Hubyar Sultan'ı Kim Kurtarır?

Hubyar Sultan'ı Kim Kurtarır?Hasan Harmancı(...) Küçük bir sorunu tam bir anayasal suça çeviren (bu) Aleviler, kırımlarına...

Hubyar Sultan'ı Kim Kurtarır?

Hasan Harmancı

(...) Küçük bir sorunu tam bir anayasal suça çeviren (bu) Aleviler, kırımlarına neden olmuş, uğruna onbinlerce can verdikleri kurumlarını nasıl ve ne gerekçe ile koruyacaklar. Üstelik bu sorun Alevilerin en büyük hukuk mücadelesinin sürdürüldüğü kurumun yöneticileri arasındaki düello ve siyasal tutum belirlemeleri vs. üzerinden gerçekleşiyor. Şimdi siz kimsiniz ve Hubyar Sultanları bu durumdan kim kurtaracak...

Alevi kültür yaşamında yeniden tasarlanması gereken maddi değerlerden birisi de dergahlar, hankâhlar, türbeler ve tekkelerdir. Bu mekanların hangisinin dergah, hangisinin tekke olduğu karışmış ama işlevleri ortada. Nur Baba Tekkesi  –Çamlıca -Kısıklı, Kartal Baba Tekkesi -Üsküdar, Karaca Ahmet Tekkesi -Üsküdar, Hubyar Sultan Tekkesi  -Almus -Tokat, Hacı Bektaşi Veli Dergahı -Nevşehir, Keçeci Baba Tekkesi  -Tokat, Piri Baba Tekkesi  -Merzifon, Kul Himmet Tekkesi –Tokat, Abdal Musa Dergahı  –Elmalı  -Antalya, Ali Baba Tekkesi –Bastivan -Arnavutluk, Demir Baba Tekkesi  –Deliorman -Bulgaristan, Sarı Saltık Tekkesi  -Kaligra -Bulgaristan, Kırklar Dergahı -Kıbrıs, Hz. Ali Kabri (Türbe) -Necef, İmam Hüseyin (Kabri) -Kerbelâ, Sersem Ali Baba olarak da anılan Harabati Baba Dergahı (bahçesindeki erler meydanı (cemevi) bölgedeki radikal İslamcılarca (Vahhabiler) işgal edilerek camiye dönüştürülerek Bektaşilerin elinden alınmıştır.)

Alevi -Bektaşi dergahları ve tekkeleri sadece cem yapılma, kurban tığlanma veya çeşitli amaçlarla ziyaret edilen yer değildir. Aynı zamanda çevresinde bulunanlar için okul işlevi görür. Bu nedenle bu kurumlar toplumun olgunlaşması, geliştirilmesi ve yenilenmesi için tercih edilen yerlerdir. Buralarda çağın belirlediği bir yapılanma her zaman dikkat çeker. Çoğu dergah ve tekke kütüphane ve eğitim vermek bakımından sosyal bir ağ oluşturur. Alevi-Bektaşi örgütlenmesinin belkemiği kurumlardır. Yoksulların doyurulması, sahipsiz çocukların korunması gibi destek hizmetler gerçekleştirilir. Vakıf arazilerinde tarım ve hayvancılık yapılarak bölge ekonomisine açıktan katkı verilir. Bu düzenli işlev en çok 1826’da dergah ve tekkelerin işgal edilmesi sırasında bozulmuştur. Örneğin, Abdal Musa Dergahı arazilerini işleyen, artı ürünü depolayan ve bu ürünlerin bir kısmının ihracatını yapan dergahın işlevinin sonlandırması bölge ekonomisini ve demografisini etkilemiştir.

Dergahlar Nasıl Sindirildi

Alevi kimliğinin teo-sofik yapısı ve siyasallığı bu nedenle belirleyici özellikte ilk darbesini 1826’da Yeniçeri katliamı sırasında almıştır. Alevi mekanlarının işlevi ve resmiliği ikinci kez ve hala sürdüğü biçimiyle Cumhuriyetin üçüncü yılında, 1925’de durdurulmuştur. Bu durdurma ile beraber Aleviliği oluşturan her tür organizasyona da son verilmiştir. Halbuki bu olaydan kısa bir süre önce M. Kemal ve arkadaşları dergahları dolaşıyor ve yeni bir yapılanma için destek arıyorlardı. Hacı Bektaş Dergahı’nı (Hacıbektaş’ı ve Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyareti 22 Aralık 1919.), Mevlana Dergahı’nı  (Mevlana Türbesi ve Dergahı’nı 03-05.08.1920’de ilk kez olmak üzere TBMM’nin açılışından ölümüne kadar “on üç” kez ziyaret etmiştir.) ve çeşitli zamanlarda da Nakşi Dergahlarını ziyaret eden Mustafa Kemal Birinci Meclis’in oluşturulmasında bu dergahların referansları ile gelen kişileri, babaları ve şeyhleri milletvekili olarak seçerken, kısa bir süre sonra “bakış açısını” değiştirmiştir.

