Alevilik-Bektaşilik bir bilme kültürü değil, bir değiştirme kültürüdür. Değiştirme kültürlerinde bilinç-inanç erkânlarla içselleştirilip taşınır. Bilincimiz-inancımızla gerçekleştirmekte olduğumuz erkânımız çelişmekte ise eğer, erkân, bilinci-inancı öteler: Anlaşıldığını sanıyorum; erkânda bir kirlenme varsa doğru düşünüyor-doğru inanıyor olmamızın bir anlamı yoktur. Bu nedenle değiştirme kültürlerinde, bilincin-inancın yaşama taşınma araçları olarak algılanan erkânlar öncelikle tedavi edilmek durumundadır.
[caption id="attachment_30186" align="aligncenter" width="606"]
Erkânları sağlıklı algılayabilmek için halk takviminin iyi bilinmesi gerekir. Halk takviminde yıl öncelikle soğuk-yarı ve sıcak-yarı olmak üzere ikiye ayrılır. Yılın soğuk yarısı, 8 Kasımda başlar ve 179 gün boyunca devam eder; 21 Martta, yani Nevruz’da, doğanın doğum gününde son bulur. 8 Kasımda başlayıp 22 Aralıkta biten 45 günlük süreye Kasım; 22 Aralıkta başlayıp 5 Şubat’ta biten 45 günlük süreye Zemheri; 5 Şubat’ta başlayıp 21 Mart’ta biten 50 günlük(ya da 45 günlük) süreye de Hamsin adı verilir.
10-20 Kasım arası Koç Katımı’dır. 21 Aralık kışın başlangıcıdır. 21 Aralıkta başlayıp 30 Ocak’ta sona eren 40 günlük süre Büyük Çile(Erbain); 30 Ocak’ta başlayıp 20 Şubat’ta sona eren 20 günlük süre Küçük Çile adıyla anılır. Büyük Çile karakıştır; 6-9 Ocak arasında Zemheri Fırtınası olur.
Küçük Çile günleriyle birlikte Hızır erkânı başlar: Hızır Bâtınilikte, simgesel anlamda, doğuran doğanın doktorudur. Ötesinde kendisinden hırka giyilen, yani el alınan, abıhayattan içmiş ölümsüz mürşittir; yeniden dirilmenin, canlanmanın, dönüşen zamanın simgesidir.
Şimdi gelin bir örnek olmak üzere Hace Bektaş Veli Vilâyetnamesi’ne kulak verelim:
Hünkâr’a bir ikindi üzeri, güzel yüzlü, tatlı sözlü, Alevi saçlı, yeşil giysili bir aziz geldi.
Boz donlu bir ata binmişti; Saru İsmail karşıladı, atını tuttu. O kişi teklifsizce doğru Kızılcahalvet’e yöneldi ve içeri girdi.
Saru İsmail, ‘Acaba bu atını tuttuğum er kim ola, şimdiye değin bunun gibi nurlu, güzel yüzlü ve heybetli bir er görmedim’, diye düşüncelere dalmıştı. O sırada halifelerden biri geldi; İsmail’e, ‘Tut şu atı’, dedi ve Kızılcahalvet’in kapısına vardı. O aziz kişinin, Hünkâr’ın karşısında oturmakta olduğunu gördü. Tam bu anda Hünkâr, ‘Ne yapalım Hızırım Ulu Tanrı seni bu işe koşmuş, Tanrı kullarını zordan kurtarman gerek; şu anda Karadeniz’de bir gemi batmak üzere, seni çağırıyorlar; sohbetine can atıyoruz ama ne çare; tez imdatlarına yetiş; Tanrı izin verirse yine şerefleniriz’, diyordu.
Hızır Peygamber hemen kalktı. Saru İsmail dışarıda atı tuttu. Hızır dışarı çıkınca İsmail Hızır’ın üzengisini öptü. Hızır atını sıçrattığı gibi at, bir adımını Sulucakarahöyük’ün üstüne bastı, öbür adımda güneşle birlikte dolunay oldu ve gözden yitti; yalnızca karşıdan nalının parıltısı göründü.
Saru İsmail, huzura varıp gördüğünü anlatarak, ‘Erenler Şahı, bu giden aziz kimdir?, diye sorunca Hünkâr, ‘Kardeşimiz Hızır Peygamber’dir. Karadeniz’de bir gemi batmak üzereydi, oraya imdada koştu; O’nun yürüyüşü böyledir’, dedi.
