Yok canım, Sabah'a veda etmiyorum.. Gerçi burada kalma konusundaki inadım ve kararlılığım giderek zayıflıyor.. Artık çok zorlanıyorum. Hele yazı işlerinde yapılan son değişikliklerden sonra, gazetenin haber sayfalarının "Besleme basın" günlerini hatırlatmaya başlaması beni çok sarsıyor.
Yanlış anlamayın. Benim yazılarımın satırına dokunan olmadı. Hiçbir yazım kalmadı. İma dahi yapılmadı. Tüm özgürlüğüm içinde yazmaya devam ediyorum..
Sıkıntım haberde, habercilikte taraf olmak!..
"Meclis'i de kapatsınlar" diye buram buram yorum bir başlık, haberin üstüne konur mu?.. Haberde yorum olur mu?.
İlhan Ağabey'in serbest kaldığı hemen her gazetede verilirken, Sabah bu haberi vermeden baskıya girer mi?. Etiler'de dağıtılan gazetede bu haber yoksa, nerde vardır?.. Patronlara gidenlerde mi?.. Ve o sabah Etiler'de satılan öteki gazetelerde nasıl var, peki?..
Yazarlar beni ilgilendirmiyor. Onların kararını okur verir. Ama gazete tarafsız, bağımsız olmalı.. Öyle miyiz?..
Sabah'ı yeni sahibine teslim ederek, bu gazeteyi yaratan ve yaşatan, bu arada beni de ben yapan eski sahiplerine borcumu ödeme konusundaki kararlılığım artık eskisi kadar güçlü değil.. Dayanma sınırlarım zorlanıyor ama, ipler henüz kopmadı..
O zaman bu "Veda zamanı" ne demek?..
Şu demek!..
Bir gece sabaha karşı beni de alıp götürebilirler..
Büyük Birader peşimizde.. Özel yaşantımız kalmadı. Her şeyimiz gözleniyor ve dinleniyor.. Banda alınıyor.. Bu bantları günümüz dijital teknolojisiyle istediğiniz şekle sokabilirsiniz..
Kız arkadaşınızla yaptığınız cilveleşmeden, müthiş bir memleketi satma konuşması çıkarılabilir.. Teknik öyle gelişti.
Kaldı ki, ona da gerek yok..
Yazılarımla bir yeraltı örgütünü üye olmadan yönetmek gibi bir suçla alıp götürebilirler beni.. Muhalifim ya.. Cumhuriyetçiyim ya.. Laikim ya!..
Şeker hastasıyım.. Tansiyon hastasıyım.. Kolesterolüm yüksek.. Böbreğim tek.. Midem beş kez kanamış. Karaciğerim sakat.. Yani içerde bir şey olursa, kimse de şaşmaz, şüphe etmez..
Böyle bir şey olduğunda bu ülkenin satılmış, adanmış kalemleri timsah gözyaşı bile dökmezler.. Ardımdan söverek, vatanın, milletin bir faşist puşttan, bir dangalaktan kurtulduğunu yazarlar keyifle üstelik..
Ben bu günleri Menderes devrinde bire bir yaşadım, 17 yaşında çaylak gazeteciyken..
Erdelhun'un askerleri Mülkiye'yi basıp tarıyor, Namık Gedik'in polisleri Allahın günü en saygın, en okunan gazetecileri derdest edip götürüyorlardı.. 80'lik Hüseyin Cahit Yalçın bile Ankara Hilton denen koğuşa konmuştu.. Gazeteciler koğuşu vardı Ankara Cezaevinde bilir misiniz?. İçerdekiler, dışarıdakileri geçmişti, sayıca.. Her gün birileri gazeteden, ya da sabaha karşı evinden alınır olmuştu..
Şimdi Demokrasi mi var?..
O zaman ne vardı sanırsınız?.. Menderes "Vatan Cephesi" diye milleti ikiye böler, katılanları devlet radyosunda her gün saatlerce ilan ederken ne vardı sanırsınız?.. Faşizm mi?.. Yok canım..
Bal gibi demokrattık.. Adımız da üstümüzde..
Demokrat yazarları okumuyor musunuz?.. Hatta o devri yaşayanları okumuyor musunuz?.. Memlekette gül gibi demokrasi vardı da, faşist ordu bu demokrasiyi yıkıp ülkeyi geriye götürmüştü..
Yani..
Bir sabah beni bu sayfada bulamayabilirsiniz.. Üstelik ardımdan köşemi "Bembeyaz"da bırakacaklarını sanmıyorum.. Biri anında yerleşir, merak etmeyin..
Balçiçek'in durumuna düşmeden.. Ben de, köşem de buradayken, hele bir veda edeyim dedim işte..
(Her şeyi her nasılsa haber alan birileri yarın "Hıncal etrafındaki çemberin daraldığını biliyordu, onun için yazdı" diye kılıfı hazırlar, onu da merak etmeyin..)
HINCAL ULUÇ
SABAH - 25 Mart 2008