Bu değişimde özellikle Şeyhülislamlığın ve Halifeliğin varlığının yarattığı sorunlar önemlidir. Bu nedenle güçler dengesini göz önüne alarak Nakşibendiliğin merkezi yapılanmasını Diyanet işleri Başkanlığı adı altında yeniden yapılandırılmasını, Mevlevi dergah ve tekkelerinin düzenlenmesini sağlarken, Alevi –Bektaşi yapılanması ve çok öne çıkmayan, politik belirleyiciliği olmayan dergahların ve tekkelerin ise tamamen bertaraf edilmesi sağlanmıştır.

Bu yönlü isteğini dile getirdiği ünlü konuşmalarından birisi şöyledir; "...ölülerden medet ummak medeni bir cemiyet için şeyndir (ayıp; kabahat; kusur). Mevcut tarikatların gayesi kendilerine tabi olan kimseleri dünyevi ve manevi olan hayatta saadete mazhar kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin bütün şumulü ile medeniyetin parlak ışıkları karşısında falan veya filan şeyhin irşadı ile maddi veya manevi saadet arayacak kadar ibtidaî (ilkel) insanların Türkiye medeni camiasında mevcudiyetini asla kabul etmiyorum. Tekkeler behemahal kapanmalıdır. Türkiye her şubede irşadlarda bulunacak kudrete haizdir...” M.K. Atatürk)

Ne yazık ki Alevi –Bektaşi kültür ve eğitim sisteminin insanlığa katkısı, felsefesinin doğacı ve insancıllığının yarattıkları yerine, sadece ad benzerliği gerekçesiyle İslam dergah, tekke ve türbeleri ile aynı işlevsellikte değerlendirilmiştir. Bu eksiklik özellikle Cumhuriyet yapılanmasını geliştirenlerin “bakış açısı”nda yer almış olması bütün olarak Aleviliğin “yara” almasına neden olmuştur. Alevi teo-sofisinin algılanmasında hiçbir zaman duyarlı olmayı beceremeyen Sünni refleksli erkler, çevre (Aleviliği kuşatan), toplumsal ve inançsal yapılanmasının vahşiliği, kayıtsızlığı ve karşıtlığı açısından katalizör işlevi görmüştür.

Bu ikinci sistemli darbesini M. Kemal’in inançlar karşısındaki laik gibi gösteriler ancak taraflı Alevi kurumsallığına saldırısıdır. Sistem değişimi adı altında Nakşiliğe çeki düzen veren ve Osmanlı iktidar anlayışını yeni ekonomi, siyaset ve inanç konusunda yapılandıran anlayış, Aleviliğin örgütlülüğünü anayasal bir durdurma ile karanlık sürece sokmuştur. Cumhuriyet yapılanmasının laik görünen yüzüyle kendilerini güvende hisseden kentli Aleviler -Bektaşiler bu yapılanmanın geleceğini görememek yanında, yaşanmaya başlanan sendromu da anlayamamışlardır. Özellikle köy ve ilçelerinde cem yürütmek isteyen dedelere karşı yürütülen kovuşturmalar, bağlama taşıyanların cezalandırılması ve yapılan cemlerin ihbar edilmesi dağılmayı güçlü biçimde arttırmıştır. Başta Hacı Bektaş Dergahı olmak üzere merkezi dergah ve tekkelerin işlevsizleştirilmesi bugün yaşanan siyasal ve etnik kimlik sorunlarının yaşanması yanında, Aleviliğin demografik ve kurumsal örgütlülüğünü de önemli ölçüde belirlemiştir.