Saru İsmail Hızır’ı gördüğüne çok sevindi.
Bu söylence somut olarak gerçekleşmiş bir olay değil, Anadolu halkının kendisini temsil eden bir kimliğe yüklediği ve özlemini-dileğini yaşama geçirmek üzere soyut olarak düzenlediği bir kurgudur, yani bir halk bilgeliği ürünüdür. Hace Bektaş Veli bu tasarımda, halkın yüzyıllar içinde yarattığı Hızır tapımından yararlanır.
Söylencedeki Hızır, Hace Bektaş Veli’nin bireyüstü, doğaüstü gücü anlamına gelir: Daha doğrusu Hace Bektaş Veli’nin düş taşıma gücüdür. Halkın düşünün taşıyıcısı olduğu için Hızır, Hace Bektaş Veli’yi çoğaltmaktadır. Ancak çoğaltılabilen kimlikler veli olup keramet gösterebildiği için de Hızır, aynı zamanda, Hace Bektaş Veli’nin veli olmasını-keramet göstermesini sağlayan temel simgedir.
Öyleyse Hızır’a biraz daha yakından bakalım; kimdir-nedir diye?
Hızır özlemin atlısıdır bir bakıma. Anadolu halk inancında Hızır, ulu bir ermiş kabul edilir. Ölümsüzlük suyu içmiştir. Zaman zaman dünyaya gelip halkın arasına katılarak darda olanların yardımına koşar ve doğaya yeniden can verir.
Üzerinde çiçeklerden yapılan bir cübbesi bulunan, kırmızı pabuçlu, ak sakallı ve nur yüzlü bir yaşlı olarak betimlenir. Bastığı yerde güller, çiçekler açar; ekinler yeşerir; bülbüller ötmeye başlar. Elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklardan ve hastalıklardan arınır; ömür boyu sürecek bir bolluğa kavuşur.
Hızır kültü, hemen hemen tüm halkların söylencelerini süsleyen bir öğedir. Söylencenin çok özel bir yeri olduğu Alevilik-Bektaşilik inancında-kültüründe ise daha bir anlamlıdır. Kurucu piri Hace Bektaş Veli’nin, söylence zemininde birinci dereceden yardımcısıdır.
Hızır, bir türlü gerçekleştirilemeyen isteklerin, dileklerin nesnelleşmesine, toplumsallaşması-na duyulan özlemlerin beslediği, giydirip kuşattığı; doğaüstü yetilerle belirgin bir düş varlığıdır, bir kurtarıcıdır. Söylence dünyasında oynanan kumarda, talih oyununda, bireyden yana tavır koyan, kimi kez onu kazandıran, onun dileğinin, özleminin gerçekleşmesini sağlayan kutlu kişidir. Bir anda yanlışı doğruya çevirebildiği gibi çirkini de güzelleştiriverir.
Bireyin-halkın inanç kanalında gönül coşkusunu dışa vurabilmek, bunu yaparken önündeki aşılamaz engelleri aşabilmek için yarattığı, zaman zaman kendi dünyasına soktuğu, eliyle saçıyla ya da bir sözüyle kutsadığı bir inanç kişisidir Hızır.
Bu bağlamda, insan için olanaksız olan zemine, özlem denen ata”binilerek yapılan gezintinin başkişisidir Hızır; rüyalarda muştulayıcıdır. Dondan dona girerek yeri geldiğinde insanı sorgulayan, yeri geldiğinde onurlandıran, ödüllendiren, kimi kez ipuçları vererek araştırmaya özendirendir. Kısaca insanoğlunun özlemle yarattığı, özlemle devindirdiği, iyilikle, saflıkla donattığı; kendi isteğiyle güdümüne girdiği, yönlendiriciliğinden hoşlandığı, yeri geldiğinde birlikte eğlenip birlikte güldüğü, ağladığı, tümüyle kendi yaratısı olan düşsel varlığın adıdır Hızır.
Aleviler-Bektaşiler, bilgelik ürünü kimlikleri kutsarlar ve onları taşınma araçları olarak öne çıkarırlar. Bu bağlamda Hz. Ali Hızır’ın yeni bedenidir, yani don değiştirmiş biçimidir. Böyle düşündüğümüzde Hızır, hiçliğimizden doğurttuğumuz, sömürü düzeninde tüketilmeye yatkın olmayan, zamanın tersine çevrilmezliğine başkaldıran, bizleri kutsal atalarımızla buluşturan, geçmişi yakalayan ve geleceği kuran bir kültür gerçekliğidir. Her şeyin insanla konuşmasını sağlayan şifre alfabe’nin temel simgesel kimliğidir bir bakıma: Eyleme geçtiğinde yaşamımızın sertliğini alır ve dünya bizim için daha yaşanılası bir yer olup çıkar.
