BENİM KUTSALIMA SALDIRILIRSA HAK;
SENİNKİNE DOKUNULDU MU, NAHAK…
Fehmi SALIK
Ataları Ertuğrul Gazi’den kopup gelen 36 padişah.
Tarih, Osmanlı Devleti’nin temelini, Ertuğrul Gazi’nin attığını yazar. Ancak Osmanlı saltanatı, Osman’la başlar, Vahdettin’le son bulur.
Yine tarih, Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Osman’ın, 400 çadırlık bir “Kayı Aşireti” reisi olduğunu ve Selçuklu Sultanlığı’na bağlandığını açıklar.
Daha sonra Osman Bey’in serüvenini, Şeyh Edebali’nin kızıyla evlendiğini, Selçuklu’nun yıkılışından sonra Osman Bey’in, beyliğini ilan edişini, azıcık tarih okumuşlar iyi bilir.
Bugünlerde “Muhteşem Yüzyıl” adlı filmle, “Kars Heykeli” tartışmaları, toplumu iyice germektedir. Görünümler, söylemler gözlerimizin önüne serilmekte, kulaklarımıza kurşun gibi eritilip dökülmektedir.
Bu arada “Ben tarihçiyim” diye nice şaklabanların da TV ekranlarında endam sergileyip ahkâm kestiklerini hep birlikte izliyoruz. Böylelerini, deneyimli Çetin Altan’ın söylemiyle tanımlamak daha gerçekçilik olur diye düşünüyorum:
“Türkiye’de kışla parfümlü siyasetle, cami parfümlü siyaset kutuplaşmaları, git gide bağnazlaşarak tehlike sinyalleri vermeye başlamakta…36 padişahtan 14’ünün nasıl ve neden devrildiğini bilmek şöyle dursun; arka arkaya 5 padişahı dahi sıralayamayacaklar arasından birtakım ‘hünkârına sadık kullar’ çıkmaya başladı. Kullukları mübarek olsun…”
Şu sözler de Çetin Altan’ındır:
“Halep’in kaskatı yobazları, derisini yüzerek öldürdüler Nesimi’yi. Ama Nesimi’nin mısraları hâlâ dudaklardadır…”
Örnek veriyor Çetin Altan:
“Ben ‘melami’ hırkasını kendim giydim eğnime
Ar ve namus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim aşk için
Sofular haram demişler aşkımın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne
Nesimi’ye sordular kim yârin ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım o yâr benim kime ne?..”
Şiir, daha da uzundur. Ben, Çetin Altan ustanın alıntıladığı kadarını buraya aktardım. Şiirin biçiminde, sözcüklerin yazımında, kimi kaynaklarda değişikliğe rastlamak mümkündür. Burada önemli olan ‘içerik’tir.
Nesîmi’nin bu dizeleri, yüzyıllardır yürekten yüreğe, bellekten belleğe akışı durdurulamayan bir ırmak gibi coşup taşmakta iken, onun derisini yüzdüren kimi soysuzların esamisi bile okunmuyor günümüzde.
Bu 36 padişahın hiçbiri ‘kutsal’ değil; peygamber soyundan gelmiyorlar; üstelik saltanatları süresince sürekli kan dökmüşlerdir.
Baba evlada, evlat babaya gözünü kırpmadan kıyabilmiştir.
9. padişah “Muhteşem Süleyman” da bu tanımın içindedir.
Muhteşem Süleyman’ın, oğullarını ve torunlarını boğdurarak öldürdüğünü tarih kitapları apaçık yazmaktadır.
“Vatandaşların selameti için karındaşların katli vaciptir” saçmalığı, padişahların işledikleri suçu ve günahı örtemez.
Bu padişahların, hemen hemen tümünün, analarının Müslüman olmadıklarını yazan tarihçiler ve kerpiç kalınlığında kitaplar vardır.
Padişah analarının Müslüman olmayışları elbette bir ayıp değildir. Ama bu saltanatta ‘harem’ denen bir gerçekliğin varlığına yeterli bir kanıttır. Hürrem Sultan da haremden çıkmış bir kadındır.
Osmanlı tarihinde “Harem Ağaları” vardır. Bu “kadın bekçileri”nin ‘hadım’ edildikleri de bir gerçekliktir.
Bütün bunları abartısız ve noksansız anlatan yapıtın adına biz ‘tarih’ diyoruz.
Tarihi işimize geldiği gibi yorumlayamayız. Karaya ak, aka kara diyemeyiz.
Madalyonun tek yanını, ‘ayna’ diye topluma sunamayız.
Kanuni Süleyman aynı zamanda bir şairdi; şiirlerinde “Avni” mahlasını kullanmıştır. Özdeyiş haline gelen şu dörtlüğü bilmeyen hemen hemen yok gibidir:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi…”
Padişahların bu yanlarını da söyleyeceğiz. Madalyonun iyi yanı, kötü yanını silemez.
“Osmanlı İmparatorluğu” başlığı altında tarih yazdığını sanan birileri, Yavuz Sultan Selim portresinde şunları dile getirmektedir:
“…Yavuz Sultan Selim ve ordusu, dünya üzerinde çölü 13 gün gibi kısa bir sürede geçebilmiş tek orduydu. Yavuz, bu seferini, sefer sırasında ordusuyla çölde ilerlerken peygamber efendimizi gönül gözüyle görmesi ve bu şekilde peygamber efendimizin onlara çölün nasıl geçileceğinin yolunu göstermesiyle başarmıştır…” (Osmanlı İmparatorluğu- Mihr Vakfı)
Sözüm, “hünkâr kulları”nadır şimdi:
Bu tür uyduruk söylentileri kabulleniyor ve alkışlıyorsunuz da, Muhteşem Süleyman’ın ‘harem’ine neden gözlerinizi kapatıp, haremi yadsıyorsunuz? Padişahlar nebi soylu mudur; evliya mıdır; melek midir; yoksa insanüstü varlıklar mıdır?
Alevilere, Alevilerin kutsallarına olmadık hakaretler yağdırılır; kılı kıpırdamaz kimsenin. Bir “Muhteşem Süleyman’ın haremi”, allak bullak eder ortalığı.
Kars’taki anıt da böyle.
Sen beğenmeyebilirsin. Ama yıkmaya kalkışmak, sanatı hançerlemek demektir. Bırak ehil olanlar, bu işe yorum getirsin.
Anadolu’da bir söz var; onunla bitireyim yazımı:
“Ekmeği, ekmekçiye ver; bir tane de fazla ver…”
Ah bu Anadolu halkı, söylediğini neden uygulamaz bilmiyorum ki…
Alevi Haber - 17 Ocak 2011