Alevi dergah ve tekkelerinin yeniden Aleviliğe kazandırılması süreci bu kayıpların telafi edilebilmesi açısından önemli bir beklentidir. Resmi olmamakla birlikte Alevi dergahlarının açık tutulması bir ölçüde çözüm olarak görülmekle birlikte, bu daha çok yeni cemevlerinin açılması ve standartlaştırılması, resmi kayıt altına alınması ile ilgili sorunlar çerçevesinde ele alınmaktadır. Daha belirleyici sorun olan, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yerel kurumların elinde bulunan arazi ve yapıların nasıl kullanılacağı, kim tarafından işletildiği ve resmi sıfatları sorun olmaya devam etmektedir. Özellikle Hacı Bektaş Dergahı’nın müze olmaktan çıkarılması ve Alevi kurumsallığının yapılanmasına katılması talebi, bu dönemde diğerleri açısından emsal bir mücadele alanına işaret etmektedir. Bununla birlikte Alevilerin “yeniden yapılanma” adı altında, oluşturdukları dernek ve vakıfları aracılığıyla, bu tür resmi olmayan dergah ve tekkelerin yeni konumunu daha çok tartışır hale gelmişlerdir.

Örneğin Kazak Abdal Hankâh’ı (Denizli), köy tüzel kişiliğine ait, ancak bir ailenin destek ve korumacılığında bulunmaktadır. Arazi içinde bulunan türbe ve akraba mezarları aidiyet çerçevesinde korunabilirken, asıl belirleyici olan ve Bektaşi mimarisi ve süsleme sanatına emsal teşkil eden “özel” yapı kullanılamayacak ölçüde yıkılmış durumda. Bu yapı ve çevrenin korunabilmesi bu haliyle mümkün bulunmamaktadır. Ayrıca yine Kazak Abdal’la aynı paralellikte bulunan Teslim Abdal Tekkesi ve Sarı İsmail Tekke ve Türbeleri de aynı şekilde köy tüzel kişiliğinde bulunmaktadır. Bu nedenle onarımları, bakımları ve restorasyonları mümkün olmamaktadır.

Hubyar’ın Sultan’ın Durumu

Yeni süreçte güçlenmeye başlayan ve çevresinde önemli ölçüde dede ve talipleri bulunan yerlerde ise sorun daha başka bir boyuta taşınmıştır. Bunlardan birisi de Hubyar Sultan Tekke’sinin durumudur. Tekke’nin etrafında bir örgütlenmenin taraftarı olanlarla, karşısında olanlar arasındaki mücadele önemli bir hukuksal ve sosyal sorunun göstergelerini taşımaktadır. Bu tekkenin etrafında yaşanan sorunların varlığı Aleviler açısından bir yanıyla jurnalciliğe, bir yanıyla da Cumhuriyet Anayasası’nın bugün ne anlama geldiğine örnektir.

Bu tekke şimdi davalık hale getirilmiştir. Bu emsal bir konu olmak yanında, taraflar ve kamuoyu açısından da emsal bir durumdur. Trajikomik durumumuzu görmek açısından değerli bir süreçtir. Bir taraf açtığı davada karşı tarafı bakın nasıl itham ediyor. Tekke’de işlevsel kişi olan –burada dede diyemiyorum, şimdi anlayacaksınız yoksa suçlu duruma düşerim bu yazıda bile-  M. Temel’in orada şeyhlik (dedelik) yaptığını ve izinsiz bağış (hakullah) topladığını; dede olarak oğulları ile birlikte türbeyi işgal ettiklerini, Devlet ve Hükümet’ten bir an önce Hubyarseverlere Hubyarı teslim etmelerini istiyor. Aynı davacı taraf soruyor ve hakime suç duyurusunda bulunuyor; Hubyar türbesinde tığlanan kurbanların –onlar kesiliyor diyor, cahilliklerine verelim bu kavramı- derileri ve gelirleri kimlerin cebine gidiyor, tescil edilmiş bir türbede kurban tığlanması suçtur, ihbar ediyorum.  (Dilekçe başvuruları ve mahkeme tutanakları;  M. Temel (köyün dedesi demek istiyor) köyümüzdeki türbeyi tekke olarak kullanmakta ve kendisini şeyh olarak ilan ederek dini sömürü aracına çevirmiştir; laik Cumhuriyet’in kanunları bu şeyhe uygulanmıyor mu; Tokat’ta bunu görecek kurum –Kaymakamlık denmek isteniyor- yoksa gidip Anıtkabir’de uluorta bağıracağız; devrim kanunları açık açık çiğneniyor; burası devlet malıdır; Hubyar Vakfı aracılığıyla Tekke siyasal amaçlarla kullanılmaktadır; Vakfın topladığı bağışları nasıl kullandığı konusunda Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişlerince inceleme yapılmasını talep ediyorum; türbenin mevcut durumundan memnun değiliz, türbe köylülerin tasarrufuna verilmelidir. Bir başka şikayet dilekçesi; (Valilik Makamı’na) inanan insanların tamamı türbenin halka açılmasını, kişinin (dedenin) tasarrufundan kurtarılmasını, demokratik, çağdaş, paylaşımcı bir yapılanmayı yüksek makamınızın müdahalesi ile gerçekleşeceğine gönülden inanmaktayım; türbenin resmi yapısıyla devlete girdi sağlamasını istiyorum. Valilikten gelen çözüm; Buranın incelenerek tescili ve zaptu rapta alınması, benzer ziyaret yerlerinde uygulana gelen yerleşik idari işlemlerin başlatılması; Hubyar köyünde bulunan Hubyar Türbesi (Vakıflar Genel Müdürlüğü kararınca) mülkiyeti kime ait olursa olsun korunması ve Vakıflar Bölge Müdürlüğünce yürütülmesine; Son söz Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı Sorgulama Tutanağı’nda; ben Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu’nun Genel Başkan Yardımcısıyım: Alevi tekkelerinde mülkiyet hakkı yoktur.

