Türkiye’de iç politika artık onlardan soruluyor. Hukuk da onlardan soruluyor. Guguk da onlardan soruluyor. Türkiye’de konuşması gerekenler susuyor, onlar konuşuyor.
Şu bizim Barroso’lar.
Olli Rehn’ler.
Joost Lagendijk’ler…
Telaş içinde, öfke içinde, panik içinde konuşuyorlar. O kadar ki Avrupa Birliği’ndeki görev ve sorumluluklarını unuttular, Türkiye’de birer partili politikacı gibi ortaya atıldılar. İnsaf ve terbiye sınırlarını aştılar, savunmaya çalıştıkları AKP’ye bile zarar vermeye başladılar.
Bu ülkenin insanlarını ‘Müslüman demokrat’ - ‘ulusalcı otokrat’ diye ikiye bölerken ikiyüzlülüklerini gizleyemediler.
Bakınız nasl suçüstü yakalandılar:
Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Olli Rehn Efendi, geçen hafta Alevi örgütlerinin temsilcileriye bir toplantı yaptı. Sözüm ona Alevilerin sorunlarını dinleyecekti. Alevi dernek yöneticileri de sorunlarını anlattılar. Kimileri sözlü olarak, kimileri mektup vererek. Anayasadaki eşitlik hakkından yararlanamadıklarını söylediler. İbadet özgürlüğünü yaşayamadıklarını, çocuklarına okullarda Aleviliği öğrenme hakkı verilmediğini söylediler. Cemevlerine ibadethane statüsü tanınmamasından, Alevi köylerine zorla cami yapılmasından yakındılar. Kendilerine verilen sözlerin bile tutulmadığını vurguladılar.
Olli Rehn bu yakınmaları dinledi. Nedense kızdı, sinirlendi.
***
Sinirlendi, çünkü Aleviler, Olli Rehn’in hiç duymak istemediği bir dil kullanıyorlardı. Laiklik diyorlardı, demokrasi diyorlardı, eşitlik diyorlardı. Çağdaş değerlerden, Avrupa kriterlerinden söz ediyorlardı. Üstelik, ‘laiklik ombudsmanlığı’ ya da ‘demokratik laiklik’ gibi zevzeklikleri dile getirmiyorlardı.
Ve hayret… ‘Azınlık’ sözcüğünü hiç ağızlarına almıyorlardı.
Alevilerin sorunlarından söz ediyorlar ama, ‘Alevi sorunu’ diye siyasal bir klişe yaratmıyorlardı.
Ayrımcılığı eleştiriyor ama ‘ayrılmak’tan söz etmiyorlardı.
Tehditler savurmuyorlardı.
Atatürk’e de cumhuriyete de dil uzatmıyorlardı.
‘Ulusalcı Kemalistler’e veryansın etmiyorlardı.
Biz de ‘Müslüman demokratız’ demiyorlardı.
Bir fırsat yaratıp, örneğin ‘Kemalist bürokrasi’ deyiminin arkasına saklanıp Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de çatmıyorlardı.
İlle de laiklik, demokrasi, yasalar karşısında eşitlik, kadın-erkek eşitliği, çağdaş yaşam tarzı, çağdaş eğitim, herkes için din ve vicdan özgürlüğü diye tutturmuşlardı.
Böyle insanları ne yapsındı Olli Rehn?
Sinirlendi adamcağız.
Televizyonlardaki yağmur suyu boruları reklamında olduğu gibi, bu sokaktan kendine iş çıkmayacağını anlamıştı. Alevilerin verdiği mektubu katlayıp cebine koydu ve gitti. Giderken azarlamayı da ihmal etmedi:
‘Siz böyle diyorsunuz ama, iktidar iyi gidiyor, iyi.’
***
Daha sonraki ilk durağında, Türkiye’nin yüzde 53’ünü faşist ilan etmeyi de ihmal etmeyecekti… Tabii ona göre Alevilerin de bu nüfus içinde olduklarına kuşku yoktu.
Cumhuriyet - 11 Mayıs 2008