Hızır Orucu
Küçük Çile günlerinin 13-14 ve 15 Şubat günleri, her şeyden önce Hızır’ı çağırmayı ya da O’na seslenmeyi hak etmek için üç gün oruç tutulur. Alevi-Bektaşi bilincinde-inancında bu orucu tutmayan Hızır’ı çağıramaz; çağırsa da Hızır onun çığlığını duymaz.
Ötesinde Hızır orucu, doğanın döllenmesi, Hızır ile İlyas’ın buluşması, Hz Hasan ile Hz Hüseyin hastalandığında üç gün yemek yemeyen Hz Fatma ile Hz Ali’nin eylemlerinin hatırlanması anısına tutulur.
Niçin tutulduğunu öğrendik: Şimdi de soralım; Hızır orucu nasıl tutulur?, diye. Hızır orucu, su içmeyerek tutulur. Çünkü doğanın, kültürel anlamda bizlerin gebe kalabilmesi için, suyun doğaya, simgesel anlamda bizlere yürümesi gerekir: Su, susayana yürüyeceğine göre ancak susuzluğumuzu çoğaltıp Hızır’a seslendiğimizde su bize koşacaktır.
Hızır orucuna başlarken niyet gülbangı, sonlandırırken de açma gülbangı okunur:
- Bismişah!... Allah Allah!...
Hak-Muhammet-Ali aşkına; dertlerimize derman, hastalarımıza şifa, borçlarımıza kolaylıklar versin diye çağırdığımız Hızır için, Hızır orucu tutmaya niyet ettim.
Ulu Dergâh kabul etsin.
Gerçeğe Hû! Eyvallah!
- Bismişah!... Allah Allah!...
Hızırı çağıranlar aşkına tuttuğum umut orucunu Ulu Dergâh kabul etsin.
Gerçek erenler demine Hû! Eyvallah!
Hızır’ı Çağırma Günleri
17-18-19 Şubat günleri Hızır’ın dünyayı ziyaret günleri olarak algılanır. Hızır orucunu tutanlar artık Hızır’ı çağırabilir: Hızır bu çağrıya ilgisiz kalmayacaktır. Çağrımıza uyup dünyayı ziyaret eden Hızır, kor-ateş anlamında cemre kimliğine bürünür ve 20 Şubat’ta havaya düşer, yani havayı döller; 27 Şubat’ta suya, 6 Mart’ta toprağa düşer, yani onları döller. 20 Şubat’ta hava bayramı, 27 Şubat’ta su bayramı ve 6 Mart’ta toprak bayramı kutlanır. 13 Mart’ta ise sıcaklık yürüyen hava, su ve toprak ısınır ateş olur. Bu nedenle bugün de ateş bayramı olarak kutlanır. 21 Mart’ta, yani Nevruz’da, daha önce ateşle buluşup gebe kalan hava, su ve toprak doğurur.
Hızır, gülbangla çağrılır:
- Bismişah… Allah Allah!
Tanrı’dan ruhsat alıp gebe kalan doğaya göz-kulak ya Hızır: Yetiş ya Hızır bizi kurtar.
Gel artık darda olanlarımıza elini uzat. Destur alıp cümle varlık doğurmak üzere; onlara ebelik yap. Girdiğin evlere dert girmesin; bastığın yerlerde güller açsın, ekinler yeşersin, bülbüller ötsün. Dokunduğun canlar dertlerden, uğursuzluklardan ve hastalıklardan arınsın.
Gel artık bir türlü gerçekleştiremediğimiz isteklerimiz, dileklerimiz berekete dönüşsün; özlemlerimiz kırılsın yeni özlemler oluşsun.
Gel artık özlem denen atımıza bindirelim seni, düşlerimizde gezdirelim. Ali ol, Hace Bektaş Veli ol; dondan dona bürün, bize öğretmenlik yap.
Senin için oruç tutuyoruz gel artık: Umudumuzu doğurtalım.
Dil bizden, nefes hizmet pirlerimizden olsun. Gerçek erenler demine Hû! Eyvallah!
(Özlemin Atlısı)
HIZIR
(Hızır Orucu-Hızır Erkânı)
E. K0rkmaz