Böyle başlayan ve sonuçta Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün taraf olması ve Alevilerin bağımsızca işletmeleri gereken bir yer, kimler tarafından nasıl ve neden kamulaştırılmış olduğunu en açık biçimde görülüyor. Şimdi Karaca Ahmet’in, Abdal Musa’nın, Kazak Abdal’ın Teslim Abdal’ın ve daha nicesinin durumu ne olacak. Buralara şimdilik ilgi yok- belki de kurumsal bir görüntüye sahipler. Çünkü buraların bazılarında yönetimler gerçekten problemli ve ilginç bir kafa-kol sistemi veya sessizliği ile çalışılıyor- belki ama zamanla daha da karışabilir. Ancak en önemlisi de Alevi örgütleri Hacı Bektaş Dergahı’nın mülkiyet ve işletme olarak kendilerine devredilmesini istiyor. Devletin tescillediği, işlettiği ve müzeye dönüştürdüğü ve kimliksizleştirdiği bir özel yer burası. Evrensel değerler göz önüne alınarak, bir an önce Aleviler açısından hem toplumsal işleyiş, kültürel sürdürüm, kimliksel tanımlanma, tanınma ve aidiyetlik açısından değerlendirilmelidir.

Ancak bu talebi Hacı Bektaş Dergahı açısından talep eden ve süreci zorlayan aynı örgütler ve yöneticiler Hubyar Sultan Tekkesi’nin sorunlarını kendi içinde tartıştılar. Bir dönem bölünmenin, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu ile sorunun ve ayrı düşmenin temelinde de Hubyar Tekkesi konusunda yaşanan taraflılık ve çözümsüzlükler vardı. Bu konuda taraf olmayı geçin, bu bütün örgütlerimizin neyi başaramadıklarını ve temel sorunu nasıl aşamadıklarını da göstermektedir. Gerçekte bu sorunu devlete teslim eden ve ne istediğini göremeyen Aleviler, dergahlarını, tekkelerini, türbelerini, cemevlerini vs. inanç merkezlerine sahip çıkıp, gerçek bir hukuk mücadelesine nasıl girişecekler. Davaları açanlar dedeliğin, şeyhliğin, mürşitliğin yok sayılmasını istiyor. Bu konuda devleti göreve çağırıyor. Bu merkezlerimizdeki gelirlerin denetlenmesini -ki haklılar- istiyorlar.  Ancak bir yandan da gözbebekleri olan dedelerinin başında olduğu bir sistem için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ve Avrupa Parlamentosu’na “acil” çağrıda bulunuyorlar.

Haklılık bu ise, devletin işlettiği Hacı Bektaş Dergahı’nı niye isteniyor. Küçük bir sorunu tam bir anayasal suça çeviren (bu) Aleviler, kırımlarına neden olmuş, uğruna onbinlerce can verdikleri kurumlarını nasıl ve ne gerekçe ile koruyacaklar. Üstelik bu sorun Alevilerin en büyük hukuk mücadelesinin sürdürüldüğü kurumun yöneticileri arasındaki düello ve siyasal tutum belirlemeleri vs. üzerinden gerçekleşiyor. Şimdi siz kimsiniz ve Hubyar Sultanları bu durumdan kim kurtaracak.

KAYNAK : Alevihaber.com - 30 Eylül 2010

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku