anlatıyor. Buna rağmen Roj TV’deki konuşması, yazılarının yayınlandığı Cumhuriyet ekibini rahatsız ediyorsa, tıpkı Copeaux’un, dikkat çektiği gibi, kamuya açık bir alanda ‘milliyetçi değilim’ demesinden kaynaklanıyor. Çünkü, izlerin karıştığı ortamda “milliyetçi değilim” demenin, “bölücüyüm” demekle eş anlama geldiği, deneyimlerden de anlaşılıyor.
Koltuğun altındaki Cumhuriyet’in acısı
Bugünlerde, Mustafa Kemal’in, “söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır” sözü sıkça kullanılıyor. Bu sözün sıkça kullanılması, gerçek içeriğinden kopartılıp değersizleştirilmesi tehlikesini de beraberinde taşıyor. Aydın’ın kitap ve yazıları, O’nun vatanseverliği hakkında hepimize bilgi veriyor. Dolayısıyla esas olarak Aydın’ın, “söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır” anlayışını düstur edindiği için milliyetçiliklerini şovenizme ulaştıranları rahatsız ediyor. Yargısız infaz edilen Aydın’ın, ikbal peşinde koşmadığı, akıntıya karşı durduğu; resmi ideolojinin düşman gördüğüne kılıç sallamadığı için başı beladan kurtulmuyor; sürekli ölüm tehditleri alıyor. Şimdi aldığı ölüm tehditlerine okurlarına ulaşma engeli de konulmuş bulunuyor. Böylece O’nun susturulması hedefleniyor. Oysa O, küllerinden doğan bir kuşağın temsilcisi gerçekleri gün yüzüne çıkarma uğraşında ısrar edeceğini gösteriyor.
Kürt sorununun kangrenleşmesine karşı çıkışan Aydın’ın duruşunun, bir yandan PKK’yı öbür yandan başından beri çizgisinden ödün vermeden yazılar yazdığı Cumhuriyet’i rahatsız edecek noktaya bu labirentlerden geçerek geliyor. İnsan, “bu ne yaman çelişki” dememek için kendini zor tutuyor. Boşuna dememişler, milliyetçilikler birbirini besliyor diye! Şair Nevzat Çelik, “çok olmadığımız kesin/ çok olan tarafta değiliz” derken sanki Aydın’ın başına gelenleri anlatıyor. Gene de Aydın olmak için “gidip Almanya’da Türk olacağız/ hollanda’da Surinamlı/ fransa’da Cezayirli/ iran’da Azeri” olmak akıntıya kürek çekmenin amentüsü olarak karşımızda duruyor.
ROJ TV’ye çıkıyor olması, O’nun gerçekleri dile getirmekte imtina ettiği anlamına gelmiyor; tam tersine, hangi ortamda olursa olsun gerçekleri dile getirmekten başka bir amacı olmadığını gösteriyor. Erdoğan Aydın’ın Cumhuriyet’ten kovulması, Cumhuriyet’in 1940’lı yıllara geri dönüş günlerini anımsatıyor.
Cumhuriyet’in bu tutumunun Zaman gibi bir gazeteyi pek memnun etmesi, hayatın cilvesi mi, bir madalyonun iki yüzünün birden görülmesi mi bilemiyorum. Bildiğim, koltuğunun altında Cumhuriyet taşıdığı için öldürülen yaşıtlarımı anımsadığımda, bu durumun bana, çok acı verdiğidir.
Hüseyin ÇAKIR
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy97075 = 'hcakir' + '@';
addy97075 = addy97075 + 'kuyerel' + '.' + 'com';
var addy_text97075 = 'hcakir' + '@' + 'kuyerel' + '.' + 'com';
( '' );
97075 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
05.11.2007 - www.sansursuz.com